PKK açısından şaşırtıcı bir durum yok ortada. PKK’ya endeksli siyaset, sivil toplum, akademi ve habercilik yapanlar da esasen teamüllerini koruyorlar. Bu çevrelerin Diyarbakır Dürümlü’de kıyameti kopartan bombalı saldırı karşısında da sergilediği profesyonel düzeydeki soğukkanlılık artık eskisi gibi geniş kamuoyunu enterese de etmiyor.
Oysa isteselerdi bombalı saldırıyı katledilen 15 insan için değilse bile coğrafyanın tabii dokusunu bozucu etkisi dolayısıyla bile kritik edebilirlerdi. Hepimizin malumu olan sebeplerle Dürümlü’nün merkezinde açılan ‘yapay krater’in fiziki coğrafyamızdan daha çok beşeri coğrafyamıza yönelik kapsamlı bir suikast tertibi olduğunu gizlemeye giriştiler yine. Çünkü ‘çelişki artsın devrim süreci hızlansın’ hülyaları sadece Marksist ideolojinin değil gizli ya da aşikâr Makyavelist siyaset anlayışını takip edenlerin yoluna dönüşmüş durumda. İstikrar sürecinden ümidini kesenlerin kaotik süreçlere bel bağlamasını beraberinde getiriyor.
Bu Kurgu Sürdürülebilir mi?
PKK neden katliam yapıyor, bombalı araçlarla, mayınlı hendeklerle elde etmek istediği hedef nedir? Makul bir izahı yok, topluma faydalı bir açıklaması bilinmiyor. Fakat meseleyi PKK’nın silahlı eylemlerini merkeze alarak değil de bir biçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan’la irtibatlandırarak izah etmeye kalkışınca az veya çok bir meşruiyet dayanağı bulunabileceği zanneden epeyce ‘aşırı zeki’ tipler bulunuyor etrafımızda. Dolayısıyla PKK’nın kan ve şiddet üreten yapısını anlaşılabilir kılan bir kurgu ve söyleme sarılmaktan medet umuyorlar.
Fazlasıyla vicdansızca ama PKK’nın şehir merkezlerinde olabildiğince tırmandırdığı bombalı saldırılar ve neticesi olan katliamlar bu teorilerin ispatı sayılıyor. Peki, bu durumun sürdürülebilir bir siyaset ve söylem biçimi olabilmesi mümkün mü? Normal bir akıl ve kalp sahipleri açısından hiç mümkün görülmese de ‘gerçekçi ol imkânsızı iste’ mottosu tutkunları için mesele hala ‘şiddet devrimin ekmeği’ frekansında seyrediyor.
Kriter yani ölçü, kıstas sorunu yaşayan siyasal ve kültürel bir iklim bütün boğucu karakteriyle üzerimize abanıyor. Diyarbakır’da PKK’nın yaşattığı büyük felaket ‘işbirlikçi köylülere’ fatura edilirken bile kılı kıpırdamayan bir insan hakları mücadelesi konseptiyle karşı karşıyayız. Esed rejiminin katliamlarından medet uman bir siyasal-sosyal zümre var karşımızda. Rusya ve ABD üzerinden Türkiye’de meşru siyaseti terbiye etmeye hevesli korkunç ihtiraslara kapılmaktan zevk alıyorlar. AB ile gerilen ilişkileri her daim AB hesabına ve Türkiye aleyhine yorumlamak ve propaganda etmekle mükellef bir seküler iktidar sınıfı mevcudiyetini sıkı sıkıya koruyor hala.
Kriterleri iktidar tutkusu bağlamında büyük bir nefretle örülmüş bir siyasal muhalefet kriziyle karşı karşıyayız. Bu mesele yeni değil ve adı da hiçbir surette kutuplaşma filan gibi uyduruk tasvirlerle izah edilemez. Adalet ve merhameti değil de siyasi ve iktisadi iktidarı kriter edinen, merkeze koyan canavarca hislerle donanmış bir iktidar saplantısıyla karşı karşıyayız. Bu sebeple işlenen cinayetlerin hesabı PKK ya da benzeri örgütlere değil meşru yollarla bir türlü yenemedikleri ‘dinci’ hükümete fatura ediliyor.
Fısıltı Fırtınaya Dönüşür Umudu
Baksanıza Amerika’da Wall Street Journal’de yayınlanan bir haber bile bu siyasi çevre tarafından nasıl da büyük bir heyecanla, umutla ve sevinçle karşılanıyor. Güya “Türk ordusunun nüfuzu yeniden artıyor” tarzı analizlerle yeni bir darbe sürecinin işaret fişeğini görmüşçesine keyifleniyorlar. Rusya’nın tehdit ve şantajlarıyla, AB’nin mülteciler üzerinden sergilediği ayak oyunlarıyla belki bir şeyler olur duygusuna kapılanların ahlaki ve hukuki kriteri ne olabilir ki? Ülke ve topluma yönelik her türlü baskıdan kendileri için açılma ihtimali bulunan iktidara dair hesap yapanların sergilediği yüzsüzlük ve tutarsızlık yeni değil.
Diyarbakır’da veya diğer şehirlerde yitip giden canların, dökülen kanların, yükselen feryatların kendileri için iktidar yolunu açıyorsa bir sorun teşkil etmediğini düşünüyor ve biliyorlar. Rahatlar ve umutlular. Ama bu toplum da bu sapkın ruh halini yaşayan iktidar tutkunlarını hiç ama hiç rahat bırakmamaya ve onları bu kanlı umutlarından mahrum bırakmaya sonuna kadar azimli.
İnsanlığa karşı savaş açanların kazanma ihtimali yok ve hiç olmayacak. Cinayet şebekelerinin, sömürgeci devletlerin uzantıları, kaosa yatırım yapanlar kazanamayacakları bir savaşta ısrar ettikçe kayıpları da o oranda büyüyecek. Zaman bunu net olarak gösterecek.
Yeni Akit