Abdullah Yıldız / Yeni Akit
Brezilya Müslümanları
Ahmet Belada hocam, Brezilya Müslümanlarının ahvalini “Brezilya Seyahatnamesi” isimli kitaptan hareketle gündeme taşıdı. Allah razı olsun. Kısaltarak paylaşıyorum. Önce bir alıntı: “İspanyol prenslerine eğitmenlik yapan bir şövalyenin oğlu olan Roman de Lulle papayla görüşerek; ‘Müslümanların durdurulması… askeri yolla değil, onların inançlarını, düşüncelerini, hayat tarzlarını, dillerini bilmekle; onlar arasında yaşamakla gerçekleşebilir’ fikrini ortaya attı. Yaşadığı bohem hayatı terk ederek 1291’den, öldürüldüğü 1315’e kadar Tunus’ta Müslümanları dinleri hakkında şüpheye düşürmeye; Müslümanlar arasındaki ihtilaflı konuları körüklemeye çalıştı.” (J.Wellhausen, Arap Devleti ve Çöküşü, İlav Yay. s.428-429.)
Bu olayın bir benzerini yaşayan Bağdatlı Abdurrahman Efendi, orijinal ismi “Müselliyetü’l-Garib” olan kitabında (Brezilya’da İlk Müslümanlar-Brezilya Seyahatnamesi, Kitabevi) kendi hikayesi ile birlikte 1865’lerdeki Brezilya Müslümanlarının halini anlatır: “Ben günahkâr fakir Abdullah oğlu Abdurrahman. Aslen Bağdatlıyım. Şam-ı Şerif’te yaşıyorken, kimi zorluklar sebebiyle İstanbul’a geldim… Kaptan-ı Derya Ateş Mehmet Paşa’nın hizmetine girdim… Paşa ölünce, Deniz Kuvvetleri’ne imam oldum… O sıralarda Donanmadan iki geminin Okyanus yoluyla Basra’ya gönderilmesi hususunda Padişah buyruğu çıktı. Ben de uzak ülkeleri görmek, gezmek istiyordum. Bu durum tam da isteğime uygun bir fırsattı…
1865 yılının Eylül ayının başlarında, anılan gemilerle İstanbul’dan Basra’ya doğru yola çıktık. Ama yolculuğumuz sırasında karşılaştığımız muhtelif rüzgârlar, bizi isteğimiz dışında Güney Amerika kıyılarına, Brezilya’nın başkenti (Rio de Janeiro) sahillerine sürükledi…” (Kitaplarında “yamyam” oldukları yazılı Osmanlıları görmek için akın akın limana gelen halk arasında Afrika kökenli insanlar da vardı... N.A. Özalp)
Buradaki Müslümanlara, Müslüman gibi yaşama izni verilmediğinden Hıristiyan gibi görünmek zorunda bırakılan bu insanlar, inançlarını yüzyıllar boyunca gizli biçimde sürdürmüşler. İçinde bulundukları şartlardan dolayı gerçek İslam’dan uzaklaşmışlar. Öyle ki, kendini Müslüman olarak tanıtan Mağribli bir Yahudi, İslam’ın kurallarını istediği gibi değiştirerek insanları inandırabilmektedir. (S.15)
Görüşmeleri esnasında İslam konusundaki bilgisini gören siyahi Müslümanlar İslam’ı öğretmesi için Abdurrahman Efendi’ye ricada bulunurlar. O da Müslümanlara İslam’ı öğretmek amacıyla orada kalır (S.16): “Brezilyalı Müslümanların ısrarlı istekleri üzerine, Deniz Kuvvetlerindeki imamlık görevinden ayrılarak salt Allah’ın rızası için orada birkaç yıl kalarak onlara temel dini bilgileri öğretmeye çalıştım. Daha sonra Dersaadet’e dönerek (s.17) söz konusu ülkede gördüğüm kimi ilginç durum ve olayları bu kitapçıkta anlatmayı uygun buldum. Ortaya çıkan bu esere de “Müselliyetü’l-Garib” adını verdim.” (S.19)
Kitaba takdim yazan Mehmet Görmez der ki: “Güney Afrika’daki Müslümanları Ebubekir Efendi ile birlikte anarız. Japonya’daki Müslümanları Abdürreşid Efendi ile birlikte yâd ederiz. Latin Amerika’daki Brezilya’daki Müslümanları da Abdurrahman Efendi ile birlikte zikrederiz.” Görmez, kitabın ortaya çıkışını şöyle açıklar: “Latin Amerika ülkelerindeki Müslüman kardeşlerimizle ilişkilerimiz, aslında Osmanlı dönemine uzanmasına rağmen 2014 yılı içerisinde Brezilyalı Müslümanları temsilen Başkanlığımızı ziyaret eden Şeyh Halid Takiyyüddin’le birlikte yeniden canlılık kazandı. Takiyyüddin’in Başkanlığımızı ziyarete gelirken İstanbul’a uğrayarak Süleymaniye kütüphanesinden Şeyh Abdurrahman el-Bağdadi’nin “Brezilya Seyahatnamesi” adlı eserinin bir kopyasını temin ederek beraberinde getirmesi, ziyarette Brezilya’daki Müslüman kardeşlerimizin, kendilerini Osmanlı döneminde İstanbul’dan Brezilya’ya seyahat eden bu büyük âlime nispet ettiklerini zikretmesi, ilişkilerimize yepyeni bir boyut kazandırmıştır.” (S.14)
Kitaptan bir alıntı: “Biz şimdiye kadar dünyada mevcut beyaz insanların hepsinin Hıristiyan ve yalnız siyahîlerin Müslüman olduğunu sanırdık. Sizi görünce diğer ülkelerde de Müslümanlar olduğunu anladık. Bundan dolayı çok memnun olduk” diyerek kendilerine İslam’ı öğretecek birini rica ettiler. Siyahîleri dinleyen kaptan, Şeyh’i orada kalıp kalmamakta özgür bıraktı. O da kalmaya karar verdi (S.24-26).
İlginç bir hatıra: Bir gün mahcup birisi Şeyh’in yanına gelir; “Efendim, fakir olduğum için parayı temin edememiştim; şimdi tamam ettim. Artık Müslüman olabilirim” der. Abdurrahman Efendi; “Ne parası?” deyince, Ahmet ismini alan Yahudi’nin ‘Müslüman olabilmeleri için kendine 20 altın vermeleri gerektiğini’ söylediği anlaşılır. Gerçek ortaya çıkar; bir anda 19 bin kişi Müslüman olur. Şeyh, çalışmaları Hıristiyanların dikkatini çekmesin diye gayret eder. Öğle ve ikindi namazlarını evlerinde kılarlar… (S.28)