‘Brejnev Doktrini’nden ‘Bush Doktrini’ne…

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Çağdaş dünya bir ikiyüzlülük yaşıyor.. Geçen yüzyılda devletlerin Harbiye Nezaretleri vardı.. Bizde de durum öyleydi.. Bu bakanlığın ne işle meşgul olduğu, adından belliydi: Savaş işleri..  

Bu yüzyılda ise, ‘insan hak ve özgürlükleri’  çok câzib görülmüş olmalı ki, savaş’ yerine ‘savunma’ terimine geçildi..

En saldırgan ülkelerin savaş faaliyetleri bile, ‘Savunma Bakanlıkları’nca kotarılıyor.

Bir gerilim mi var, hemen Savunma Bakanlıkları devreye girer, ‘bir saldırıya, tecavüze karşı kendimizi, haklarımızı savunuyoruz.’  görüntüsüyle.. Bush da meselâ, Afganistan ve Irak’ı ‘savunma’ adı altında yerle bir ederek,  dehşetli/ kanlı savaşlarla geçirdiği iktidarının son demlerini yaşarken; şimdi de Kafkaslar’da ‘barış’ı ve ‘Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü savunmak’ adına, ‘savaş baltalarını topraktan çıkarma’ sürecini başlatmış bulunuyor..

Halbuki, aynı bölgede Azerbaycan’ın yüzde 25’i de, 14 senedir Ermenistan işgalinde ve Amerika, bu durumu pekiştirmek için entrikalar üretiyor; kimseye dokundurtmuyor..

Irak, zâten 5 yıldır Amerikan işgali altında.. Öte yandan da, İran’ı tehdid ediyor..

Ve böyleyken, ‘Gürcistan’ın toprak bütünlüğü adına bölgeyi bir kan gölüne çevirmeye, hattâ bir ‘nükleer küllüğe dönüştürecebilecek’ adımları atmaktan çekinmiyor..

Gerçekte ise, dünya, bugünlerde 40. yılını dolduran ‘Çekoslovakya İşgali’ndeki ‘Brejnev Doktrini’nde olduğu gibi bir saldırganlık mantığıyla karşı karşıya..

40 yıl önce bu günlerde Sovyet Rusya liderliğindeki Varşova Paktı güçleri Çekoslovakya’da, komunizme itiraz geliştirmeye yönelik Alexander Dubçek liderliğindeki  ‘Prag Baharı’nı ezip geçtiği zaman, Sovyet Lideri Brejnev bu saldırıyı şöyle formüle ediyordu: ‘Sosyalist rejimler kardeştir. Bir sosyalist rejim tehlikeye düştüğü zaman, diğer bütün sosyalist rejimler onun yardımına koşarlar.

Bu anlayış, sonraları ‘Brejnev Doktrini’ olarak anılacaktı.

Bu anlayış, bizdeki marksistler arasında bile, ‘sosyalizmin gül yüzüne leke düşürüldü’ gibi M. A. Aybarvarî söylemlerle kırılmalara vesile oldu; bazı marksistler ‘Sovyetler’in suçlanmasını burjuva özenticiliği ve sosyalizme ihanet’ olarak suçladılar.

40 yıl sonra, değişen bir şey yok, şimdi de, ‘Bush Doktrini’  aynı mantıkla devrede..

Bush da, ‘özgürlük cebhesi ‘(!?)ndeki müttefiklerinin korunması’nın, kendilerine NATO’ya düşen bir borç olduğunu ileri sürüyor.. Gerçekte ise, kapitalist emperyalizmin menfaati için!.

Şimdi.. 40 yıl önce Sovyet Cebhesi’nde olduğu gibi, bugün de Amerikancı cebhede kırılmalar meydana gelecek midir, göreceğiz..

Keza, Rusya’nın, Amerikan güç gösterisine, ‘diplomasi dışı karşılıklar vermek’ten sözetmesi, bir blöf müdür; yoksa, arka bahçe veya ‘yaşama alanı’ (lebensraum) bildiği yerlerde, Amerika’nın gelip kuyu kazmasına göz yummayacak mıdır, bunu yarınlar gösterecek..  Tarafların bu konuda  ne kadar kararlı olduğunu ise, menfaatlerinin karşı karşıya bulunduğu tehlikeler veya korkular belirleyecektir..

Ve her halukârda, Kafkasya’da bir nükleer çatışma ihtimali de gözardı edilmemelidir. Çünkü, NATO savaş gemileri Gürcistan’a, ‘sargı, çocuk bezi, gıda maddesi götürdükleri’ iddiasıyla Karadeniz’e doluşuyorlar. Belki birkaç parça onlardan da vardır, ama, asıl ‘mahmule’nin nelerden oluştuğu tahmin edilebilir.. Hatırlayalım ki, 1840’larda, Çin’e afyon götüren gemiler yakıldığı için başlayan ünlü ‘Afyon Savaşı’nı da, İngiltere, Çin Hükûmeti’nin, Çin halkına götürülen ‘gıda maddeleri’ni engellediği gerekçesiyle savaş açmıştı.. Bugün de aynı oyunlar..

