31 Martta Ne Olmuştu?
31 Mart Hadisesi olarak bilinen olaylar, bu gün kullanılan miladi takvime göre 13 Nisan 1909 tarihinde başladığı halde, o gün kullanılan takvime göre 31 Mart günü başladığı için, 31 Mart Hadisesi - Vakası - Olayı olarak tanınmıştır.
Kısaca, İttihat Terakki'nin irtica bahanesiyle Selanik'ten getirttiği Hareket ordusuna yaptırdığı askeri darbe ile, II. Abdülhamit'i tahtan indirmesi ve yerine kukla olarak V. Mehmet Reşat'ı getirerek, zaten bir süredir oluşturmaya çalıştığı vesayeti tam olarak kurmasının başladığı tarihtir 31 Mart.
Bu öyle kalıcı bir vesayettir ki, 1923 yılında İttihat ve Terakki'nin diğer koluna, şartlar gereği mecburen ve gerçek yüzü olan laik ve ulusalcılığını tam olarak ortaya çıkararak intikal ettirilmiş ve bu güne kadar kesintisiz sürmüştür ve de halen tam anlamıyla aşılabilmiş değildir.
Şu anda kızıl vesayetin zorbaca uygulamalarından kurtulma aşamasındayız sadece. Ne zamanki Kemalizm, laiklik ve Türk Ulusçuluğu anlayışı anayasadan kaldırılır, ancak o zaman kızıl vesayetten tam anlamıyla kurtulduğumuz söyleyebiliriz.
Osmanlıyı ve İslam Dünyasının Darmadağın Eden İttihat Ve Terakkiciler
İttihat Terakki Osmanlı'nın kurtuluşunu vaat ederken, vesayeti ele geçirmesinin ardından 10 sene gibi kısa bir sürede Osmanlıyı paramparça ettiği gibi, İslam dünyasının son kalesi durumunda olan Osmanlı'nın parçalanması vesilesiyle, tüm İslam Aleminin bütün umutlarının tükenmesine ve batıya tam bir teslimiyet ve boyun eğişe vesile olmuştur.
Oysa beğenilmeyen ve Kızıl Sultan - müstebdit denilen Abdülhamit, 33 yıl boyunca Osmanlının çok fazla toprak kaybı olmadan ayakta kalmasını sağladığı gibi, küresel İslamcı politikalarıyla hem Osmanlıyı, hem de tüm İslam Alemini moralmen ayakta tutmaya muvaffak olmuş ve bu süreçte Osmanlıda olumlu yönde değişim için ciddi temeller atmıştı.
Öyle ki hem İttihat Terakki ve hem de Kemalist rejim Abdülhamit'in attığı bu temellerin kaymağını yedi yıllarca, üstelik taş üstüne taş koymadan. Zaten vesayetçi rejimlerin en temel özelliği yapıcı değil yıkıcı, üretici değil tüketici olmasıdır.
31 Martta Yanlış Tarafta Saf Tutan Bazı İslamcılar
Abdülhamit siyaseten dirayetli bir yönetici olmasına rağmen, evhamlı ve aşırı tedirgin kişiliği nedeniyle ciddi bir baskı ortamı – istibdat oluşturmuştu. Bu nedenle Said Halim Paşa, Said Nursi, Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi Yazır gibi bazı İslamcılar da aleyhinde olmuş ve hatta bir kurtuluş yolu olarak gördükleri İttihat Terakki'ye katılmışlardı.
31 Martta İttihat Terakkicilerin peşine takılmış olan İslamcılar, ileriki yıllarda İttihat Terakki gerçeğine ve uygulamalarına vakıf oldukça, tam bir sükutu hayale uğradılar. TC'nin kuruluşuna değin hep kullanıldılar ve 1923 Meclis darbesiyle kendilerine ihtiyaç kalmayınca da, ya yok edildiler yada paçavra gibi fırlatılıp atıldılar.
Cemalettin Afgani'nin Tutumu
Abdülhamit Osmanlıyı parçalanmaktan kurtarmak için İslam Birliği - İttihadı İslam Politikasını uygulamaya başlayınca, bu konuda faydalanmak için Cemalettin Afgani'yi İstanbul'a çağırdı.
