Bu Defa İşi Silahsız Kuvvetler Hal(l)Etti!

MUSTAFA SİEL

(Bu Anlattığım Hepimizin Ortak Hikayesidir)

Bu defa işi silahsız kuvvetler hal etsin! 28 Şubat Paşalarının cuntacı medya, sermaye ve yargıya talimatı böyle idi. Post modern darbenin ABD’nin talimatları doğrultusunda (açıktan) silah kullanılmadan demokrasi kılıfı altında yapılmasını sağlamak amacıyla söylenmiş bir sözdü ve gazetelerde yer almıştı. Gerçekten de (silahlı kuvvetlerin önünde yer alan) silahsız kuvvetler halkın iradesini hal(l)etmişti o günlerde.

15 Temmuzda yaşanan cuntacı askeri darbe girişimini ise, hiç kimseden talimat almaksızın gerçek silahsız kuvvetler olan halk hal(l)etti. Zira daha saat 23 sıralarında, neler olduğunun farkına yeni varılmaya başlamasıyla halk sokaklara dökülmeye, idam fermanı anlamına geleceğini his ettikleri darbeye karşı koymaya yönelik, kendiliğinden ortaya çıkan, adı konulmamış bir iradeye bürünmüş görünüyordu.

Erdoğan’ın sokağa çıkma çağırısı, bu iradeyi keskinleştirdi ve kuvvetlendirdi, adını koydu sadece. Yani halk Erdoğan olmasa idi bile sokaklara çıkacak ve darbeye karşı koyacaktı benim gözlemlerime göre. Davutoğlu’nun enfes tesbitiyle, bu darbenin püskürtülmesinde özne gerçekten halk idi, üstelik kimseden bir emir ve direktif almaksızın koydu bu iradesini ortaya.

Kulaklarıma İnanamadım

Cuma gecesi Saat 22 sıralarında uyku ile uyanıklık arası radyo dinlemekte iken, tevafukken köprü ve Ankara’da yaşanan ve spikerin anlam veremediğini söylediği olaylar mideme kramp girmesine yetti de arttı bile. Kulaklarıma inanamadım ve hemen internet sitelerine yöneldim. Yarım saatlik bir sörf sonucu 12 Eylül benzeri bir darbe sürecine girdiğimizi (istemeyerek) kabullenmek zorunda kaldım. Yani, tarihi bir dönüm noktasında olduğumuzu, konunun olmak yada olmamak sorunu olduğunu, (hiç kimsenin ve benim beklemediğim bir gelişme olması nedeniyle) içim cız ederek idrak ettim.

Ne yapacağımızı kestirmeye çalışırken, internete düşen (ve Oda Tv, T24, Habertürk gibi) sitelerin iştahla verdiği ordu yönetime el koydu açıklaması dilimin damağımın kurumasına yol açtı.

Aklıma uzaktan izleyip destek vermeye çalıştığımız Mısır darbe süreci geldi ve sıranın bize gelmiş olduğunu hoşlanmayarak idrak ettim. Hemen arkadaşlarla görüşüp, dernekte bir araya gelerek hareket tarzımızı netleştirmeye karar verdik ve saat 23 civarında hanım ve kızımla helalleşip, kapıyı kilitlemelerini ve kimseye açmamalarını tembihledim. Ne zaman döneceğimi soran hanımıma da, hiçbir zaman geri dönmeme ihtimalinin bulunduğu açık bir şekilde söyleyerek ayrıldım evden.

Ertesi gün şahit olduğum konuşmalardan, sadece arkadaşlarımın değil, çeşitli kesimlerden İslamcıların çoğunun tıpkı benim gibi düşüncelerle ve benzer tavırlarla evden çıktıklarını anladım.

Nereden Nereye

Derneğe doğru giderken insanların evlerinde henüz olayın farkına bile varmadığı, varsalar bile (İslami camialar dahil) tıpkı daha önceleri olduğu gibi pırsacaklarını, sadece bizim gibi marjinal! birkaç kişinin tepki vereceği düşüncesinde idim ve hareket tarzımızı buna göre oluşturmamız gerektiğimi düşünüyordum.

Yolda iken belediye hoparlöründen yapılan ve halkı darbeye karşı meydana çağıran ilan yüreğimi biraz ferahlattı ise de, bir sonuç vermeyeceğini düşündüm. Derneğin önüne geldiğimde, gelen arkadaşlar halkın meydanda birikmeye başladığını söyleyince, hemen dernek toplantısını iptal ederek bu kalabalığa katılma kararı aldık.

Meydana vardığımızda yaklaşık bin kişilik bir kalabalık toplanmış tekbir getiriyor, milli ve İslami sloganlar atıyorlardı. Hem şaşırdım, hem de 4 yıldır genelde hep bizim ilk geldiğimiz bu meydana bu kez geç gelmiş olduğumuzu düşündüm.

