28 Şubat 1997 Askerî Darbe zorbalığı döneminde, inançlarının gereğince örtünen müslüman kızların üniversite önlerinden en zorbaca kemalist-laik baskılarla kovuluşu günlerinde, inancının gereğince örtünmeye dikkat gösteren ve bir hanım olması hasebiyle katıldığı mücadelelerde, hattâ cop kullanan polislere tekme savuracak kadar atak, delişmen birisi vardı.
Şimdi o hanım, o günlerdeki inancına safsata diyen ve o inanca, kürd halkını uyutmak için kullanılmış bir afyon nazarıyla bakan bir malûm partiden, İstanbul m.vekili..
*
Onun 22 Aralık günü Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmanın videosunu izledim.
Meclis Başkanlığı’nı da kendi partisinden bir başka hanım üstlenmişti.
O gün, o kürsüye mazbut şekilde örtündüğü hicabıyla çıkan hanımın orada neyi temsil ettiğini derin bir acıyla düşündüm.
Düşündüm ki, bu hanım, 18-20 yıl öncelerde o girdiği mücadelelerde, o örtüsüyle bütünleşiyor ve inancıyla çelişkiye düşmüyordu.
Bugün ise.. Başındaki örtünün neyin sembolü olduğunu unutmadıysa, kendisinin neyi temsil ettiğinin cevabını açık yüreklilikle verebilir mi?
O, herhâlde, partisinin ideolojik haritasını elindeki silah gücüyle ve terör elemanlarının elindeki eylemleriyle tayin eden Kandil’deki şeflerinin, İslâm kardeşliğinin bir safsata olduğunu söylediklerinden habersiz değildir.
Eğer, o bugünkü hicabının ifade ettiği değerler sistemine hâlâ bağlı olduğunu düşünüyorsa; o değerleri bir safsata olarak gören bir ateist yapılanmanın propaganda elemanı durumuna düşürüldüğünü de görmelidir.
*
Sözkonusu hanım, kürsüde, devletin işlediği cinayetlerden, ‘Güneydoğu’da şehirleri harabeye çevirdiğinden, evlere, okullara, hastahanelere, câmilere bombalar yardırdığından’ (!) söz ediyordu.
Eğer bu iddiaları doğruysa, onun bu eleştirilerine biz de katılalım ve devlet zulmüne biz de karşı çıkalım. Ama, lûtfen, ‘herkesi kör ve âlemi sersem’ sanmasın.. Bu satırların sahibi, daha geçen hafta, dört gün boyunca Mardin’de idi. Orada Batman, Diyarbekir ve diğer çevre şehirlerden gelen ve huzursuz nice insanlarla konuştu.
Onlardan tek bir kimse bile, devletin evlere, okullara, hastanelere, câmilere saldırmadığını, ama, oraları kendileri için gizlenme yeri, siper ve silah deposu hâline getiren teröristler karşısında bölge halkının sindiğini anlattılar.
*
7 Haziran seçimlerinde, partilerinin aldığı sonuçların zafer sarhoşluğunu hemen daha ileri merhalelere taşımak aceleciliğiyle, Suruç Patlaması’nı takiben, ‘Ateş-Kes’i yürürlükten kaldırdıklarını açıklayıp silahlı eylemlere başlayanlar, Kandil’deki savaş baronları değil miydi hanım kardeşim? ‘Halk silahlansın, hendekler kazılsın, evler arasında, tünel bağlantıları oluşturulsun..’ diyenler, güvenlik güçlerine roketlerle, bombalarla saldıranlar evet kimlerdi? Yoksa, bunları duymadınız mı?
Devlet, hangi devlet olursa olsun, bu gibi eylem ve kararlara teslim olursa, o devletin çöküp, o terör odaklarının devletin yerine geçeceğini akledemiyor musunuz?
*
Bu hanım, Meclis’deki gündemdışı söz konusu konuşmasında, ‘Fırat’ın doğusu Kürdistan’dır..’ da diyordu.
Eğer, Kürdistan, kürd halkının yaşadığı yerler demek ise.. Niçin sadece Fırat’ın doğusu?
Ankara’nın taa Haymana’sından, Konya’nın Cihanbeyli ve Kulu’suna, Aksaray, Adana ve Mersin, İzmir, Bursa, ve diğer Marmara bölgesi şehirlerine kadar uzanan bölgelerde yaşayan ve kürt etnisitesinden milyonları n’apacaksınız?
Ya, İstanbul’da yaşayan ve kürd etnisitesinden olduğu düşünülen, milyonları Fırat’ın doğusuna mı taşıyacaksınız? Bu ne zâlimce bir tasavvur? Kezâ, Anadolu’da kürd olmayanların hepsini türk etnisitesinden mi sayacaksınız?
Ve bu anlayış, ‘Bu ülke sadece türklerindir..’ diyen kemalist resmî ideoloji bağlılarının ekmeğine yağ sürmeyecek midir ve bir boğuşmayı getirmeyecek midir? Bu, tam da emperyalist-şeytanî güçlerin istedikleri değil midir?
Hanım efendi; umarım, kendi aslî kimliğine döner ve bu fitne ateşine daha fazla benzin ve odun taşıyan hammallardan olmazsın..
*
Star