Bu Bir Arakan Yazısıdır, Arakan Bir Yazgı Değildir!

AHMET MARUF DEMİR

Bilgi Ve Erdem Vakfı'nın "Kitap Oku, Arakan'a Can Ol" kampanyasını nihayete erdirmek için yola çıkıyoruz. Rotamız, Bangladeş'te Arakanlı kardeşlerimizin kalmak zorunda kaldığı kamplar. Lakin bu hayır organizasyonuna çıkmadan bir gün önce Diyarbekir'de hayırlı bir toplantıdayız. Toplantının amacı Afrikalı kardeşlerimiz için "Göz Nuru" katarakt çalışması.  Diyarbekir AID ve Bilgi Ve Erdem Vakfı ortak bir çalışmaya imza atıyor. Spot cümlelerini ise "Karanlıkları Aydınlığa Çıkarmaya Vesile Ol!" Bu vesileyle 250 Tl meblağ karşılığında katarak sorunu olan Afrikalı kardeşlerimize ulaşmak istiyorlar. Bilgi Ve Erdem Vakfı ilk etapta 100 kardeşimize sponsor oluyor. Haliyle toplantıda olan bizler ve özellikle de İstanbul'dan gelen AID Merkez yöneticileri buna çok seviniyor.

Yolcu yolunda gerek diyerek, ben, toplantıdan erken ayrılıyorum. Helalleşip vedalaşıyoruz. Ertesi gün Diyarbekir'den İstanbul'a doğru uçak ile hareket ediyoruz. Oradan da Bangladeş'e yine uçak ile yaklaşık 7 saatlik süren bir yolculuğa çıkacağız. Uçakta beş tane Diyarbekirli genç ile tanışıyorum. İkisi yanımda, üçü de ön koltuklarda oturmuş. Kanları kaynıyor. Hareketliler. Farkındayım, uçaktaki diğer yolcular tedirginler. Birbirlerine karşı kendilerince normal olan hareketlerde bulunuyorlar. Oysa rahatsız verici bir durum ile karşı karşıyayız. Bir müddet sessizliğimi koruyorum. Rabbimden izinsiz bir yaprağın dahi düşmeyeceğine olan inancım, bunda da bir hikmet olduğuna yöneltiyor beni. Sürekli gülüyorlar. Yüksek sesle konuşuyorlar. Ben koridor tarafı koltukta oturuyorum. Orta koltuktaki ile cam kenarı tarafında oturanlar arasında birden kol saati muhabbeti başlıyor. Cam kenarındaki, kolundaki saatinin orijinal olduğunu, diğeri ise hayır çakma olduğunu söylüyor. Araya giriyorum. Niye çocuğa inanmıyorsun? diye soruyorum. Orta koltukta oturan da, sorumun karşılığını, "Ağbe Allah aşkına bu tipe bak. Doğru söyleyen bir tip var mı?" diye veriyor. "Gençlere her zaman güvenirim. O orijinal diyorsa orijinaldir" diyorum. Bu cevabım ikisinin de hoşuna gidiyor. Aramızda muhabbet başlıyor. İlk defa tanıştığım herkesin bana sorduğu o soruyu onlarda soruyor. "Diyarbekirli misin?" Mesele konuşma/diksiyon yani. Neyse ki, radyo programcısı olduğumuzu söyleyince anlayışla karşılıyorlar! Nerdeyse her konuda konuşuyoruz. Daha sonra önümüzde oturan gençlerde muhabbetimize ortak oluyorlar. Ben orta koltuğa geçiyorum. Önde oturanlar ile zaman zaman yer değiştiriyor yanımdakiler. İstanbul'a ne için gittiklerini soruyorum.  "Yılbaşı eğlenceleri için" diyorlar. Üzülüyorum. Yola bunun için çıkmışlar. Döndürmek çok zor. Yine de alternatif sunmaya çalışıyorum. İstanbul'a gelmişken bir yerde sabit durmayın. Gezin. O kadar gezilecek, görülecek yer var ki. Emin olun daha çok zevk alacaksınız. Pişman olmazsınız, diyorum. Yine de ikna ettiğimi pek sanmam! Bu kez onlar  benim ne için gittiğimi soruyorlar. İstanbul'a değil. Arakanlı kardeşlerimiz için Bangladeş'e gidiyorum, diyorum. "Hee ağbe biliyoruz. O denizde kaçanlar değil mi?" diye soruyorlar. Onaylıyorum. "Ula adam nereye gidiyor. Biz nereye..." diyorlar. Anlık sessizlik oluşuyor. Önlerine bakıyorlar. Sessizliği bozan ben oluyorum. Aklıma bir gün önce katıldığım, Afrikalı kardeşlerimiz için yapılacak olan katarakt ameliyatları çalışması geliyor. Biletlerinizi kaça aldınız? diye soruyorum. "300 Tl" diyorlar. Konuyu ameliyat maliyetine getiriyorum. Sizin birkaç saatlik eğlence için harcadığınız bu paraya, dünyayı sizin gibi görmeyen bir kardeşimizin gözleri açılıyor. Biliyor musunuz? diye soru cümlesiyle konuşmama devam ediyorum. Kalpleri yumuşuyor. Epey daha muhabbet ettikten sonra telefon numaralarını alıyorum. Döndüğümde inşaAllah sizi arayacağım diyorum.  Telefon numaralarını veriyorlar. "Muhakkak görüşelim ağbe..." diyorlar. Kısa süre sonra uçaktan anons yapılıyor. "Lütfen koltuklarınızı dik hale getiriniz. Kemerlerinizi takınız. Güneşliklerinizi açık olsun. İnişe geçiyoruz."