Kıssadan Hisseler

Buraya kadar gelişen olaylar neticesi bazı şeylerin yaşayarak farkına vardım. Olaylara seyirci değil, şahit ve müdahil olmak ile cemaat olmanın getirdiği eminlik, direnç, cesaretin önemi. Eğer İslamcı bir cemaat mensubu değil, İslamcı bir fert olsa idim muhtemelen evde ekranlardan ve internetten seyirci olarak gelişmeleri izler, bu arada korku ve kaygı ile kıvranır durur, üstelik olaylara en ufak bir dahlim olmazdı. Lakin daha dernekte toplanma kararı verir vermez bende oluşan rahatlık, öz güven, direnç, tevekkülü hemen hissettim.

Bir diğer hususta, meydanların, sanılanın aksine, evlerden ve binalardan insana daha fazla eminlik, direnç kazandırması idi. Yani meydanlara çıkılması gerektiği zamanlarda meydanlar bir rahmet yeri iken, eve kapanıp kalmak bir zahmet yeri oluyordu.

Yine, farkına vardığım bir hususta, bu tür hassas ve acil durumlarda, uzun boylu düşünüp beklemeden hareket geçmenin zarureti ve göçün yolda düzüleceği hususu idi. Zira kararsızlıkla beklemek ve sadece ne yapacağını düşünmek, insanı pasifize eden, yıldıran bir durum iken, hareket geçmek, arkadaşları ile beraber meydana çıkmak ise, kişide değil bir kişiye, tüm orduya meydan okumasına yetecek bir dinginlik, cesaret ve tevekkül kazandırdığı gibi, doğru yol ve yöntemi bulmasına da imkan sağlıyordu.

Ummadık Taş Baş Yararmış

Birazdan Belediye Başkanı ve Ak Parti teşkilatı gelip, darbeye karşı durulacağına dair gayet radikal konuşmalar yaptılar ve meydan dolmaya başladı. Gecenin ilerleyen saatlerinde, (Merkez nüfusu 100 civarında olan Amasya’da) 7-8 bin kişiye ulaşan kitlenin ağırlığını hemen her kesimden İslami camialar ile ülkücülerin yanında, beni çok şaşırtan bir şekilde, sıradan halk oluşturuyordu.

Doğrusu riskin çok yüksek olduğu o belirsiz ortamda, ben İslamcıların bile meydana çıkmayacağına dair ağırlıklı bir kanaat taşırken, mankurt seçkinlerin dağdaki çoban diye küçümsedikleri, sıradan diyebileceğimiz ve ideolojik açıdan renksiz halkı orada görmek beni hem şaşırttı, hem de bu darbe bitmiştir kanaatine yönlendirdi.

Dağdaki Çobanlar Meydanlara İndi

Burada çobanın oyu ile profesörün oyunun aynı olmaması gerektiğini ısrarla gündeme getiren mankurt seçkinlere ilk kez hak verdim. Evet dağdaki çobanların oyları, profesörler asla aynı olamaz, kanaatimce onlardan fazla olmalı. Mesela 1 çoban, 10 profesör oyuna eşit sayılabilir adalet gereği. Zira o çobanlar ferasetle darbenin acı neticelerini hissederek meydanlara çıkıp, hem kendilerini, hem çocuklarını, hem ümmetin geleceğini, hem de mankurt profesör ve aydınların canlarının kurtulmasında hayati rol aldılar.

Bu arada, belki de ilk kez 15 Temmuzda köylerden kentlere gelerek meydanlarda slogan atan köylülere şahit olduk. Belki de ilk defa yaşandı bu durum Türkiye’de? Bu da çok dikkat edilmesi gereken, % 70 - 75’lik, mankurt elitlerce dağdaki çoban diye tahkir ve tazyif edilen halk kesiminin nereden nereye geldiği konusunda önemli sosyolojik bir tespit olarak burada not düşmek istedim.

Nurcular Bile Meydanlara İndi İse Korksun İslam Düşmanları

Yine meydana nurcuların çeşitli kolları ile Mahmut Efendinin talebelerinin de yerlerini aldığı tespitini yapmak istiyorum. Meydanda sadece sıkıyönetim var evlerinizden çıkmayın diyen Saadetlilerle, darbe olacak diye zil takıp oynayan İrancılar yoktu ve onlarda bağlılarına sokağa çıkmayın diye talimat vermişlerdi.

