Böyle Buyurdu Mustafa Öztürk!

Kamuya açık alanlardan, insanların yanlış yaptığını söylerseniz, muhataplarınız da size kamuya açık alanlardan cevap verirler. Gelip çay içip, mail atarak olmaz.

Ahmet Murat Kaya / Haksöz Haber

Yazının başlığında ironik bir gönderme yapılması boşuna değil. Sayın Prof. Dr. Mustafa Öztürk, kendini hayattan yorulmuş, pesimist bir profil olarak tanımlıyor.(s:67)

Kurani Hayat dergisi, Mustafa Öztürk ile bir söyleşi gerçekleştirmiş( Eylül-Ekim 2019 Sayı 67). Söyleşinin konusu, (Dikkat buyrun) “İfade Özgürlüğü ve Farklılığa Tahammül”. Bu tahrik edici başlığı görünce, kayıtsız kalamayıp söyleşiyi okudum.

Söyleşinin başlarında toplumsal ve özellikle dindar bakiyenin her daim vaziyeti idare eden oportünist tutumundan şikâyet ediyor. Bir ovallik ve bombelik benzetmesi var. Özetle hocaya göre, köşeleri alınmış, her dönem yükselen değere göre saf tutan bir insan profilimiz var. Bizi fikir üretiminden alıkoyan esas öğelerden biri bu. Tabi, bu ifadeleri okuyunca, resmî ideolojinin baskılarına göre, Kemalist ve batıcı öbeklerin buyurgan ve ukala tutumları hakkında bir yorum yaptığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. O çok daha derin ve korkutucu bir canavardan, dini cemaatler ve onlara olan hâkim kültürden bahsediyor.

Tarihselci ve modernist yakıştırmalarından rahatsızlığını dile getiren Öztürk, farklı düşünen ilim insanlarına olan tahammülsüzlüğü bakın nasıl da deşifre etmiş:

“….ben size bir isim vereyim şimdi, ben isim vermekten de pek çekinmem, Cengiz Duman diye bir çocuk var, kıssa üzerine yazıp çiziyor…. ‘İste modernist kafa atlara gitti, Süleyman’a kestirdi’ diye bizi kınıyor……Böyle bir terbiyesizlik, böyle bir kitapsızlık, böyle bir züppelik var mı?”(s:10)

Yukarıdaki alıntıda, nokta nokta olarak ifade edip alıntılamadığımız metinde, ilmi ve ıstılahi bir polemik söz konu idi. Ama tabi, okuyucular Sayın Mustafa Öztürk’ün eleştiri konusuna yaklaşımı konusunda küçük bir kanaat sahibi olmuşlardır.

Söyleşi ilerledikçe, adrenalin de artıyor ve daha renkli konular başlıyor. Atatürk ve laiklik hakkında verdiği bazı demeçlerin yanlış anlaşıldığını ve konuşmanın tamamının dinlenmeden yorum yapmanın hatalarının altını çizerken şu ifadeleri ile bunu yapıyor:

“Madem duydun be insan, git yüzlerce videosu var veya kendisine ulaşma imkanın var veya bir mail atma imkanın var veya bir gelip selam verip çayını içme imkanın var. Hiçbirini yapmıyorsun, yıllarca ona karşı birileri öyle dedi diye kin duyuyorsun, onu gavur, kafir gibi görüyorsun. Ta ki vakti gelip karşısına çıkanca, ‘Aaa öyle değilmiş!’ diyorsun. Bu nasıl bir insanlık. Bu insan profilinden ne ne Müslüman olur ne adam olur ne ahlaklı adam olur, ne vatandaş olur. Hiçbir katma değer üretmez bu tipler. Eğer art niyetin yoksa, birisi sana iki laf söylediğinde, olayın kıymeti, gerçek değeri nedir diye, insani olarak ardını önünü araştırma ihtiyacı duymadan, öyledir diye kabulleniyor isen sen yemin ediyorum ki, ön insansın, evrimini tamamlayamamış bir ön mahluksundur. İnsan böyle olmaz ki. Önünde Kuran var, ilkeler var……”(s:14)