01.01.2018

Saat 03:40 uçağı ile Bangladeş'e doğru hareket ediyoruz. Saat farkından dolayı öğleden sonra, saat iki sularında Bangladeş/Dakka'ya varıyoruz. Havalimanındaki vize işlemlerimizi bitirdikten sonra taksiyle, başkent Dakka'da taksiciye tarif edilen yere doğru yola çıkıyoruz. Araç yolda seyir halindeyken camı açıyorum. Niyetim şehri görmek. İnsanları izlemek. Şehirde müthiş bir keşmekeşlik hali var. Trafik lambaları yok. Trafik akışı soldan sağlanıyor. Bu durum İngiliz koloniliğinden kalma bir husus. Araçlarda şoför mahalli de aracın sağ tarafında. Yol trafiğini ellerinde sopalar olan polisler sağlıyor. Sopaların ne işe yaradığını  çok geçmeden anlıyoruz. Özellikle şehir içi taşımacılığı yapan minibüslerin boyaları bu sopalardan dolayı kalkmış, kaportaları sürekli içeri gömük vaziyette. Trafik ihlali yapan araçlar, ellerinde sopalar olan trafik polisleri tarafından bu şekilde cezalandırılıyor. Özellikle toplu taşıma araçlarının hangi dönemden kaldığını kestiremiyoruz. Ülke genelinde alt yapı çalışması ise oldukça zayıf. Yüksek binalara yer yer şahit oluyorsunuz. Bangladeş aslında sanıldığının aksine fakir bir ülke değil. Bambu ağaçları, tropikal meyveler ve deniz ürünleri ile zenginliği var. Fakat nüfusun yoğunluğu ve şuan ki rejim tarafından Hindistan'a olan gönüllü kölelik toplumun gelişmesini engelliyor. Teknolojik anlamda gelişim sadece iletişim alanında olmuş. Burada bir bit yeniği aramıyor değilim doğrusu. Düşünmeye sevk ediyor bu durum beni. Savaşın yaşandığı bölgelere dahi yaptığımız yardım organizasyonlarında dahi telefon ve özellikle internetin olması düşündürüyor beni. Bu gibi toplumlarda çoğu şekliyle başarılamayan ahlak erozyonu; ifsadın ve fuhşiyatın alabildiğine yoğunlaştığı ortamları kendinde barındıran internet eliyle mi oluşturulmak isteniyor? Bir soru olarak takılıyor aklıma işte. Bunun dışında ise hem başkentte hem de diğer bölgelerde şaşırmalarımız sadece "yıl olmuş 2018 hala mı böyle?" şeklinde oluyor.

Partner kuruluşlarımız ile başkentte buluşuyoruz. Kısa bir toplantı sonrası yardım gönüllerinin bizlere teslim ettikleri paralar ile gıda ve battaniye taksiminde buluyoruz. Bilgi Ve Erdem Vakfı, Özgür-Der, Fetih-Der, Siirt Tillo Derneği ve şahsi olarak infaklarını gönderen hayırseverlerin yardımlarıyla yaklaşık 13 ton gıda, 800 adet battaniye dağıtımı ve 4 büyük baş kurban kesimi için  anlaşma sağlıyoruz. Ertesi gün bu dağıtımları gerçekleştireceğimiz Cox Bazar'a gitmek için uçak biletlerimizi de ayarlayıp, dinlenmeye geçiyoruz.

