Ben de her meseleyi anında izah eden kolay pratik şablonlara, bütün girift sorunları hızla çözümleyen müthiş formüllere sahip olmak isterdim elbette. Okurlarıma ve dinleyicilerime karşı büyük bir özgüvenle “biz bu filmi görmüştük” rahatlığıyla çıkmak isterdim. Birkaç olayı ardı ardına sıralayıp hiçbir şeyin tesadüf olmadığını ve bütün meselenin uyuyan hücrelerin harekete geçip ülkemize karşı kamikaze saldırılarına girişmesinden ibaret olduğunu sükûnet telkin eden bir edayla takdim edebilecek kadar tecrübe sahibi olsaydım keşke. Maalesef bu derece donanımlı, tecrübeli ve ufuk sahibi gazeteci-aydın, siyasetçi ve bürokrat yeterince yetişmiyor ülkemizde.
Vallahi ne yalan söyleyeyim; Sedat Peker’in onlarca milyon izleme alan videoları için bazı arkadaşların değerlendirmelerini okuyup dinleyince ağzım bir karış açık kalıyor. Meğer Sedat Peker üzerinden ülke ve toplum ne ağır, ne yıkıcı küresel operasyonlara maruz kalıyormuş da haberimiz olmamış. Videoları seri intihar saldırılarına benzeten, Dağlık Karabağ’dan Libya’ya kadar Türkiye’nin başarı elde ettiği hemen bütün alanlara ilişkin küresel bir intikam operasyonuna bağlayan stratejik analizleri işitince şaşırıp kalıyoruz, nutkumuz tutuluyor tabii. Derin, daha derin, en derin operasyonlar karşısında elimizden pek fazla bir şey gelmeyeceği için biz de görebildiğimiz ve anlayabildiğimiz gelişmeler üzerine söz söyleme yolunu tutuyoruz çaresiz.
Sedat Peker’in sicili kimseye sır değil. Türkiye’de Sedat Peker gibi isimlerin ne türden işleri organize ettiğini, siyaset, bürokrasi, iş dünyası, gayrı meşru ilişkiler ve bütün bunların neticesinde ortaya çıkan boğucu iklimin yabancısı değiliz. Ne Sedat Peker’in beyanlarını esas alıp birilerini suçlama, yaftalama ve itibarsızlaştırma peşinde koşmak ahlak, akıl ve hukuk dairesinde olur. Ne de Sedat Peker’in sicilini ama seçili ve konjonktürel sicilini tek tartışma konusu yaparak gündeme düşen iddia, ifşa, itham ve itirafları görmeden gelebiliriz. Beraat-ı zimmet asıldır ve hiçbir kimse delilsiz, şahitsiz itham edilemez. Bir önceki yazımızdan farklı bir dizi meseleyi yeniden tartışmak niyetindeyiz. Birleşik Arap Emirlikleri’nin de FETÖ ve PKK’nın da Türkiye üzerine hesapları, tuzakları, saldırıları olur, oluyor da. Muhalefet partilerinin mezkûr beyanları fırsata çevirmek, iktidarı yıpratmak ve olası bir seçimde devleti mafyadan ve yolsuzluklardan temizlemek istiyoruz gibi bir kampanya dairesinde halk desteğiyle hükümet olma hesapları da vardır muhakkak. Amerika’sı, Avrupa’sı, İsrail’i, Rusya’sı için de benzer niyet ve gayretlerden bahsetme imkân ve ihtimali vardır.
Bunların hepsi tartışmaya açıktır. Yalnız Sedat Peker hadisesinin iç dinamiklerini görmeden, bu hadiseyi toplumun bir numaralı gündemi haline getiren zaaf ve çelişkilere odaklanmadan yapacağımız tartışmaların hemen tamamı narkoz etkisi de yapar çürüme ve çöküş yolunu da hızlandırır. Eğer kaçırmadımsa Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan bu hadise üzerine 17 Mayıs Pazartesi günü açık isim ve adres vermeksizin sadece şu iki cümleyi kurdu: “En büyük üzüntümüz ülkemizde hala çetelerden medet umacak kadar zavallılaşan, küçülen, haysiyet fukarası kişiliklerin olduğunu görmektir. Terör örgütleri gibi suç çeteleri zehirli bir yılan gibidir. Onlarla aynı çuvala girerseniz daha sonra başınıza geleceklere rıza göstermiş olursunuz.” Yeterince sarih, olması gerektiği gibi net değil ama bütün bu tartışmaları hiç engellemeden izlediğini söyleyebiliriz. Evet, bir süredir mafyatik aktörlerin siyaset ve toplum üzerindeki ağırlıklarının tekrar arttığını gösteren emareler hiç de az değil. Yakın zamanda Alaattin Çakıcı, Korkut Eken, Engin Alan ve Mehmet Ağar’ın Bodrum Marina’da verdikleri resim hiç de hayra alamet değildi mesela. Bu bağlamda Sedat Peker’in yurtdışına kaçışı Çakıcı’nın tahliye olma süreciyle ve Mehmet Ağar’ın eski kudretli günlerine döndüğü günlere denk geliyordu. Neticede iktidar savaşının farklı düzlemleri, aktörleri ve rekabet biçimlerinden biri tahakkuk ediyordu.