Fetöcülerin ilk zamanlarda meydana geldikleri, ama darbenin püskürtüleceğini anlayınca yavaş yavaş meydandan çekildiklerini, onları tanıyan bir abi söyledi. Bu arada, işyerlerinde ve yakın akrabalarında Fetöcü bulunan bazı arkadaşlar, son zamanlarda Fetöcülerin Erdoğan’ı eleştirmeyi bıraktıklarını ve çok neşeli oldukları gözleminde ve muhtemelen bu darbe girişiminden haberdar oldukları kanaatindeler. Fetöcülerle ilgili bu iddiaları sadece aktarmakla yetiniyor, doğru olabileceğini düşünüyorum.

Meydanda İslami Hava Hakimdi

Doğrusu oraya toplanan kitlenin özellikle İslami kesiminde ciddi bir duruş ve direnç hissettim. Yine AK Parti Teşkilatınca yönlendirilen topluluğun, milli söylemleri yanında, tekbir ve İslami söylemlere gelince daha bir coştuğunu, motive olduğuna şahit oldum.

Darbe tekbirlerle önlendi söylemi, bence doğru bir tespittir. Zira sela ve ezanlar, tekbir ve İslami içerikli söylemler ve dualar ile ilahi, marş ve ezgiler ağırlıklı olarak demokratik bir eylemden ziyade, bilinçli yada bilinçsiz cihat havası veriyordu meydana.

Nitekim meydanda sabahlayan eylemcilerin,  hemen sabah namazını meydanda kılması da, hem bu cihat ruhunu, hem de % 70’lik kitlede yaşanan değişimi ortaya koyan ipuçları idi. İşin aslı, demokrasi sadece kerhen zikredilen bir argüman iken, oradakilerin ekseriyeti bilinçli bilinçsiz İslami bir eylemlilik içinde olduklarının idrakinde idiler.

Meydanda Ölümü Göze Almış Bir Topluluk Vardı

Ortamda korku yoktu, cesaret vardı. Belirsizlik yoktu, darbeyi püskürtmeye yönelik açık ve kesin bir irade ile öz güven vardı. Amasya’da askeri bir hareketlilik yaşanmadı. Lakin 10 bine yakın askerin olduğu acemi er eğitim tugayından gelecek bir kalkışım olabilirdi ve eğer olursa, muhtemelen ciddi bir biçimde karşı konulacaktı. Nitekim ertesi gün Tugay Komutanı darbecilerin sıkıyönetim listesinde adının bulunması nedeniyle tutuklanmış olması, böyle bir riskin hiç te yabana atılamayacağını ortaya koydu.

Hamaset yapmayı hiç sevmem. Objektif bir tesbit olarak söylüyorum ki,  bu karşı koyuş iradesi, bizim arkadaşlarımızın zaten tartışılamayacak bir şeydi ama, özellikle Milli görüş kökenli diğer İslami kesimlerde, hatta sıradan halkta bile seziliyordu.

Ben bu sezgiyle, meydana geldiğim andan itibaren bu darbenin püskürtüleceğine dair bir kanaate ve güvene eriştim ve darbe püskürtülene yada ölüme değin sürecek bir mücadele süreci konusunda tam bir tevekkülle kendimi hazır hissettim o meydanda.

İpten Döndük

Doğrusu ipten döndüğümüz kesin. Zira eğer darbe başarıya ulaşsa idi, 12 Eylül ve 28 Şubatı mumla aratacak bir gelecek vardı (tabi bizim için değil, çocuklarımız için, zira bizim için işkence ve mezardan başka bir gelecek görünmüyordu).

Bazıları hala Fetöcülere ve darbecilere merhametle davranılması gerektiğinden dem vurabiliyor. Lakin bana göre artık gelinen nokta, Medine kuşatmasında Müslümanlara ihanet eden Beni Kurayza Kabilesine yapılan uygulamalardaki ilke ve esaslara göre bu zümreye karşı tavır alınmasından ve uygulanmasından başka bir şey değildir. Zira merhameti hak etmeyene merhamet, kendimize zulümdür.

(Not: Bu yazıdaki halktan kastım bu memleketin % 70 - 75’ini oluşturan ve çeşitli seviyelerde kendini dindar olarak nitelendiren Sünni - muhafazakar halk kitlesi olup, % 25 - 30’luk diğer kesim darbe karşısında ikilem içinde kalmıştır. İkilemleri demokrasi ve halk iradesi ilkesine olan inançlarından değil, darbe başarılı olursa kendilerinin de zarar görebileceğine dair (önceki tecrübelerden kaynaklanan haklı) endişeleridir. Eğer darbecilerin kendilerinden olduğuna yada en azından kendilerine zarar vermeyeceğine dair ciddi bir kanaatleri olsa idi, muhtemelen sokağa çıkacaklardı ama, tıpkı Mısırda olduğu gibi. Yani darbeyi desteklemek ve darbeyi püskürtmek için uğraşan % 70 - 75’lik kitleye karşı darbeyi desteklemek için.)