İzzettin Özgenç’in açıklamaları şöyle:
Asıl sorun cezaevlerindeki artıştan kaynaklanıyor. Bunun sebebi, suç sayılarının artması değil, suç işleyen kişilerin ceza infaz kurumuna girdikten sonra uzun bir süre orada kalmaları gerekiyor. Ondan sonra koşullu salıverme ya da denetimli serbestlik tedbiri ile dışarı çıkmaları sağlandı. İnsanlar uzun süre içeride kalınca nüfusta bir artış oldu. Bu artış 2010’dan sora aylık 2 bin kişi cezaevlerinde bir artış olarak karşımıza çıktı. Yani yıllık 20-25 bin kişi meydana geldi. Tutukluluklar bu sayının içinde değil. Bu suç sayılarındaki artıştan kaynaklanmıyor. Bu infaz kurumuna giren kişinin dışarı çıkamamasından kaynaklanıyor.
TOPLUMA KAZANDIRACAK ENSTRÜMANLAR İŞLETİLMİYOR
Kanunların yapılış aşamasında, ceza kanunu ve infaz kanunu yapılırken, öngörülen cezaların çok yüksek olduğu, diğer ülke kanunlarında benzer suçlara öngörülen cezalara nazaran ağır cezalar var. Birini 9 yıl ceza verebilirsiniz. Ama bu illa 9 yıl cezaevinde kalacak demek değildir. Bu kişiye biz birtakım yükümlülükler getirebiliriz, sahip bulunduğu bazı hakları ceza süresince elinden alabiliriz. Ama bu kişiyi biz 9 yıl cezaevinde tutarsak sorunlar başlar. Caydırıcılığı da olmaz. Biz cezayı pişmanlık duymasını sağlamak için veririz. Bizim sorunumuz burada başlıyor. Fail-mağdur barışmasını ve toplum-suçlu barışmasını sağlayacak enstrümanları işletemiyoruz. İşletemeyince de içeride hükümlü sayısında artış meydana geliyor.
37 BİN KİŞİ DENETİMDEN YARARLANIP YENİDEN CEZAEVİNE GERİ DÖNMÜŞ
İnsanları güven kredisinden yararlanmaları yoluyla dışarı çıkarabiliyoruz ama dışarı çıkardığımız bu insanları devletin ve doğrudan doğruya ve birebir denetlemesini sağlamak gerekiyor. Bunu yapamadığımız için kredi kullandırmak suretiyle (denetimli serbest bırakma) çıkardığımız insan çok rahat yeniden suç işleyip devletin karşısına çıkabiliyor. 2016’dan itibaren 4 yıl ve daha altı ceza alanların infaz kurumuna girmemesi gerekiyor. 2019 yılı başı itibariyle, ceza infaz kurumlarında 37 bin kişi kadar 4 yıl ve altı ceza alan hükümlü var. Bunların içinde 3 bin kişi 3 yıl ve altında ceza alanlar. Bu insanları krediden yararlandırıyoruz ama kontrol edemiyoruz. Yeniden suç işliyorlar. Dolayısıyla hukuk bunları bırakmıyor. Tahliye kanalları açık olmalı ama dışarı çıkan kişiyi devletin başıboş bırakmaması lazım. Devletin rehberlik, yönlendiricilik rolünü yerine getirmesi gerekir. Bizim asıl problemimiz bu.
ON BİNLERCE HÜKÜMLÜYÜ TOPLUMA SALMAK OLMAZ
Adalet Bakanlığı’nın istatistiklerine bakınca, koşullu salıverilip de denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulan hükümlü sayısının yok denecek kadar az olduğun görürsünüz. Olanlar da terör suçlusudur. Kanuna rağmen biz bu denetimi yapmıyoruz. Sorun buradan başlıyor. Bunu batı gölge gibi takip ediyor. On binlerce hükümlünün kontrolsüz şekilde topluma salınması diye bir uygulama olamaz. Biz infaz düzenlemesiyle bunu yaptık. Bunla cezaevlerindeki yoğunluk ortadan kalkmıyor.
Türkiye, dünyada tutuklu sayıları itibariyle iyi bir örnek değil. Tutuklu olarak bulunan kişi sayımız 80 binin üzerinde. Bu bir kanuni düzenleme değil. Uygulama sorunu. Bunun çözümü için de kanunda adli kontrol tedbiri gibi gerekli mekanizmalar öngörülmüş. Biz bir tutuklamayı bir koruma tedbiri değil, önceden infazına başlanan bir ceza olarak görüyoruz.