02.01.2018

Saat: 08:30 uçağıyla Cox Bazar'a doğru hareket ediyoruz. Yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Cox Bazar'a varıyoruz. Havalimanından çıkar çıkmaz kesif bir koku bizi karşılıyor. Bitki örtüsünün her yeri donattığı bu şehirde kokunun nedenini anlamaya çalışıyoruz. Cox Bazar aslında bir tatil şehri. Adını İngiliz bir kaptan olan Hiram Cox'dan alıyor. Lakin bizlerin tipik olarak bildiği tatil beldelerinden çok farklı bir düzensizliğe sahip. Araçlar Hindistan menşeli. Başkent Dakka'da da gördüğümüz motorlu ya da pedallı üç tekerlekten oluşan ve taksi olarak işlev gören Rigşaları burada da görüyoruz. Bir tanesin binip kalacağımız otele doğru hareket ediyoruz. Kesif kokunun nedeni de böylece önümüze çıkıyoruz. Açıktan akan kanalizasyon suları. Yer yer kesif kokunun şiddeti artıyor. Yerli insanların çoğu alışmış gibi. Ya da belki bize öyle geliyor! Otelimize varıyoruz. Rigşa'dan iner inmez gözüme t-şort'unda Türkiye bayrağı olan biri ilişiyor. Selam veriyorum. Selamımı alıyor. TİKA görevlisi olduğunu öğreniyorum. TİKA'nın neredeyse ümmet coğrafyasının her yerinde olması herkes gibi beni de sevindiriyor. Oda rezervasyonumuzu yapıp, yukarı çıkıyoruz. Bir müddet dinlendikten sonra partner kuruluşlardan arkadaşlar geliyor. Bizleri alarak Cox Bazar'a bağlı olan bir adaya götürüyorlar. Adaya seyahatimiz tekneyle oluyor. Denizde karşılaştığımız gemiler o kadar eski ki zaman makinesi içinde dolaştığımızı zannediyoruz. Çoğu ahşaptan yapılma. Bangladeş'in en ünlü ağacı Bambu Ağacı, evler gibi gemilere de hayat veriyor. Adaya vardıktan sonra aynı koku ile burada da karşılaşıyoruz. Alt yapı sorunu bu ülkenin herhalde en başlıca sorunu... Ve Allah'ın lütfü olan müthiş bitki örtüsü. Bu ağaçlar olmamış olsaydı, bu havayı başka ne temizlerdi? sorusunu sormadan edemiyoruz. Ana caddeler hariç diğer bütün yollardaki çamurlu yollar burada da dikkatimizi çekiyor. Bunu da alt yapı sorununa bağlayanlar oluyor. Bu konuda şahsen benim farklı bir teorim oluyor. "Yağmur toprağına göre yağar" diye. Belediyeler bilinçli mi yapmıyorlar, bilmiyorum. Lakin yağmurun neredeyse eksik olmadığı bu ülkede her yerin asfalt ve kaldırım taşları ile donatılması, su taşkınlarına neden olabilir kanaati bende ağır basıyor. Bu yüzden de bu çamurlu yolları yadırgamıyorum. Türkiye'nin 4'te biri kadar olan bir ülkede 160 milyon insan yaşıyor. Gittiğiniz her yerde, yol üstünde evler ve insanlar görüyorsunuz. Her 20 ya da 30 kilometrede ticaret kavşakları var. İnsanlar bu ticaret kavşaklarında ihtiyaçları olan şeyleri temin ediyorlar. Bu yerlerin dışından kalan yerleşkelerde alım-satım yapan mekanlara çok şahit olmuyoruz. Bizler İngilizce ve Arapça eğitim veren bir medreseye doğru gidiyoruz. Cox Bazar'a 40 km uzaklıkta. Yol üstünde ticaret kavşaklarından birinde duruyoruz. Refakatçilerimizin biraz işi var. O sırada benim gözüm bir kız çocuğuna takılıyor. Yol kenarında babasıyla beraber kurutulmuş balık satıyor. Ayaklarında bir şey yok. Babasının ağzında ise sarılmış bir sigara, derin tüttürüyor. Nerden bulmuşsa? diye soruyorum