Kaynak: George Monbiot / The Guardian
Çeviri: Sümeyye E. Kalkan / Haksöz Haber
Boris Johnson geçen hafta heykellerin yıkılmasının “tarihimize haksızlık etmek” olduğunu iddia ettiğinde, bu küstahlığa şaşırabilirsiniz. O ki tarihimiz hakkında yalan söylediği için The Times Gazetesi’ndeki ilk kez işinden atılan bir adamdır. Boris, II.Edward’ın Gül Sarayı hakkında sansasyonel bir ön sayfa kurgusu oluşturmak için vaftiz babası olan tarihçi Colin Lucas’tan bir alıntı uydurdu. Dahası kendi geçmişi de olan tarih hakkında başka bir yalan sebebiyle muhafazakar partinin lideri Michael Howard’ın kuklası olarak bakanlık yaparken de işinden kovuldu.
Ama Johnson “Şimdi geçmişimizi değiştiremeyiz veya sansürlemeye çalışamayız. Farklı bir tarihe sahipmişiz gibi de davranamayız” diyor. Buna karşın yalanlar ve ört bas etmeler, İngiltere’nin resmi imajının dayandığı efsaneler için büyük öneme sahip. Tabi bir de bize hükmedenlerin servet ve güçlerini edindikleri yolları saklamak için çok önemli.
İngiltere’nin 1950’lerde Kenya’da inşa ettiği toplama kamplarını düşünün. “Hangi toplama kampları?”diye soruyorsanız geçmiş olsun! Kikuyu kabilesi İngiliz yerleşimciler ve sömürgeci otoriteler tarafından, onlardan çalınan topraklarını geri almak için seferber oldukları zaman, neredeyse 1 milyondan fazla olan tüm nüfus toplama kamplarına ve belirlenmiş köylere sürüldü. Auschwitz’i* andıran bu kamplardan birinde kapıların üzerinde “Emek ve Özgürlük” sloganı görülüyordu. Hatta bu suçlara ortak olan Kenya’da sömürge idaresinin başsavcısı Eric Griffith Jones, mahkumların tedavisiyle ilgili “üzücü bir şekilde Nazi Almanyası’ndaki koşulları anımsatıyor”şeklinde sözler sarf etti.
Mahkumların binlercesi hatta onbinlercesi öldü. Bazı kamplarda neredeyse tüm çocuklar da dahil olmak üzere çoğu kişi hastalığa ve açlığa dayanamadı. Kalan diğerleri de öldürüldü. Bazıları İngiliz gardiyanlar tarafından ölene kadar dövüldü. Kenya valisi Sir Evelyn Baring’in gizli bir muhtırasına göre bir kişi de canlı canlı yakıldı. Diğerleri tüfek namlularıyla, kırık şişe parçalarıyla ve bıçaklarla zorlanarak tecavüze uğradılar, köpekler tarafından parçalandılar ya da elektrikle idam edildiler. Birçoğu İngiliz yönetiminin bazı amaçları için özel bir uygulamayla kısırlaştırıldı. “Zaman zaman insanların uzuvlarını kestim” diye övünen katillerden biri “kulağı yoktu, gözleri yuvalarından fırlamıştı” diyerek yaptıklarını anlatıyordu. Bazıları dikenli tellerle çevrilerek kanamadan ölene kadar tekmelendi ve sürüklendi. Bu tarih hakkında hiçbir şey bilmiyorsanız, sebebi bu tarihin sistematik olarak sansürlenmesi ve İngiliz yetkililer tarafından yalanlarla değiştirilmesidir.
2012’de Kikuyular’ın hayatta kalanlarından bir grup, işkence ve sakatlanmalardan dolayı İngiliz hükümetine karşı açtığı davanın Dışişleri Bakanlığı tarafından gizli tutulan bir arşivde olduğu keşfedildi. Sömürge yetkililerinin bilgi sızmasın diye olağanüstü tedbirler aldığı ortaya çıktı. İşçi Partisi Milletvekilleri’nin bu meseleye dair soruları düpedüz yalanlarla savuşturuldu. Örneğin kamptaki gardiyanlarca ölünceye kadar dövülen 11 kişinin ardından Baring, sömürge sekreterine öldürülenlerin kirli su içmekten öldüklerini rapor etmesini tavsiye etti. Oysa bu tür saldırılardan Baring bizzat sorumluydu. Bu kararı uygularken Griffith Jones onu uyardı, “Günah işleyeceksek, sessizce işleyelim”. Meseleye dair sorular devam ederken, mağdurların ağır suçlular olduğu izlenimini vermek için Baring yetkililere “dosyalar üzerinde bir takım değişiklikler….” yapmalarını söyledi. Bir yandan da Baring, Boris Johnson’un baş danışmanı Dominic Cummings’in eşi Mary Wakefield’in dedesiydi. Mary Wakefield geçen ay Spectator’de bir yazı kaleme aldı. Bu yazıda koronavirüs tecrübelerini paylaştı ve bu yazı onun ve Cummings’in, hükümetin talimatlarına karşı Durham’a gitmek yerine Londra’da kaldığına dair güçlü bir izlenim oluşturdu. Tüm bunlar da yazılanların doğru olup olmadığına dair şüpheler oluşturdu. Baring’in kölelerin mülkiyetiyle edinilen ve ticaret yasaklandığında sahiplerine ödenen büyük tazminatın da eklendiği aile serveti muhtemelen şaşırtıcı olmamıştır.