Son bağımsız İslam devleti olan Osmanlının çöküşünün ümmetin tamamen çöküşüne sebep olacağının bilincinde olan Afgani, Osmanlıyı ayakta tutmak ve batılı sömürgecilerin işgallerini engellemek için, saltanat ve istibdada olan karşıtlığını geçici olarak askıya aldı. İslam dünyasının tamamındaki 600 civarında önder şahsiyete mektuplar yazarak, Abdülhamid'in İttihadi İslam siyasetine destek istedi ve çoğundan olumlu cevaplar aldı.
İğneden Korkan Neştere Kalır, Neşterden Korkan Kangrenden Ölür
Hareket Ordusunun İstanbul'a gelişi üzerine, Abdülhamit evhamlı ve direngen olmayan kişiliğinin etkisiyle, kardeş kanı akmamasını bahane ederek, onlara karşı koymadı.
Abdülhamit dirense ve kan akmasını göze alabilse idi, belki çok az bir zayiat ile Hareket Ordusunu etkisiz hale getirebilir; böylece yeni yeni kökleşmeye başlayan kızıl İttihat Terakki vesayetini ebediyen tarihe gömeceği gibi, Osmanlı ve İslam Aleminin kaderinin olumlu yönde değişmesine zemin hazırlamış olurdu.
Çünkü eğer 1918'e kadar tahtta kalabilseydi, Balkan siyaseti sayesinde o bölgeyi elde tutabilecek ve bir savaşın çıkmasına mahal vermeyecek ve l. Dünya Savaşına girilmeyecekti.
Tahttan indirilmesine Müslüman kanı akmaması için karşı koymayan Abdülhamit, böylece Balkan Savaşı'na girilmesine ve Birinci Dünya Savaşına Osmanlı'nın sokulmasına zemin hazırlamış, milyonlarca Müslümanın kanının akmasına ve Osmanlı'nın parçalanarak tüm İslam Aleminin işgaline dolaylı olarak yol açmıştır.
Tarih - Sünnetullah Afvetmez
Nasıl ki Yüce Allah'ın tabiat olaylarının oluşumuna ilişkin bu gün tabiat kanunları denen, ancak Yüce Allah'ın müdahalesiyle geçici olarak (mucize) değişebilen kanunları varsa; benzer şekilde, toplumlar ve toplumsal olaylar üzerinde de sünnetullah denen, ancak Yüce Allah'ın müdahalesiyle geçici olarak (mucize) değişebilen değişmez kuralları vardır.
Nasıl ki insanların kaderleri kendi iradelerini kullanmalarına bağlanmışsa, toplumların kaderleri de ortak toplumsal iradeye bağlanmıştır. Sünnetullahta ekmeden biçmek, yapmadan beklemek söz konusu olamaz.
Yani tarih - sünnetullah afvetmez. Nasıl ki Abdülhamit'in bu ciddi hatası değil Osmanlının, tüm İslam Aleminin kaderini olumsuz yönde etkilemiş - değiştirmişse, aynı durum bu gün içinde geçerlidir.
Yapılacak yanlış bir tercih, yanlış bir karar aynı şekilde Türkiye'nin ve tüm İslam Aleminin kaderini olumsuz yönde değiştireceği gibi, tersi de söz konusudur.
105 Yıl Sonra Yeni Bir 31 Mart Hadisesi mi Yaşayacağız?
31 Martta kurulan vesayetin üzerinden 105 yıl geçti. Bu arada sadece Osmanlı'yı değil, asıl önemlisi dinimizi, onurumuzu ve ümmetimizi kaybettik. Islah edeceğiz diye zorla başımıza geçenler, bizleri batı adına gütmekten, sürü olarak gördükleri halkımıza çobanlık yapmaktan başka bir şey yapmadılar.
Son yıllarda bu kızıl vesayetin zayıflaması, halkımızın tekrar özü olan İslam'a dönüş işaretleri vermesi, Osmanlı'dan yadigâr İslam kökenli bilinçaltının tekrar depreşmesi üzerine, anlaşıldığı kadarıyla tekrar vesayeti pekiştirme gereği hissedildi batılı efendilerce.
