Prof. Büşra Ersanlı’nın KCK’dan gözaltına alınmasını doğru bulmadığını ifade eden Yıldıray Oğur, Taraf'taki yazısında söz konusu gözaltılar nedeniyle yargıyı eleştirmekle birlikte farklı bir noktaya dikkat çekiyor: “Şiddetin bu kadar aleni olarak masada durduğu bir akademide ders vermek ahlaki midir?”
İlgili akademisyenlerin MHP’nin Siyaset Akademisi’nde bu kadar rahat ders veremeyeceklerini de hatırlatan Oğur, MHP faşizmiyle PKK’nın özellikle son dönem eylemlerini kıyaslıyor:
Yıdıray Oğur / Taraf
Aslında mesafesizlik de olabilirdi bu yazının başlığı.
KCK’dan gözaltına alınan Profesör Büşra Ersanlı için hazırlanmış bir bildiri var önümde. Yüzlerce imzacının arasında tanıdığım, bildiğim, adalet ve basiretlerine güvendiğim ve hatta çok sevdiğim insanlar da var. Büşra Ersanlı’yı uzaktan tanıyorum ama sadece onlardan biri için bile imzalayabilirdim bu bildiriyi. Sadece Ergenekon’dan gözaltına alınan profesörler için aynı “kefilim, yapmış olamaz” bildirileri yayınlayanlar karşısında ilkesel olarak mahcup duruma düşmek istemediğimden imzalamadım.
O Türkiye hayat bilgisini biliyorum. Türk yargısı adaletinden sual olunması gereken bir yargıdır. Sadece son dört yıldır okuduğum hatta birkaçından yargılandığım berbat iddianamelerden biliyorum bunu. Büşra Ersanlı için ilk andan itibaren gazete köşelerine, internet sitelerine düşen “Perinçek’in ilk karısının kardeşiydi”den, “İlk eşi Yahudiydi”ye kadar varan ‘gözaltı gerekçeleri’ bile adaletin neyin peşinde olduğunu gösteriyor. Ayrıca tamamını okumuş sabırlı insanlardan biri olarak ilk KCK iddianamesinde “herkesi bir çuvala doldur, zaten o çuvalda tanışır örgüt olurlar” hukuk anlayışının izleri de yeterince vardı. Umarım Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu, Ayşe Berktay bir an önce özgürlüklerine kavuşurlar.
Ama yine de bu yazının başlığı “mesafesizlik” olabilirdi.
Haberlerden anladığım kadarıyla Büşra Ersanlı, BDP’nin Siyaset Akademisi’nde “toplumsal cinsiyet” dersleri vermiş. (Eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin adı Türkiye Erkek Cumhuriyeti olsaydı, şüphesiz bu devleti yıkmaya teşebbüs suçuna girerdi.)
İşte tam burada en baştan beri söylediğim “mesafe” sorunu devreye giriyor. Ersanlı’nın derslerinde ne anlattığıyla ilgili henüz bir şey okumadık. Ama gazetelere sızan polis dinleme kayıtlarını okuyunca bu Siyaset Akademisi’nin müfredatı hakkında bir fikriniz oluşuyor. Anlaşılıyor ki “Başbakan’ın nasıl öleceği belli olmaz”dan, “Ateşkesi devrimci halk savaşında yığınak yapmak için ilan ettik”e kadar pek çok şeyin konuşulduğu bu akademide konuşulmayan tek şey siyaset.
BDP-KCK-PKK arasında en azından hukuken bırakılan mesafenin de ortadan kalktığı Akademi’de Ersanlı’nın bambaşka bir konuda ders vermesinin suç olmadığı açık.
Ama mahkemeleri, savcıyı, polisi hiç ilgilendirmeyen ama esas sorulması gereken soru şudur: Şiddetin bu kadar aleni olarak masada durduğu bir akademide ders vermek ahlaki midir?
Sadece Büşra Ersanlı için geçerli değil bu soru. Türkiye’de kendini demokrat, barışsever, solcu diye tanımlayan insanlar için de geçerli.
MHP’nin Siyaset Akademisi’nde de bu kadar rahat ders verebilir miydi bu insanlar? Vermezlerdi. Çünkü MHP faşist ve milliyetçi. Peki, bir milliyetçi, faşist en fazla hangi kötülüğü yapabilir bize? Öldürür, değil mi? Evet, gerçekten de bir zamanlar MHP’nin silahlı kanadı Ülkü Ocakları öldürücüydü. Ama son 20 yıldır kız kavgasında adam dövmek, yurt kantinlerini kapatıp, çıkışta demir sopalarla “gomunist kovalamak” dışında neyse ki kimseyi öldürmüyorlar. Faşistliklerinin ise Bahçeli’nin salı günkü konuşmaları olmasa neredeyse hayatımızda bir karşılığı yok.
Peki PKK?
Son olarak Bingöl’de sokak ortasında çocuklarına bayram alışverişi yapan Hatice Belgin’i öldürdüler. Hem de başka bir kadının bedenini patlatarak. Birkaç hafta önce anne babalarının boşanma davasına giden dört yaşındaki Hiranur’u, 10 yaşındaki Elif’i ve 13 yaşındaki Ferit’i arabayı süren amcaları ve onları koruyan beş polisle birlikte öldürmüşlerdi... Tabii bu arada hiç durmadan 19-20 yaşlarındaki askerleri, halı sahada maç yapan polisleri ve eşlerini... Kazan Vadisi’nde öldürülen PKK’lıların cesetlerini teşhise giden BDP Bitlis Milletvekili “Bir insan bir insana bunu nasıl yapar” dedi ya. Çukurca’da mayınla havaya uçurdukları (bir de videoya çektikleri) 10 askerden binbaşıyla, çavuşun paramparça olmuş bedenlerini görenler de aynen öyle düşünmüştü.
Ya faşistlik? Başında Murat Karayılan’ın oturduğu KCK’nın, PKK’nın sivilleşme çabası olduğu iyimserliğini bırakıp, en azından sözleşmesini okumak kadar bir entelektüel cesareti gösterenler, karşımızda bayağı faşizan bir yapının olduğunu hemen anlamıştır. Hem de öyle dokuz ışık kadar loş değil, gerekirse Şivan Perwer konserini basacak kadar hayatı karartan örgütlü bir faşizanlık bu. Esad’a destek yürüyüşlerinde bayrak sallayarak dünyadaki yerini de seçmiş bir örgüt PKK.
Peki, bu yazının başlığı neden mesafesizlik olmadı? Çünkü Türkiyeli solcu, demokrat, barışsever aydınların, hadi son moda tabirle söylersek, “Kürt Hareketi” ile aralarındaki mesafesizliği daha iyi ifade edebilecek bir başlık bulamadım da ondan...