Yukarıdaki alıntıdan da anlaşıldığı üzere Mustafa Öztürk yanlış anlaşılmaktan muzdarip. Ama bunun faili olarak, kendi ifadelerindeki belki de maksadını aşan ironik(!) göndermelerden değil de hatayı yine dinleyicilerin ard niyetlerinde arayan bir tutum içinde. Devam edelim…

Her çıbanın başı, her derdimizin sebebi cemaatler ve onların saplantılı ve eleştiriye kapalı fikir dünyaları olduğu konusu buraya kadar anlaşılmıştır herhalde. Tabi bu büyük mücadele azmi ve fedakarlığı yanında bu türden sert ve haksız eleştirilere maruz kalan Sayın Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Fatih Altaylı ile olan bir programında, 28 Şubat’ı falan eleştirip, “ Türkiye’nin reel geçmişinden bağımsız olarak, laikliğin bir imkan olduğuna inanıyorum” deyiveriyor. Bunu da eleştirenlere de verip veriştirip, ne tüccarlıklarını bırakıyor ne de ikiyüzlülüklerini. Ben şahsen, Türkiye’nin reel geçmişinden bağımsız bir laikliğin nasıl olacağı konusu anlayamadım. Akademisyen ya da alim(!) olmamamdan olsa gerek.

Ama durun bir dakika, söyleşi daha bitmedi. Tüm bu yargısız infaz ve haksız ithamlar ve linç karşısında Sayın Prof. Dr. Mustafa Öztürk’e destek verenler de olmuş. üstelik, kendi ifadesi ile “Türkiye’nin tuhaf sağduyusu”. Kimmiş bunlar: Sözcü’den Soner Yalçın, Hürriyet’den İsmail Saymaz, Ruşen Çakır, Akif Beki, Cihangir İslam, Hüda Kaya, Dücane Cündioğlu, Mustafa İslamoğlu ve Mehmet Okuyan (s: 67)

Gelelim esasa;

Burada size saldıran hangi cemaat varsa, onların avukatlığını yapacak değiliz. Ama kimin ile ne konuştuğunuz konusunda, sorumsuz ve pervasız konuşan Mustafa Öztürk’ün kendisi. Ayrıca bu konudaki tavsiye ve ıslah diline uzak olduğunu her hali ile de belli ediyor. Eleştiri alınca da saldırganlaşma konusunda hasımlarından eksik kalır bir yanını da göremiyoruz.

Kamuya açık alanlardan, insanların yanlış yaptığını söylerseniz, muhataplarınız da size kamuya açık alanlardan cevap verirler. Gelip çay içip, mail atarak olmaz. Mademki sizin söyleminiz medya gücünü kullanacak, fikri rakipleriniz de bu enstrümanları kullanacak.

Son olarak, belki de o aydınlara(!) has yalnızlaşmayı sana sertçe yaşatan süreçte size destek veren bazı isimleri tekrar düşünün. Soner Yalçın, İsmail Saymaz, Ruşen Çakır, Dücane Cündioğlu. Sizce bu isimler destek verirken, halkın mı, hakkın mı maslahatını gözetir? Bu isimler ile o “Türkiye reel gerçeğindeki laikliği” tartışmayı denemenizi öneririz. İyi bir tecrübe olacaktır.

Aydın kendi toplumuna yabancılaşabilir; çünkü, ilerlemeyi kendi toplumsal kültürünü eleştirmekte görür. Şu anda yaşadığınız şey budur. Tam olarak batılı bir aydın yabancılaşması. Oysa siz, bu söyleşide “ıslahatçı” bir tutumdan bahsediyorsunuz.(S: 67) Ama hiç de bir salih gibi davranmıyorsunuz. Islah edici bir dil ve üslup yerini öfkeli bir cedelciliğe bırakalı çok olmuş.

İnşallah, sağlıklı uzun ve verimli zamanlarda, çalışmalarınızı izleyeceğiz. Ama hem ilmi iddianız hem de Müslüman kimliğiniz gereği bir aydın yanılgısına düşmemenizi Allah'tan niyaz ederiz.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!