Lakin köprünün altından çok sular akmıştı ve laik - ulusalcı kızıl vesayet dönemini tamamlamıştı. Bu nedenle başka bir vesayet gerekiyordu bu millete, kabullenebileceği çağın ruhuna uygun yeşil bir vesayet.
O 31 Martta Kızıl Vesayet Gelmişti, Bu 31 Martta Yeşili Gelebilecek mi?
17 Aralık darbe süreci ile amaçlanan çok açık olarak budur. Lakin Erdoğan'ın konumu ve politikaları Abdülhamit'e benzemekte ise de, kişiliği tam zıddıdır. Halktan biri olması, cesareti, açıklığı, mücadeleyi sevmesi, direngenliği, aksiyoner İslamcı bir geçmişe sahip olması gibi hususlarda ayrılmaktadır Abdülhamit'ten. Bu farklı kişisel özellikleri nedeniyle Abdülhamit'in düştüğü hataya düşmemiş, her şeyi göze alarak darbeye prim vermemiş ve karşısında durmuştur.
Eğer darbe başarılı olsa idi (ya da bir şekilde amacına ulaşabilirse), yaşayacaklarımız geçmişte yaşananların benzerleri olacaktır. Derin Cemaat tıpkı İttihat Terakki gibi bir müddet perde gerisinden vesayetle Türkiye'yi yönetmeye çalışacak, bu arada memleketin, İslamcıların ve tüm İslam Aleminin iflahını kesecektir, velev ki iyi niyetli olarak tam aksini arzulasa bile?
Nasıl ki İttihat Terakki iktidarından değil halk kendileri bile bile kazanamayıp sadece batılılar kazandı ise, Derin Cemaatin vesayetinden de Derin cemaat bile kazanamayıp, sadece batılılar kazanacaktır. Nitekim Derin Cemaatin şimdiye kadar ki tüm faaliyetlerinden kazanan sadece batılılar olmuştur.
Bu 31 Mart O 31 Mart Olmayacak
Her ne kadar İttihat ve Terakki'nin yerine ikame edilmeye çalışılan yapı İslamcı bir yapı ise de? (Derin Cemaatin İslamcılığı hususunda Tevfik Diker'in Haber X Sitesinde 27.04.2014 tarihinde yayınlanan "Dikkat:Bu Bir Dini Cemaat Değildir! Başlıklı yazısının okunmasında fayda mülahaza ediyorum), bu kez bu yapı dışındaki hemen hemen tüm ciddi İslamcı camia ve yapıların, geçmişteki hatalardan ders alarak doğru tarafta durduklarını müşahede ediyoruz.
Aynı durumu Türkiye'nin omurgasını oluşturan merkez halk kitlesi açısından da müşahede ediyoruz. Bu kitle 100 yıldır üzerinde oynana gelen oyunlarla dövüle dövüle akıllanmış, kendisi aydın sananlardan daha ferasetli bir seviye yakalamıştır.
Bu nedenledir ki iradesine sahip çıkmakta, tüm alavere dalaverelere rağmen tuzağa düşmemekte, kendi kaderini kendi tayin etmekte direnmekte ve gayet isabetli kararlar vermektedir.
Bu nedenledir ki, artık bu memlekette yeniden 31 Martların yaşanması çok zordur. Belki zorbaca yöntemlerle bu halk kitlesine rağmen bir şeyler yapılabilir ama, bir süre sonra daha büyük bir halk darbesi ile alaşağı edilir bu darbeciler.
Başımızı Kuma Sokmakla Kurttan Korunmuş Olmuyoruz
Meşhur darbı meseldir. Devekuşu kurdu görünce başını kuma sokarak korunmaya çalışırmış. Yukarı da bahsettiğimiz üzere, sünnetullahın kuralları sert ve acımasızdır ve tehlikeler karşısında başımızı kuma gömmekle korunamayız.