2012’de açığa çıkan saklı Kikuyu belgeleri,sömürü bölgelerinden çekilmeden önce İngiliz otoriteler tarafından çoğunluğu sistematik olarak tahrip edilen çok daha büyük bir arşivin parçalarıydı. Özel Şube, Kenya arşivlerini “kapsamlı bir tasfiye” diye adlandırarak denetledi. Silinen dosyaların yerine sahte dosyalar eklendi. Silinen dosyaların “varlığı”, “asla ifşa edilmemeli”notuyla açığa çıkıyordu. Yakılamayacak kadar çok fazla dosyaların olması sebebiyle, dosyaların “ağır sandıklara konularak” kıyıdan çok uzaklardaderin ve akıntısız sulara atılması yönünde emir verildi. Geçmişimizi değiştirmemek ve sansürlememekten mi bahsediyorduk?!
Aynı gizlemeler zamanında İngiliz İmparatorluğu’nda da yapıldı. Biz şimdi, sadece kayıp belgelerin ortaya çıkardığı şeyleri tahmin edebiliriz. Malaya’daki katliam hakkında çok daha fazla bilgi mi? 1960’da Yemen’de İngilizlerin kirli savaşı mı? 1943’te Bengal’de İngiliz Hükümeti’nin sebep olduğu insanların birbirlerinin ağzındaki yiyecekleri kapıştıkları felaket gibi kıtlık mı? Aden ve Kıbrıs’taki vahşet mi? Kalan belgelerin gösterdiklerinden biri de İngiliz Hükümeti’nin sır olarak sakladığı ABD hava üssüne yol açmak için Hint Okyanusu’nda Chagos Adaları sakinlerini tahliye etmesi. Dışişleri Bakanlığı, yetkililerden yerli adalıların kalabalık olduklarını inkar etmelerini istedi. Böylece onlar tazminat ödemeden ve mecliste itirazlar olmadan bu işi halledebilirlerdi.
Belgeleri silme ve ortadan kaldırma işlemleri devam ediyor. 2010’da da Karayip göçmenleri Windrush yerlilerinin iniş kartlarının tümü Theresa May’ın içişleri ofisi tarafından ortadan kaldırıldı. May’ın zalim ve çirkin bu sürgünlerini kolaylaştırmak için aniden yaptıkları karşısında birçok kişinin artık bu ülkede vatandaşlık haklarını kanıtlama imkanı kaybolmuştu. 2013’te Muhafazakarlar, 2000 ile 2010 arasındaki konuşmalarının ve basın açıklamalarının kamuya açık bütün arşivleri sildiler ve geçmiş ifadeleri ve politikaları kanıt olarak göstermeye çalışanları önlemek için Wayback Machine aracılığıyla yapılan web aramalarına erişimi engellediler.
Bu hafta Başbakan, politika birimin başında bulunan Munira Mirza’dan ırkçılık komisyonu kurmasını istedi. Bana göre o tüm geçmişiyle kafası karışık ve şaşkın aktivistler ağının bir parçasıdır. Bu aktivist ağı Devrimci Komünist Parti ve Yaşayan Marksizm Dergisi’nden doğdu. Koydukları bu isimlerde görüldüğü üzere en sola ait olduklarını iddia ettiler ama bana göre aşırı sağa benziyorlar. 2018’de Spiked Dergisi’nin satış noktalarından birinin ABD’li milyoner Charles Koch tarafından büyük oranda finanse edilmiş olduğunu keşfettim. Diğer finansman kaynakları gizliliğini sürdürüyor. Bazı yoldaşlarıyla ortak olan Mirza, kurumsal ırkçılık konusunda şüphe uyandırıyor. Onun yeni rolü tarihin daha fazla değiştirilmesinden korkan ve ırkçılık karşıtı kampanya yürütenler arasında dehşet uyandırdı. Tarih hakkında yalanlar, sansür ve düzenlemeler siyasi kuruluşun yaptığı bir şeydir. Birbirini izleyen hükümetler tarafından düzenlenen, özellikle de İngiltere’nin diğer milletlerle ilişkilerini içeren tarihler, yalanlar zincirinden ibarettir.Bu yalanlarla devam edemeyiz. Bir kişide ya da bir millette olgunluk, kendimize karşı dürüst olmak olarak tanımlanabilir. Acilen büyümemiz gerek.
*Auschwitz: II. Dünya Savaşı döneminde Nazi Almanyası tarafından Yahudileri zorunlu olarak çalışmaya mahkum eden ve sistematik olarak imha etmek için kurulmuş kampların en büyük olanıdır.