BOP'tan füze kalkanına | |
Türkiye, AK Parti yönetiminde, eş başkan olarak bir Amerikan-Batı projesi niteliğindeki BOP'ta yer aldığında ben şöyle bir değerlendirme yaptım: |
Türkiye, AK Parti yönetiminde, eş başkan olarak bir Amerikan-Batı projesi niteliğindeki BOP'ta yer aldığında ben şöyle bir değerlendirme yaptım:
AK Parti kadroları ne Gül ne Erdoğan ne Davutoğlu, bu projenin bütün boyutlarına katılıyor olamaz. Ama hele iktidarlarının ilk yıllarında, bölgede herhangi bir diplomatik örgü oluşturmadan kendilerini böyle bir projeyi önleyecek güçte de görmüyor olabilirler. O zaman, proje içinde yer alıp, yanlışlıkları önlemek gibi bir misyonu benimsemiş olabilirler.
Sanırım böyle de oldu.
Süreç içinde Türkiye ile Amerikan politikaları, bölgenin, diyelim insan hakları, demokratikleşme gibi sorunlarında nispi söylem birliği içinde görülse bile, zaman zaman karşı karşıya geldi. İsrail'in Filistin'deki cinayetleri, Irak'ta işgal sürecinde olan bitenler, İran'a, Suriye'ye yönelik politikalar farklılaşılan alanlar oldu. Afganistan'da müttefik kuvvetlerle birlikte Türkiye'nin de kuvveti var ama o kuvvetin orada bulunuşunun bile farklı bir misyonu söz konusu.
Netice şu: Bugün artık, bölgede, BOP'ta eş başkan olan Türkiye'den öte bir Türkiye bulunuyor.
Füze kalkanı projesi, Amerikan-Batı stratejisinin Türkiye'nin önüne koyduğu yeni tehdit algılaması ve yeni savunma-saldırı sistemi.
Türkiye haklı olarak bundan da kuşku duyuyor.
Amerika'nın, İsrail ile iç içe geçen tehdit algılamalarından ve NATO'nun bu çerçeve içinde görev üstlenmesinden kuşkulanıyor.
Aslında, Varşova Paktı'nın dağılmasından bu yana NATO'nun misyonu net değil.
Daha doğrusu bu fluluk içine, İslam'la bağlantılı bir terör algısının yerleştirilmesi, Türkiye'nin dış politika açılımlarına, stratejik derinliğin inşası gayretlerine sekte vuracak bir nitelik arz ediyor.
Dolayısıyla, füze kalkanı projesinin, kimi hedef aldığı soruları da kaygı uyandıracak cevaplar üretiyor.
Şu an belli ki Amerika-Batı stratejisinin tehdit algısında baş sıraya İran oturtuluyor.
İran'a karşı savaş iradesi hem Washington'da hem Tel Aviv'de bileniyor.
Buna karşılık Türkiye, bu "İran şeytanlaştırması"nın tarafı olmamaya itina etti. Aslında Türkiye buna, AK Parti iktidarından önce de itina etti. Türkiye, kendi üzerinden İran'ın vurulması taleplerine hep soğuk baktı. AK Parti diplomasisi ise bu konuda çok daha net oldu. Üstelik Amerikan-Batı dünyasının önüne, İsrail gibi bir nükleer tehdidi koydu ve çifte standartlara isyan etti.
Füze kalkanı meselesinde, anlaşılıyor ki hükümet, hem füze kalkanı sisteminin askeri teknoloji olarak ülkeye kazandırılmasını önemsiyor hem de Türkiye üzerinden bir İran hedeflemesine karşı çıkıyor. Belli ki füze kalkanının boy hedefinin İran olması ve bunun Türkiye üzerinden yapılması, Türkiye'nin bugüne kadar yürüttüğü tüm dış politika açılımlarını berhava edecektir.
Hoş, belki bölgedeki Türkiye'nin de yakın ilişki içinde bulunduğu kimi dost Arap ülkeleri, İran konusunda Amerikan-Batı değerlendirmelerini paylaşıyor ve füze kalkanı projesinin, İran'ı hedeflemesini benimsiyor olabilir. Ama Türkiye, bölgede oynamayı amaçladığı büyük rol ile bu konuda Arap ülkelerinden de farklı bir dengeyi dikkate alıyor. Bu noktada İran'ı hedeflemek, Suudi veya Mısır için kabul edilebilir bir tavır olabilir ama Türkiye, bu sınır komşusu ile karşılıklı tehdit ilişkisi içine girmeyi, Batılı müttefikleri çok istese bile benimseyemez.
O yüzden, hafta sonunda Lizbon'da yapılacak NATO zirvesinde, füze kalkanı tartışmalarının odağında Türkiye'nin rezervleri bulunacak. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, haklı olarak, "Tercihi başka ülkelerle kurduğumuz ilişkiler üzerinden değil, kendi vizyonumuzla yaparız, tarihin yeniden anormalleştirilmesini, Türkiye çevresinde yeni bir cephe ülkesi görünümü çıkmasını istemiyoruz" diyor. Ve "Bu bir psikolojik operasyon. Tesirinde kalmamamız lazım" uyarısında bulunuyor.
Ben füze kalkanı tartışmalarında Türkiye'nin duruşuna şöyle bakıyorum:
-Türkiye'de, stratejik oyunların arka planını gören bir dış politika zekası var.
-Şu anki Türkiye kadroları, ülkenin stratejik çıkarlarını öyle ne Amerika'ya ne Batı'ya ipotek edecek bir vasıfta değil.
-Batı ile ilişkiler önemli. Ama hiçbir rezerv koymadan değil. Ahmet Davutoğlu'nun "Tarihin normalleştirilmesi" diye tanımladığı şey, çok köklü bir tarih değerlendirmesine dayanıyor ve bu "normalleşme" sürecinde, Batı dünyasının da payına düşen çok önemli bir zihni restorasyon gereği bulunuyor.
-Şu anda Batı dünyası Türkiye'yi, henüz cephe ülkesi gibi görmekten vazgeçmiş değil. Üstelik şimdilerde bu cephe ülkesi misyonu, İslam dünyasının bizzat kendisine karşı konuşlanma anlamı taşıyor. Türkiye bunu kabul etmiyor.
-Ben ne olursa olsun, Türkiye üzerinden herhangi bir İslam toprağının vurulmasının hiçbir biçimde kabul edileceğini sanmıyorum.
BUGÜN