Boş açıklamalar

Ahmet Altan

Geçenlerde bir general söylemişti dün de Genelkurmay sözcüsü kelime kelime aynen tekrarladı:

“Son terörist ölene kadar...”

Tam “ölene” kadar demiyorlar da sanırım askerî terminolojiye daha uygun olarak “etkisiz kalana kadar” diyorlar.

Bu savaş dün başlamadı.

Bu savaş yirmi beş yıl önce başladı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un bizzat açıkladığına göre yirmi beş yılda “kırk bin” PKK’lı öldürülmüş.

Bugün dağda beş bin PKK gerillası var.

Daha önce kırk bin kişi öldürüldüğüne göre demek ki bugüne dek “sekiz kez” beş bin kişilik PKK kadrosu “etkisiz hale” getirilmiş.

Ne olmuş peki?

Savaş bitmiş mi?

Sekiz defa “beş bin kişilik” PKK’lıyı öldürmek bir sonuca ulaşmış mı?

Ulaşmamış.

Ölmekle öldürmekle bitecek bir sorun değil bu.

Siz öldürüyorsunuz yeni gençler dağa gidiyor.

Bundan bir sonuç çıkartamıyor musunuz?

Kürtler “ölümü göze almalarına” yol açacak bir hayat sürdükleri sürece savaş bir işe yaramaz.

Kürtlerin “yaşamaya değer” bir hayatı olması gerekiyor bu savaşın bitmesi için.

Ezilerek, aşağılanarak, ikinci sınıf insan muamelesi görerek yaşamaya razı değiller.

Türklere aynı muamele yapılsaydı Türkler de dağa çıkardı.

Resmî dili Kürtçe olan, eğitimi Kürtçe olan, herkesin Kürt sayıldığı bir Kürdiye Cumhuriyeti’nde yaşamaya razı kaç Türk var bu ülkede?

Fikri bile çıldırtmaya yeter Türkleri.

Türklerin kabul etmeyeceğini Kürtler neden kabul etsin?

Onlar da kabul etmiyor.

Silahla savaşla da kabul ettiremezsiniz.

Yirmi beş yıldan beri bu yöntemi deniyoruz, bir sonuca ulaşmıyor işte.

Bunu anlamamak için Devlet Bahçeli ya da Deniz Baykal olmak gerekir.

Bu savaş dağda sürüyor ama dağda bitirilemez.

Dağda kimsenin kimseyi yenemeyeceği anlaşıldı artık.

Şimdi sorunun çözümü için “silahlıların” biraz geri çekilmesi gerekiyor.

PKK, ordu birliklerini kışkırtmak zorunda değil.

Ordu da, tam bir “anlaşma” sürecinde yeni operasyonlarla gençlerin ölümüne yol açmak zorunda değil.

Bir süreçten geçiyoruz.

Barışa giden bir süreç bu.

Biraz sakin durmak, hem barışa bir şans tanınmasını sağlar, hem de çocukların muhtemel bir barıştan önce gereksiz yere ölmesini önler.

Hükümet, arkasına toplumun önemli bir kesiminin desteğini alarak barış için yola çıktı, Kürt sorununun çözümü için geriye dönemeyeceği şekilde bir niyet beyanında bulundu.

Gizli açık çeşitli temaslar sürdürüyor.

Ciddi ve kararlı olduğu anlaşılıyor.

Abdullah Öcalan, “federasyon istemediğini, konfederasyon istemediğini, bağımsız devlet istemediğini sadece demokrasi istediğini” söylüyor.

“Operasyonların durması halinde PKK çatışmaya girmeyecek” diyor.

DTP Başkanı Ahmet Türk, “operasyonlar dursun” diyor.

Şimdi operasyon yapmanın anlamı ne?

Ordu, “benim görevim dağdaki silahlı güçleri yok etmek” diyebilir, bu görüşüne hukuki bir destek de bulabilir, tamam, hiçbir devlet dağda silahlı adamların dolaşmasına izin vermez.

Ama “özel” bir süreçten geçiyoruz.

Yirmi beş yıldır dağdan “silah zoruyla” indirilmeyen insanların şimdi “barış” yoluyla inmeleri söz konusu.

Buna bir şans tanımanın nesi kötü?

Daha önce de operasyonların durduğu zamanlar oldu, şimdi bir süreliğine ara verilse ne olur?

Eğer ordunun amacı barışın sağlanması, dağlarda silahlı insanların dolaşmaması ise şimdi bu mümkün
gözüküyor. Sadece bu amaç silahla değil “sözle” sağlanacak.

Ahmet Türk’ün, geçen gün Hasan Cemal’le Cengiz Çandar’a da söylediği gibi “operasyonlar dursun, PKK da elini tetikten çeksin.”

Barışa bir fırsat verilsin.

Bu ülke bunu istiyor.

Şehit babaları bile “artık yeter” diye feryat ediyorsa durup bir düşünmek gerek.

Bir ordu her zaman savaşarak hizmet etmez ülkesine, bazen de barışarak hizmet eder.

Bir süre dursun şu silah sesleri, bir süre kimse öldürülmesin.

Bu kez de barışa bir şans tanıyın, elbirliğiyle bitirilsin bu savaş.

TARAF