Nasıl ki 31 Martta Abdülhamit'in hatası İslam'ın ve Tüm ümmetin gidişatını adeta helak yönünde çevirdi ise, benzer sıkıntılar bu gün içinde söz konusudur. Abdülhamit'i sırf istibdadı yüzünden tenkit eden İslamcılar, arkasından öyle bir istibdat yaşadılar ki, mumla aradılar Abdülhamit'i.
Üstelik milyonlarca ümmet evladının ölümü, Osmanlı ve tüm İslam Aleminin perişanlığa düçar olması ve batılılarca işgali de cabası. Bu gün İsrail diye bir devletin ortaya çıkması ve Filistin'i işgali, halen devam eden Suriye Baas iktidarı hep bu kırılmanın bu güne kadar devam eden olumsuz sonuçlarıdır. Ne garip bir cilvedir ki, yeşil vesayet özlemcisi Derin Cemaatte, kendi çıkarı için Filistin ve Suriye halklarını yem yapmaktan çekinmemekte ve bu şekilde 100 yıllık kızıl vesayetin yıkımının kalıcı hale gelmesine zemin hazırlamaktadır.
Sorun Sadece Giden Değil, Asıl Sorun Gelecek Olan
Burada Cemalettin Afgani'nin Abdülhamit'e olan ve yukarıda bahsettiğimiz şartlı desteğini bir kez daha hatırlayalım. Elbette Erdoğan'ın gerek laik rejimin bir parti lideri ve Başbakanı olmasını, gerekse söylem ve icraatlarındaki İslam'a aykırı hususları kabullenmeyiz. Lakin Erdoğan İslam ve Müslümanların maslahatını Abdülhamit'ten daha fazla düşünen, İslami kişilik ve kimliği Abdülhamit'le derecede üstün bir lider olduğu ve özellikle son yıllardaki icraatlarının İslam ve Ümmetin maslahatına olduğunu görmezden gelemeyiz.
Üstelik mesele sadece Erdoğan gibi artıları olan bir liderin gitmesi nedeniyle uğrayacağımız kayıplar değil, aynı zamanda ve daha da önemlisi, yerine gelecek yeşil vesayetin doğurması neredeyse muhakkak olan zararlardır.
Eğer Erdoğan yıkılırsa yerine gelmesi kesin olan yeşil vesayetin İslam'a ve ümmete zararlarının, 100 yıllık İttihat ve Terakki kökenli kızıl vesayetten daha az olmayacağı açıktır. Yani iktidarda Erdoğan değil de İslam ve Ümmet için nötr biri olsa bile idi, kurulmaya çalışılan Gülenist Yeşil Vesayetin tehlikesi nedeni ile yine de desteklenmesi gerekirdi. Pratik bir gerçek olarak, mecbur olduğumuz hususlarda, daha iyi bir alternatif ortaya çıkana kadar elimizdeki kötüyle idare etmek durumundayız.
Kurt Kapıya Dayanmış, Tedbir Nedir Ya Ahi?
Böyle kritik bir sürecin ilerisinde ortaya çıkması kuvvetle muhtemel tehlikelerden, başımızı kuma sokarak korunamayacağımız bellidir. O halde kurda karşı koymaya çalışanların yanında olmak durumundayız, tabi ki kendi anlayış, ilke ve tavırlarımızdan taviz vermeksizin ve kendi mücadele metotlarımızla.
Eğer kurda karşı koymaya çalışanların yanında olmayı İslami anlayış ve ilkelerimize göre doğru bulmuyorsak, o takdirde kendi imkanlarımızla bağımsız olarak mücadele etmeliyiz kurtla.
Bunu da yapmayı doğru bulmuyorsak, hiç olmazsa kurdun yanında olmamalı, kurda çanak tutacak ve işini kolaylaştıracak şekilde hareket etmemeliyiz. Kurdun yemeyi kafaya koyduğu ilk hedefini dost kabul etmesek bile, kurdun kendisinin tıpkı ceddi İ.T. gibi bizleri ve tüm ümmeti de yemeyi kafaya koymuş, 2.Bakara Suresi 204'ten 206'ya kadar geçen ayetlerde vasfedilen apaçık düşmanlardan biri (aduvvin mubin) olduğu çok açık çünkü.