Geçenlerde bir doktor intihar etti. Gazeteler, İzmir Katip Çelebi Üniversitesi hastanesinde biyokimya asistanı olarak görev yapan 30 yaşındaki Dr. Orhan Çetin’in FETÖ kapsamında açığa alındıktan sonra bunalıma girip intihar ettiğini yazıyor.
Bu kaçıncı intihar bilmiyorum. Kimsenin çok da ilgilendiği yok aslında. Gündemi işgal etmiyor “FETÖ’cü”lerin başına gelenler. Bazıları 15 Temmuz’daki Gülenist darbeci çetenin yaptıklarını hatırlayıp onlara yönelik operasyondaki hak ihlallerine göz yumuyor, bazıları da adaleti savunayım derken FETÖ’cü diye damgalanmaktan korktuğu için susuyor.
Şimdilerde adalet istediklerini söyleyerek ortalıkta dolanan birileri var ama onların çoğu aynı zamanda 17-25 Aralık’ta Emniyet ve Yargı üzerinden hükümetin alaşağı edilmeye çalışıldığını göre göre “lütfen herkes yargı kararlarına uysun” da demiş oldukları için inandırıcılıkları bulunmuyor. O günlerde “yolsuzluk operasyonu adı altında başka bir operasyon yürütülüyor, görmüyor musunuz?” dediğimizde, “yoksa sen yolsuzluğu mu savunuyorsun” diye bizi ahlakçılıkla dövenlerin bugün kaale alınacak sözleri yok.
Ama bizim var ve olmalı. Hakikate şahitlik etmek esas olarak bize düşer.
Edebiyat değil realite
Evet, gündemi işgal etmiyor, ama sonuçta derin bir sessizlikle karşılanan ciddi ihlaller yaşanıyor. On binlerce insan işten atıldı. Kurumların, insanları kolaylıkla suçlayıp tasfiye etmesinin kapısı aralandı ve onlar da bu yetkiyi hoyratça kullandı. Hem de herkese karşı. Geldiğimiz aşamada bugün, malvarlıklarına el koyulduğu ve FETÖ gölgesi yüzünden hiçbir yerde iş bulamadığı için çaresiz kalan, kimsenin telefonlarına çıkmadığı insanlardan, bölünmüş ailelerden ve trajedilerden söz ediliyor.
“Mağduriyet edebiyatı” diye kestirip atmak yanlış. Sanki bireylere daima kendisini savunma hakkı veriliyormuş, sanki bu işleri yürüten bürokratlara mutlak güven duymak için bir sebep varmış gibi büyük konuşmak, ihlal iddialarını kestirmeden reddetmek adil değil. Çünkü her şeyden önce, kendisini savunma hakkı vermeksizin, hatta bir gerekçe bile gösterilmeksizin böyle on binlerce insanın aynı anda işten atıldığı toplu bir tasfiyede haksızlık olmaması mümkün değil. Ve yeryüzünde öyle mutlak güveni hak edecek bir devlet de yok.
Üniversiteden mezun olduktan sonra Etibank’ta işe giren eski bir öğrencimin durumunu biliyorum. 2001 krizinde o banka iflas edince, şube müdürünün tavsiyesi üzerine Bank Asya’ya geçmişti. Bu süreçte bir bakanlıkta memur olarak çalışan eşinin işine son verildi. “Benim çalıştığım banka yüzündenmiş” diye açıklıyordu. İki işsiz insan ve çocuklar. Strese bağlı olarak insanın ses tellerinin de felç olabileceğini ben onun durumunda gördüm ilk kez. Bir ameliyat geçirdi. Sonrasında eşi ile ilgili işlem geri alındı, ama kırılan kırıldıktan sonra. Fethullahçı mıydı? Tanıdığım, bildiğim kadarıyla hayır. “Belki de takiye yapıyordu, ne biliyorsun?” diyebilirsiniz. Gerçekten de kendisini gizlemeyi marifet sayan insanlardan oluşan tuhaf bir yapıyla karşı karşıyayız ve böyle bir durumda sadece izlenimlerimden söz edebilirim. Bunda da belki isabet ederim, belki yanılırım. Ama hukuk benim gibi izlenime bakmaz, somut kanıt/belge/bağlantı arar; daha doğrusu aramalı.
Eğer ortada işlenmiş bir suç varsa cezalandırılmalı; stratejik kurumlardaki önleyici bir tedbir olarak açığa almalar da doğrudur; ama gerekçesiz biçimde bir KHK ile öğretmeni, bankacıyı ve belediye işçisini peşinen kapının önüne koymak doğru değil.