Mes’elenin bu gerilim noktasına getirilmesinde, Amerikan Başkanlık seçimlerinde, zenci Obama’nın geriletilmesi taktiğinin bile etkisi olabilir. Nitekim, Obama’nın böyle buhranlar için tecrübesizliği hissedilince, anketlerde Cumhuriyetçi McCain’in öne geç(iril)miş..

 

*’Afrika-Türkiye Zirvesi’ne zeyl..

 Afrika- Türkiye Zirvesi’ ne Perşembe günü değinmiştim. Birkaç noktaya daha değineyim. Medyaya yansıyanlar doğruysa, Abdullah Gül, misafirlerine, Çırağan Sarayı’ndan Boğaz’ı gösterip, ‘Burası Avrupa, karşı taraf ise Asya..’ deyince, bazıları şaşırıp, ‘Karşı kıyıdaki kabile ile buradaki iyi anlaşabiliyor mu?’ demişler. Bu, Afrika’nın acı gerçeğini de yansıtır.
Bu zirveye, Uluslararası Ceza Mahk. Savcısı’nın, ‘Darfur’da soykırım uyguladığı’ iddiasıyla  tutuklattırmak istediği Sûdan lideri Gen. Ömer el’Beşîr’in de davet olunması eleştirildi. 

İlk planda sanki doğru tarafları va var gibi, bu gibi eleştirilerin..

Ama, Irak ve Afganistan’da en az 2 milyon insanı katlettiren Amerikan Başkanı Bush için de benzer eleştiriler dile getirilebiliyor mu?  

Kaldı ki, Darfur’da olanlardan kimin doğru dürüst haberi var? Emperyalist odaklar, ’insan hakları’ diye feryad edince, o sahiden de gerçek mi kabul edilmelidir?

Darfur konusu için, Libya Lideri, ’deve otlatılması yüzünden çıkan bir mes’eleydi..’ derken, belki de haklı.. Ama., bir cepaneliği, bir kıvılcım da havaya uçurur.. Ve her iki tarafında  da müslümanların bulunduğu bu buhranda, yerli siyahlarla, arablar arasında, ’Janjaveed’ milislerince sergilenen bir güç gösterisi sözkonusu.. Bizde, devleti sahiblenip, cinayetler işleyen bir kavmiyetçi cereyanın mensublarına benzetebilirsiniz onları..

Bu arada, Abdullah Gül’ün, El’Beşîr’e, ‘Darfur’daki durumdan üzüntü duyuyoruz, acı çekiyoruz, bu konuyla ilgilenin, üzerinize düşeni yapınız..’ dediği de açıklandı..

El’Beşir ise, ‘Güney Sûdan’da olduğu gibi Darfur’da da iç barışı sağlıyacağız..’ demekte..

Bu cümle önemli.. Çünkü, Darfur ateşi, emperyalist güçlerin  Güney’deki entrikaları (John Grank’ın bir uçak kasazında ölümüyle) söndürüldüğünden tutuşturuldu.

Çatışmalarda Birleşmiş Milletler’e göre 300 bin, Sudan resmî kaynaklarına göre ise, 10 bin kişi öldü. İşkenceler, tecavüzler, yakılıp yıkılan evler, tarla ve bahçeler.. Yerliler, ‘devletin sahibinin arablar olduğu’ gibi bir ‘kavmiyetçi’  anlayışıyla eziliyor, ‘Janjaveed’lerce.. Onları hükümet de destekliyor. Ama, El’Beşîr’in, ‘Darfur’da bu kadar kişi öldürüldüyse nerede mezarları? Doğru, insanlar öldü ama rakamlar düşük. İsyancılarla bir savaş olduğu gerçek, ama bu bütün dünyada böyle..’  şeklindeki savunması da itibar edilecek cinsten değil..  
Ancaak, asıl eleştirilmesi gereken nokta, herhalde El’Beşîr gibi bir darbeci generalin, dâvet olunması olmalıydı. Zira, bu general, halkın iradesiyle seçilen Sâdıq El’Mehdî’yi -Hasan Turabî’nin de desteğiyle de- devirmişti ve 19 sene once.. (Sonunda, Turabî’yi de safdışı etti.)

‘İyi darbeci/ kötü darbeci’ yoktur ve darbecinin bayatlaması, onu mâzur göstermemelidir. Ve darbeciler, zorbalar iktidarlarını yitirince, sığınacak bir yer olarak ülkemizi hatırlamamalıdır. Bu arada Gen. Muşerref de ülkemize kabul edilmemelidir.. Yüreği varsa, kendi ülkesinde, ezdiği halkının arasında kalsın.. Ya da, K. Evren gibi, sıkı korumalar altında, resim yapsın!.