içime. Kız çocuğu babasıyla konuşuyor. Arada bir ayak parmaklarını sayıyor. Ben hala kendisini izliyorum. Bakışlarından süzülüp içime doğru bir şiir uçuyor. İlham veriyor bu fotoğraflık kare bana. Kalbime yazıyorum o an sözleri: Babamla kurutulmuş balık satardım / Hem sigarayı  nereden bulmuşsa / Yokluktan ayak parmağımı sayardım. Fotoğrafını çekmek istiyorum. Telefonumu çıkarıp tam fotoğrafını çekecekken fark ediyor beni. Gülümsüyor. Utanıyor. Yüzünü dönüyor. Saklıyor. Babasının kollarına dayıyor başını: Şurada hayal kuran bir deniz kızıydım / Hem bu adam nereden çıktıysa / Kumdan kalemim burçlarına sığındım. Refakatçilerimiz geliyor. Ben inatla fotoğrafını çekmek istiyorum. Fakat sarsıntıdan fotoğraf net çıkmıyor. Telefonun ekranında kalan pürüzlü bir gülümsemeyle bizleri uğruluyor. Medreseye varıyoruz. Bütün öğrenciler ve öğretmen kadrosu okulun bahçesinde bizleri bekliyor. Dualar ve salavatlar ile karşılanıyoruz. İki öğrencinin elinde bir pankart. Pankartın üzerinde isimlerimiz ile beraber hoş geldiniz yazılı. Oldukça duygulanıyoruz. Hele ben böyle şeylere hiç alışkın değilim. Çok fazla da sevmem. Yine de duygulandığımı ifade ettim, ediyorum. Yaklaşık 550 çocuk eğitim görüyor bu okulda. 15 tane de öğretmeni var. Ayrıca 35 tane de yetimi barındırıyor. Eğitimlerinde hem İngilizce hem de Arapça dilleri de var. Aynı zamanda hafızlık eğitimi de yine bu medreselerde veriliyor. Çocukların ayaklarında ayakkabı yok. Oturacakları sıra yok. Betonlar üzerindeler. Bu şartların aynısına Suriye'de de şahit olmuştuk. Bangladeş biraz daha ılıman bir iklime sahip olduğu için belki çok fazla çocuklar etkilenmiyorlar. Ama yer, yer olarak biliniyor! Bütün bu şartlara rağmen eğitimlerini görmeye devam ediyorlar. Zaten bizlerde bu eğitimlerden geçen öğrencilerden bazılarının Türkiye'ye gelmesi  ve onlar ile tanışmamız üzerinden bu kardeşlerimiz ile irtibat kuruyoruz. Bir öğrencinin okuması ile koca bir yardım organizasyonunu başarabiliyoruz. Eğitimin ne denli önemli olduğunun onlarda farkında. Bu yüzden yoğun bir çaba sarf ediyorlar. Kaliteli bir eğitim yuvası yaklaşım 7.000 dolara mal oluyormuş. Bu yüzden genelde ya derme çatma barakalardan ya da bambu ağaçlarından medreseler kurmaya çalışıyorlar. Bu bile 500 dolara tekabül ediyormuş. Tabi birde yetimlerin kalacakları yer, aylık masrafları, çocukların köylerden gelme sorunu, masa, sıra, sandalye, defter vs'de işin içerisine girdiğinde masraflar epey bir artıyor. Bu gibi konularda da Türkiye'deki Müslümanlardan yardım talebinde bulunuyorlar. Bizler de anlayışla karşılıyoruz. Elçilik görevimizi yerine getirir, bizlere söylediklerinizi iletiriz diyoruz. Teşekkür ediyorlar. Biraz daha çocuklarla vakit geçirdikten sonra oradan ayrılıyoruz. Cox Bazar'a vardıktan sonra Adana'dan da yardım dağıtımı için gelen bir grup Müslüman kardeşimiz ile karşılaşıyoruz. Adana Özgür-Der Başkanı Recai Ağuş'da gelenler arasında. Kendisiyle epey bir sohbet ediyoruz. Ardından otelimize geçip son istişarelerimizi de yaptıktan sonra ertesi gün yardımları dağıtmak için beklemeye koyuluyoruz.