Polis baskınlarıyla mevzi kaybeden, yurt içinde tutunma imkânı bulamayan ve kısa bir süre içinde “saygın işadamı” sıfatından hakkında kırmızı bülten çıkarılan “sözde çete yöneticisi”ne dönüşen Sedat Peker’in elinde kalan en etkili silah tripot ve kameradan ibaretti. Z kuşağı “youtuber”larına taş çıkarırcasına seriye bağladığı beyanlar şimdi Türkiye’de en temel meselelerin yeniden tartışılmasına bir vesile oldu.
Nerdeyse şartlar eşitlenmiş oldu şimdi. Eline tripot ve kamera alan herkes konuşabilir, herkes savunma veya eleştiri yapabilir. Kaldı ki emniyet, savcılık ve mahkemeler de bu süreçte görevlerini daha bir hassas ölçüyle yapmak durumunda. Ağır ithamlarla belki de çirkin iftiralarla örülmüş bir dizi konuşmadır bunların hepsi. Ancak üzerinden yaklaşık otuz sene geçmesine rağmen çözülemeyen suikastlarda adı hep bir numara olarak geçen kişilere karşı da mı Üst Akıl harekete geçti acaba? El koyulan marinadan tonlarla ifade edilen uyuşturucu trafiğinde adı geçen firma sahipleri neden konuşmuyorlar örneğin? Tamam, yine FETÖ tezgâhı ve Amerikan oyunu ihtimalini unutmayalım ama o gemiler nasıl alındı, bu devasa filolar hangi güzergâhta neler taşıdılar ki geometrik büyümeler yaşadı bu genç işadamları? Mafyaya güvenmek, organize suç örgütlerinin söylemiyle siyaset ve topluma istikamet çizmek olacak iş değil elbette. Ne var ki infaz yasası düzenlenirken, sağlık raporları yazılırken, mahkemelere bilirkişi atanırken daha önemlisi devletin illegal işleri gördürülürken muteber ve ayrıcalıklı kılınanlar için şimdi “kulak asmayın onlara” denilince akan sular durmayacak tabii ki.
Özetle 90’lı yılların karanlık, kanlı ve yoksullaştırıcı iklimini temsil eden Mehmet Ağar ve Tansu Çiller gibi aktörlerle miting meydanlarında resim vermenin toplumu siyasetten soğutmak, uzaklaştırmak ve güvensizleştirmek olduğu inşallah anlaşılmıştır. Bakan, milletvekili ve yüksek bürokratların çocuklarına babalarına muadil görevler ihdas etmenin toplumsal öfkeyi nasıl kabarttığı ve devleti keyfiliğe mahkûm ettiği umarız anlaşılmıştır.
Hiçbir birikim, ufuk ve analiz gücünü temsil etmeyen basit trolleri medya patronu ve akil insan ilan edip kamuoyu önüne çıkarmanın nasıl da büyük bir gürültü ve çirkinlikle ters teptiği anlaşılmıştır inşallah. Uzun uzun futbol konuşalım, saatlerce magazin tartışalım, türbe ziyareti adabı üzerine kapsamlı nutuklar çekelim, hiçbir somut veriye dayanmaksızın alabildiğine soyut ehliyet, liyakat, adalet tartışmalarına saralım ülkeyi ama “hakkında Kırmızı Bülten talep edilen organize suç çetesi sözde yöneticisi (S.P.)”nin hiçbir iddiasını tartışmaya, adli ve idari soruşturmaya hacet duymayalım. Biz asıl bu saçma korku filmini çok gördük ve bir daha da görmek istemiyoruz hanımlar, beyler.
Yeni Akit