ÖCALAN DÜZENLEMESİ İLE GELEN YANLIŞ
Abdullah Öcalan’ın cezasından önce idam cezası kaldırılırken infaz kanuna, ağırlaştırılmış ceza alanların ‘koşullu salıverilme’den yararlanmaması yönünde madde konuldu. Bunun yanlış olduğunu söyledik. Başka şekilde düzenleme yapılabilir dedik. ‘Yanlış ama biz bunu böyle yapacağız’ dediler. Dünyada böyle değil. Az da olsa bu kişiye tünel ucunda bir ışık göstermeniz gerekir. Bu konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önüne gitti bir dosyadan. AİHM bunun hak ihlali olduğuna hükmetti. Ama biz 2013’ten beri bir düzenleme yapmadık. Bu konu sadece Öcalan’la ilgili değil. Teröristlerin iadesini de engelleyen bir düzenleme. Şartlı salıverme hakkı tanımadığımız ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanacak suçlular iade edilmiyor.
‘O SUÇLU ÇIKACAK, BU SUÇLU KALACAK’ DOĞRU BİR YAKLAŞIM DEĞİL
Sorun bütün yönleriyle ele alınmaksızın tartışılamadığında herkesin siyasi olarak aklında, ‘birilerinin bu düzenlemelerden yararlandırma ya da yararlandırmama’ yönünde fikri var. O suç bu suç önemli değil. Bütüncül yaklaşımı bir kenara iterseniz, neden o çıktı, bu çıkmadı tartışması olur ve bu da kaosa neden olur. Düzenlemede “hukuki bir ölçü olmadığını, eşitlik olmadığını” söyleyebiliriz. Ama o çıkıyor bu çıkmıyor noktasında sorunu ele alırsak işin içinden çıkamayız. İki kişi aynı suçu işlemiş ise biri diğerine nazaran daha fazla tehlikeli ise o kişi hakkında alınması gereken tedbirler olabilir. Ama bu kanun suçlunun tehlikeli olup olmadığından ziyade suçları esas alarak insanları dışarı çıkarmak için tahliye kanalını açık tutmaya çalışıyor. Sorun burada. İlkeler üzerinden konuyu ele aldığımızda bunlar zaten kendisini ortaya koyuyor. Benim bu söylediğimi kitleler anlamakta zorlanabilirler. Bunu birtakım örneklerle anlattığımızda daha kolay anlaşılabilir. Ama birileri de “Şu teröristleri, bu kişiyi çıkarmak için bu yapılıyor” diyor.
BAHÇELİ YANLIŞ YAPTI ÖNCE TOPLUMSAL UZLAŞI ARANMALIYDI
Geçmişte toplumsal barışı sağlayacak af düzenlemeleri yapıldığını belirten Prof. Özgenç, “Şimdi de bu yapılabilir. Ama önce toplumsal bir konsensüs sağlanmalı. Sayın Bahçeli’nin bu teklifi gündeme getirme biçimi doğru olmamıştır. Bir beklenti oluşturuldu. Bu beklenti oluşturularak yapılmazlar. İlgililerle kapalı kapılar arkasında olgunlaştırılır ve topluma sunulur. Bu konuda çözüm modeli oluşturulmadan cezaevlerinde bulunan insanlarda tahliye umutlarını depreştiren bir süreç işletildi. Dolayısıyla iktidar burada direnme gücü kalmamıştı. Korona da gündeme gelince bu fırsat da değerlendirilmiş oldu” dedi.
Özgenç hukukçuların dile getirdiği “Eşitlik ilkesi nedeniyle AYM’den döner” yorumları için de “1991 ve 2000 yılındaki kararlarında eşitlik ilkesi nedeniyle iptal kararı verip düzenlemeyi genişletti. Bu kanuni düzenlemede de eşitlik ilkesiyle bağdaşmayan birtakım hükümlerin olduğunu biliyoruz. Bir kısmı ile ilgili AYM iptal kararı verebilir. Ancak ben bu beklentiyle hareket eden bir hukukçu değilim. AYM’ler her zaman salt hukuki mülahazalar ile hareket etmiyorlar. Yapıları itibariyle konjonktüre uygun kararlar verebiliyorlar. Eleştirmek için söylemiyorum, bu AYM’lerin yapısından kaynaklanıyor…” diye konuştu.
