Onlarca yıl devam eden ırkçı rejimin kısmen son bulduğu Güney Afrika'da, önceki gün yaşanan trajedinin fotoğraflarını hepimiz gördük. Zimbabveli ve Pakistan kökenli Müslümanlara karşı işlenen vahşet örneklerini, linç edilmelerini, diri diri yakılmalarını tüylerimiz ürpererek izledik.
1948'den 1994'e kadar devam eden, siyahlarla beyazlar arasındaki bütün ilişkileri yasaklayan, siyahlara insanın kanını donduran zulümleri reva gören, yeryüzündeki ırkçıların destekçisi, baskıcı rejimlerin müttefiki olan Apartheid rejiminin sona ermesinden sonraki en vahşi görüntülerdi bunlar.
Ancak bu sefer, korkunç görüntülerin sebebi sadece ırkçılık değildi. Linç etmek için sokaklarda göçmenleri kovalayanların tek gerekçesi vardı: “İşimizi elimizden alıyorlar.” Yani ekmek kavgası. Milyonlarca göçmen bu sebeple kurban durumunda ve belki de çok daha vahim örnekler görmek durumunda kalacağız..
Bir konuda yanılmayalım: İnsanları diri diri yakmaya kadar varan bu öfke, sadece Afrika'ya mahsus bir geri zekalılık, barbarlık değil. Yabancı düşmanlığı, kültürel ayrımcılık, dini ve etnik farklılıklara dayanan dışlama nerede yaşanıyorsa orada da aynı durum söz konusu. İsrail'de Filistinlilere bakış benzer bir ayrımcılığa dayanıyor. Avrupa'da yabancılara/Türkler'e/Müslümanlara bakış giderek benzer bir hal alıyor. Irak'ta farklı mezhepten olduğu için on binlerce insan öldürüldü. Farklı dinden olduğu için de işgal güçleri tarafından yüzbinlerce insan öldürüldü.
Soğuk savaş sonrası genel anlamda Müslümanlara, Asyalılara, Latinlere, Afrikalılara bakışı yönlendiren Anglo-Amerikan ırkçılıkla Güney Afrika'da yaşananlar arasında temelde ciddi farklılıklar yok. Ve bu, sadece kültürel ayrımcılıktan kaynaklanmıyor. Giderek dünyayı etkisi altına alan ekonomik krizler, gıda sıkıntısı, kaynakların kontrolünün yol açtığı adaletsizlikler, yoksulluğun kontrol edilemez boyutlara ulaşması, küresel ekonomik sistemin kendi varlığını devam ettirmek için milyonları açlığa mahkum etmesi yeryüzünün birçok köşesinde benzer çatışmalara yol açıyor, açacak. Haiti'de ve Mısır'da gıda sorunu yüzünden yürüyen, bu sosyal tepkiyi kendi rejimleriyle hesaplaşma aracı olarak da gören insanlarla yarın Asya'da pirinç için yürüyecekleri saran öfke aynı olacak.
Dünya ciddi bir finansal kriz yaşıyor. Küresel sermaye sistemini ayakta tutmak için, olağandışı önlemler alınıyor. Finans krizi enerji krizini tetikledi. Petrol fiyatları tırmanıyor. Ardından madenler üzerinde korkunç bir paylaşım mücadelesi başladı. Bu yüzden birçok bölgede etnik çatışmalar çıkmak üzere. Şirketlerin devletlerin paylaşım mücadelesi kitleleri bölüyor, dini ve etnik çatışmalara yol açıyor. Daha sonra gıda krizi kapıya dayandı. Üretim yetersizliğinden değil, dengesizlikten. İnsanoğlunun üç temel besin kaynağı olan buğday, mısır ve pirinç üzerinde büyük spekülasyonlar yapılıyor.
Bundan sonra gelecek olan ise, su krizi. Latin Amerika'dan Orta Asya'ya ve Afrika'ya kadar önümüzdeki on yılda çok ciddi su sorunlarının yaşanacağı, bunun bölgesel çatışmalara yol açabileceği, 2025 yılında dünya nüfusunun yarısından çoğunun sağlıklı su bulamayacağı söyleniyor.
Almanya İçişleri Bakanı Wolfang Schauble “Türkiye Müslüman göçmenleri alsın biz de Hristiyanları” derken, Fransa Dışişleri Bakanı “Ancak Hristiyanları alırız” derken, 21. yüzyıl için öngörülen ayırımcı, dışlayıcı Batı algısının işaretlerini veriyorlar.
Soğuk Savaş sonrası yeni dünya düzeni dedikleri işte bu! Maalesef!.. Adaleti, refahı, özgürlüğü öne alacakken, kaynakları ele geçirmeyi, farklı kültürleri dışlamayı ve farklılıkları çatışmaya dönüştürmeyi önceleyen bir dünya düzeni. Avrupa'da Şubat ayından bu yana evler yakılıyor. Sistemli bir tersine göç operasyonu bu. 11 Eylül sonrası bütün Avrupa Birliği ülkelerinde vatandaşlık yasaları, göçmen yasaları değiştirildi, sertleştirildi. İkinci Dünya Savaşı sonrası geliştirilen ve Avrupa'nın en önemli zenginliği olan “çok kültürlülük” tezi beş yılda çöpe atıldı. Türkiye'nin AB üyeliğine yönelik en ciddi direnç kültürel farklılık olmaya devam ediyor.
İnsanoğlu, 20. yüzyılın korkunç örneklerini ne çabuk unuttu? Yeni yüzyılda çok daha çatışmacı, çok daha açgözlü, çok daha dışlayıcı bir dünya kurmaya çalışıyor. Böyle devam ederse, gıda krizinden etnik çatışmalara, ekonomik varlıklara yönelik öfkeli saldırılardan farklı din mensupları arasında krizlere, sosyal patlamalardan siyasi otoritelerin yerle bir olmasına kadar, dünyanın her yerinde akılalmaz şiddet örnekleri yaşayacağız.
Güney Afrika'dan gelen o kareleri hafife almayalım. Irak'ta yüzyıllardır aynı sokakta yaşayanların birbirine nasıl boğazladıklarını hatırlayalım. Avrupa tarihindeki büyük katliamları da. Hepsi bizim ürünümüz. Bu nedenle, tekrarlarını yaşamamak için bütün insanlık refahın ve adaletin tesisi için seferber olmalı. Yeni ırkçı dalganın, kaynak savaşlarının, doymak bilmez bir iştahla dünyayı kontrol altına almaya çalışanların karşısına dikilmeli. Bu süreç tersine çevrilmeli. Aksi takdirde 21. yüzyıl tahmin edemeyeceğimiz trajedilere sahne olacak…
Alman ve Fransız bakanların dediği olursa, onlar Hristiyanları, biz Müslüman göçmenleri alırsak, bugün şekillendirmeye çalıştıkları dünya düzeni kökünden sarsılacak demektir.
Yeni Şafak gazetesi