03.01.2018-04.01.2018

Bangladeş'in bir dönem İngiltere sömürgesi olduğu belirtmiştik. Sömürge siyasetinden kaynaklı olsa gerek sürekli bir eziklik tavrı hala bile sürüyor. İnsanların çoğunun yüzünden bunu rahatça okuyabiliyorsunuz. Fakat sözde işini bilenlerde var! Nerdeyse yardım organizasyonlarından bile çıkar elde edebilecek kadar kişilere de dikkatli olunmadığı takdirde rastlanabiliniyormuş. Bunlardan en ilginci ise bizzat hükümete bağlı polisler eliyle gerçekleşen hukuksuzluklar. Yardımların Arakanlı sığınmacılara ulaştırabilmesi için Bangladeşli polislerin yardım kuruluşlarından rüşvet istemesi gibi... Bu rahatsız edici durum ayyuka çıkınca ve özellikle de Türkiye hükümetinden bir heyetin bu kampları ziyaret etmesinden sonra kamplara askerler görevlendirilmiş. Türkiye'ye karşı ayrı muhabbetleri var. C.Başkan'ı Erdoğan sevgisi çok fazla. Kimi yazarlar, buna sözde Reisçi olduğunu söyleyenlerde dahil, "teröre destek verdi, veriyor" diye yazsa da; bu insanlar Erdoğan için "ümmetin sesi" rolünü biçmişler. Bu muhabbeti ümmet coğrafyasının diğer bölgelerinde de görebiliyorsunuz. Şahsen bende, Türkiye, Erdoğan hakkında bu düşüncelere şahit olunca, ah şu içerideki sorunları bir halledebilsek/çözüme kavuştursak, diye iç geçiriyorum. Türkiye heyetinin ziyareti ve sonrasındaki askeri disiplinle yardımlar daha sağlıklı bir şekilde ihtiyaç sahiplerine ulaşmaya başlamış. Bizler kendi organizasyonlarımızda da buna şahitlik ettik. Yardım dağıtımları sırasında çok fazla zorlanmadık. Her şey disiplinliydi. Ailelerin ihtiyaçlarına göre kartlar daha biz kamplara gitmeden dağıtılmıştı. Yardım malzemeleri tasnif edilmiş ve ahali düzene sokulmuştu. Vekalet verilen kurban kesimlerine de bizzat şahitlik edip ellerimiz ile bütün yardımları dağıtma hayrına eriştik. Böylece adına orada bulunduğum Bilgi Ve Erdem Vakfı olarak, her bir kampta 100.000 kişinin yaşadığı ve toplamda Ghum Dhum, Bhalu Khali, Ali Khali Nhila adlarındaki 3 kampta bulunan 367 aileye battaniye, 800 aileye de 17 kiloluk gıda malzemesini ulaştırmış olduk.

Şuana kadar Arakan'dan gelen muhacir sayısı ise yaklaşık 1.000.000! Tıpkı sahilde milyonlarca deniz yıldızlarını tek tek denize atan adamın hikayesinde olduğu gibi... Kısa bir zaman aralığı dahi olsa kaçını sevindirebildiysek artık! Bunca insan içerisinde maddi ve manevi ulaşabildiğimiz/ulaşabileceğimiz ihtiyaç sahibi sınırlı. Her şeye rağmen bir o kadar da değerli.

Rabbimiz bu organizasyonda emeği geçen herkesten razı olsun. "Kitap Oku Arakan'a Can Ol" kampanyasına  destek olan Özgür-Der üniversite, lise ve ortaokul gençliğine ve bu hususta yoğun emek sarf eden Zehra Çomaklı Türkmen'e, ismini buraya sığdıramayacağım Bilgi Ve Erdem Vakfı gönüllerine, yetkililerine, hassaten maddi ve manevi desteklerini sunan Vakıf Başkanı Yavuz Karaoğlu'na ve son olarak bu süre zarfında bizlere eşlik eden Fetih-Der Arakan Masası Yetkilisi Süleyman Sevinç Bey'e teşekkür ediyorum.

05.01.2018

Cox Bazar'dan Dakka'ya, Dakka'dan da İstanbul'a doğru yola çıkıyoruz. Bangladeş uçaklarında kalkışlarda sefer duası anons ediliyor.  Lakin Türkiye uçaklarında alkol satışı yapılıyor. Gerçekten tuhaf bir durum. Yan koltuklarda biraz önce kadeh kaldıranlar uçak türbülansa girince Bangladeş uçaklarında yapılan duaya sığınıyor. Bir hayli trajik. Nedense üzerinde epeydir düşündüğüm şey o anda da aklıma geliyor. Yardım dağıtımları elbette değerli. Elbette kıymetli. Haşa ne haddime. Fakat gözden kaçırdığımız bir şey var gibime geliyor. O da bataklığın kendisi. Sadece üstünü örtüyoruz galiba. Kurutmuyoruz. Suriye'de, Arakan'da, Afganistan'da, Doğu Türkistan'da ve daha nice ümmet coğrafyasında katliamlar devam ediyor. Bu katliamlara karşı direnişler de devam ediyor. Bataklığın üstünü örtmekten kastim de biraz bu. Ortada bir tenakuz var gibime geliyor. Hem zalimlere karşı direnenlerin çocuklarına, kadınlarına bakacağız hem direnenleri zalimler ile baş başa bırakacağız. Umarım ne demek istediğimi anlatabiliyorumdur? Bu bir yazgı değildir!