Kanun uygulanıp, tahliyeler tamamlandıktan sonra çıkanların önemli bir kısmının 2000’deki afta olduğu gibi yeniden suç işleyin cezaevine döneceğini belirten Özgenç, “Bunların kaçının dışarı çıktığında barınabileceği bir evi, kaçının ihtiyaçları karşılanacak ekonomik kaynağı vardır araştırmasını devlet yapıyor mu? Bunu yapmadan serbest bırakıyoruz. Epidemi dolayısıyla insanlar zaten ekonomik sorunla karşı karşıyalar. İnsanlar dışarı çıkınca bir şeklinde hayata tutunma çabasına gerecek. Eğer biz meşru zeminde bunlara hayata tutunma yolunu açık tutamayacaksak yeniden suç işleyecekler. Yeni mağduriyetler çıkacak. İstemezsek de cezaevine yeniden bunları alacağız” değerlendirmesinde bulundu.
HUKUKTA BAZI HATALAR BİLİNÇLİ YAPILIYOR, CUMHURBAŞKANI BİLE DÜZELTECEK KONUMDA DEĞİL
Ergenekon ve FETÖ davaları gibi dosyalar üzerinden AK Parti döneminin hukuk ve adalet karnesini değerlendin Prof. İzzetin Özgenç şöyle konuştu:
“Sayın Cumhurbaşkanı ile münasebetim dolayısıyla Türkiye’deki pek çok hukuk sorunuyla ilgilendim. Bu sorunlarla 2000’li yılların başı itibariyle ilgilendim. Belli bir noktaya geldikten sonra bu sorunların bir kısmının hukuk bilgisizliğinden kaynaklanmadığını, bir kısmının bilinçli yanlışlar olduğunu gördüm. Çok fazla örnek vermek istemiyorum, bu yanlışlarla ilgili ilgili otoriteleri doğrudan doğruya bilgilendirme şeklinde bir yol takip ettim. Bunlardan bir kısmı ile ilgili başarı elde ettim” dedi.
Özgenç, hüküm verildikten sonra hâkimin gerekçeyi 15 gün içinde açıklama zorunluluğu getirilmeden önce bunun yanlış olacağı yönünde mücadele ettiğini örnek vererek şöyle konuştu:
“Ergenekon davasının açılışı, görülme biçimi, kararı sorunludur. Mahkeme kararı verdi, gerekçesini açıklamadı. O sırada hâkim ve savcılar yüksek kurulu o hakimlerin tayinini çıkardı. Bu hakimler 15 gün içinde gerekçeleri yazması gerekiyor demektir bu. HSYK üyeleri bunun yapılamayacağını biliyor. Sonra ortaya dünyada örneği olmayan kes-yapıştır bir gerekçe çıktı. Açık söylüyorum, bu yanlış bilinçli olarak yapılmış bir yanlıştır. Türkiye’de hukuk alanında birtakım yanlışların bilinçli olarak yapıldığına şahit oldum. Sayın Cumhurbaşkanı oluşturduğu izlenim itibariyle, her şeye hakim bir görüntü veriyor ise de hukukla ilgili bilinçli yanlışları önleyebilecek konumda değil. Sayın cumhurbaşkanına isim isim ben hataları söylediğimde ‘sen yanlış söylüyorsun’ demedi. Ama hataların düzeltilmesi yönünde hiçbir mesafe alınamadı. Ben sadece bu kadarını söyleyelim. İrade Türkiye’de terörle mücadele bakımından hukukun gereklerine göre hareket edilecektir. Mahkemelere ve cumhuriyet savcılarına müdahale edilmeyecektir. Hukukun doğrultusunda hareket etmeleri yönünde ne gerekiyorsa yapılacaktır dense, bir haftada bu ülkedeki atmosfer değişir.”
FETÖ DAVALARI AÇILIRKEN BAŞTAN YANLIŞ YAPILDI
FETÖ davalarındaki irtibat-iltisak tartışmasına da değinen Özgenç, soruşturma ve kovuşturmalarda bilinçli olarak yapılan hataların mağduriyetlere neden olduğunu belirtti.
“Söyleyeceklerim, birilerini koruyor, birilerini suçluyor gibi algılanacak” diyen Özgenç, “Ancak o davalarda izlenen yöntem baştan yanlıştı. Çünkü siz ceza muhakemesi hukuku kurallarını bir kenara koydunuz, yaptığınız soruşturmalarda ve kovuşturmalarda gerçekten suç işlemiş insanların mağdurum diyerek ortalıkta dolaşmasına fırsat oluşturdunuz. Ya da suçla ilgisi olmayan birtakım insanları da terörle suçladınız. Böyle bir kargaşa meydana getirildi. Buna hiç gerek yoktu. 15 Temmuz hadisesi ve öncesinde işlenen önemli birtakım suçlarla mücadelede edilirken bilinçli birtakım yanlışlıklar yapıldı. Bu yanlışların giderilmesi için çaba göstermemize rağmen başarılı olamadık.