İhlal iddiaları önemlidir. Kim dile getirirse getirsin önemlidir.
İntiharlar her durumda önemlidir. Hem insani sebeplerle önemlidir, hem devletin yaşama hakkını koruma sorumluluğu bakımından ve hem de bu ikisini önemsemiyorsanız bile, darbe soruşturmasının sekteye uğramaması, amacına ulaşması bakımından. (Geçen yıl 28 Şubat’ta İstanbul’da düzenlenen “Darbe Yargılamaları Uluslararası Sempozyumu”nda, darbe yargılamalarında başarılı olan ülkelerden gelen bir katılımcının, darbe yargılamaları sürecinde intiharlar olabileceğine dikkat çekerek, darbe yargılamalarının başarısı açısından bunlara dikkat etmek gerektiğini özellikle vurguladığını hatırlıyorum.)
Temizlik yaparken kırıp dökmemeli
İnsanın iki şekilde günah işleyebileceği söylenir: Gözünü açık tutarak ve kapatarak. Yanı başımızda trajedi yaşanırken gözümüzü kapalı tutmak bu ikinci tür günaha girer.
Devletin içinde bir temizlik elbette gerekli; ama bunu mümkün olduğunca kırıp dökmeden, insanları acz içinde bırakmadan, aileleri ve hayatları tarumar etmeden yapmak gerek. Aksi halde bu tasfiye amacına ulaşmaz, her şey daha karmaşık hale gelir ve boynunuzda çoluğun çocuğun vebali kalır.
Ölçü bellidir aslında: Suç ve cezada şahsilik ilkesini uygulamak ve bunu yaparken de başka insanları, onların aile fertlerini mağdur edecek aşırı önlemler almamak. “Hiçbir günahkar başkasının günah yükünü taşımaz” der Kuran.
Bizim aklıselime ve adaletli bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Asalım keselim diyenlere kulak vermemek gerek. Kimse 15 Temmuz şehitleri ve gazileri adına meşrulaştırmaya da çalışmasın bu yaşananları. “15 Temmuz Uzun Gecenin Kısa Tarihi” kitabını hazırlarken konuştuğumuz kahramanlardan Sabri Ünal’dan daha cesur, daha kararlı ve canını feda etmeye daha fazla hazır olduklarını iddia edemez onlar. O gece bir görüntü vardı hatırlarsınız, tankın önüne yatan, sonra kalkıp bir daha yatan ve yaralanan kahraman. Bu yazının başlığını da onun yürütülen FETÖ tasfiyelerine dair sözünden aldım.
“Bu işin adaletle halledilmesi lazım. Yoksa o gece herkes darbecileri öldürür bu iş de biterdi” diyor Sabri Ünal ve devam ediyor:
“Ama adaletle olması gerekiyor, çünkü kandırılmış kişiler de var, bazılarının FETÖ ile hiç alakası olmadığı halde içeri atılıyor, meslekten men ediliyor. Mesela benim ev arkadaşımı -hiçbir alakası olmaz aynı evde kaldık, onun varsa benim de olması lazım- öğretmenlikten attılar. Niye? Bank Asya’dan kredi kartı varmış 2014’te kapatmış. Bir başkası ev kredisi almış -malum ev kredisi 10 yıllık alınıyor- kredisini ödüyor diye 25 yıllık imamı görevden almışlar.”
Tedirginlik Cemaatin ötesinde
Aslında Cemaatle, FETÖ’yle ilişkili veya ilişkilendirilen kesimden de ibaret değil şu an yaşadığımız sorun. Başta muhafazakar, mütedeyyin İslami kesimler olmak üzere, her kesimden insan kendisini tedirgin hissediyor bu süreçte. “Ben Milli Görüş geleneğinden geliyorum ve ilk defa kendimi bu kadar güvensiz hissediyorum” veya “bu operasyonu kimin yaptığından emin olamıyorum” benzeri ifadeleri defalarca duydum ben.
Bir yanlışlık var yaşadıklarımızda. Ölçüyü kaçıran, gerekçe bile açıklamadan insanların ekmeğini elinden almaya, böylece çoluğunu çocuğunu cezalandırmaya varan ama onun da ötesinde toplumun geneline yönelen ve yaygın bir huzursuzluk kaynağı olan bir işleyiş söz konusu. Hükümet anayasa paketine dair kararını netleştirmeye çalışan çoğunluğun referanduma bu tedirgin atmosferde gittiğini görmeli.
Evet, bu işi adaletle çözmek gerekiyor ve bugün de ihtiyacımız olan bu. Daha fazla trajedi yaşanmasın diye.
Serbestiyet