Bölünmenin eşiğindeki Sudan

Ahmet Varol

Sudan’ın uzun yıllardan beri Güney sorunuyla başı dertte. Yıllarca bu bölgedeki ayrılıkçı grupların gerilla savaşıyla uğraştı. Sonunda silahların bırakılması ve siyasi çözüm bulunması üzerine anlaşma sağlandı. 25 Eylül 2003’te Kenya’nın başkenti Nairobi’de imzalanan anlaşmaya göre belli bir geçiş merhalesi olacak ve o merhalenin sonunda da Güney halkının tercihi sorulacaktı.

Güney’de anlaşma sağlanmasının hemen ardından Darfur meselesi patlak verdi. Darfur’da silahlı çatışmalar daha Güney’deki çatışmalar soğumadan ve anlaşma uygulamaya geçirilmeden önce başladığı için zihinlerde ikisi üst üste geldi. Birçokları uzun bir süre Güney ve Darfur meselelerini üst üste koydu. Bazıları Darfur’u Güney’in devamı gibi algıladı. Bazıları da aralarındaki farkı görmekle birlikte aynı sebebe dayandığını yani Darfur’da gerilla savaşı başlatanların Güney’dekilerin uzantısı olduğunu düşündüler. Darfur olaylarının patlak verdiği ilk merhalede hadiseleri dışarıdan izleyenler arasında sadece uzmanlar ve biraz uzman gözüyle bakanlar bu bölgenin ülkenin batısında Çad tarafında, coğrafi olarak Güney’den ayrı olduğunu, Güney halkının genellikle hıristiyan ve animist, Darfur halkının ise tamamen Müslüman olduğunu dolayısıyla dinî ihtilafın değil etnik ayrışmanın yani zenci – Arap veya Çadlı - Arap ayrışmasının fitneciler tarafından kullanıldığını biliyorlardı.

Güney Sudan halkının tercihinin sorulacağı referandum günü yaklaşıyor. Çıkacak sonuç büyük ölçüde tahmin ediliyor. Bundan dolayı Sudan hükümeti biraz oyalama yapmak istiyor. Ama anlaşmanın ilga edilmesi ve referandumun yapılmaması bölgede yeniden şiddetin önünü açabilir. Ayrıca uluslararası güçlerin özellikle ABD ve Avrupa’nın siyasi baskıya başvuracağı kesin. Bunun yanı sıra bölgede yeniden silahların konuşmaya başlaması durumunda ayrılıkçı gruplara silah desteği sağlamaları ihtimali de yüksek. O durumda Güney’de bir geçiş formülüyle silahları susturan Sudan’ın başı iki ciddi sorunla dertte olacak.

9 ve 10 Ekim tarihlerinde Libya’nın Sirte şehrinde düzenlenen iki ayrı zirvenin her ikisinde de gündemin ana konularından biri Sudan’ın bölünmenin eşiğine gelmesinden kaynaklanan sıkıntıydı. Arap Birliği’nin bu iki zirvenin ikincisinde sergilediği tutum birincisinde sergilediğini nakzediyordu.

9 Ekim’de düzenlenen Arap Birliği Olağanüstü Zirvesi’nde Sudan’ın ulusal haklarının ve toprak bütünlüğünün korunması için ona destek verileceği vurgulandı. Fakat 10 Ekim’de düzenlenen Arap Birliği ile Afrika Birliği’nin ortak toplantısı niteliğindeki Arap – Afrika Zirvesi’nde Güney Sudan’da yapılacak referandumdan çıkacak sonuca saygı gösterilmesi isteniyordu. Bu, Afrika Birliği’nin talebine itiraz edilememesinden kaynaklanıyordu. Çünkü o, referandumun mutlaka yapılmasını ve Hartum yönetiminin sonuca razı olmasını istiyordu.

Görünen manzara karşısında hem referandumunun mutlaka belirlenen vakitte yapılmasını ve sonuca razı olunmasını istemek, hem de Sudan’ın toprak bütünlüğünün korunması için ona destek verdiğini ileri sürmek çelişkilidir.

Herhangi bir erteleme yapılmaması ve aksaklık çıkmaması durumunda Güney Sudan referandumu 11 Ocak 2011’de gerçekleştirilecek. Anayasada referanduma kapı açan geçici düzenlemeler 2005 yılında yapılmıştı. Referandumla ilgili kanun da çıkarıldı. Şimdi geriye sadece Güney halkının tercihinin sorulması kaldı. Halk, Hartum’a bağlı özerk bir bölge olarak kalmak ile Güney’in bağımsız bir devlet olmasını istemek arasında tercih yapacak. Bağımsız devlet olmayı istemesi durumunda 2005’te Anayasada yapılan geçici düzenlemelerle özerkleştirilen bölge başkenti Juba olan bağımsız bir devlet olacak. Böylece Sudan topraklarının bölünmesi suretiyle Afrika devletleri ailesine yeni bir üye katılmış olacak.

Fakat referandumun çözümden ziyade yeni bir sıkıntılı dönemin habercisi olduğu hissediliyor. Çünkü 2003 Anlaşması’nın ilga edilmesi ve referandumun yapılmaması yeni bir çatışma dönemi başlatabilir. Referandum yapılması durumunda sonuçtan bağımsızlık talebinin çıkması ihtimali yüksek görünüyor. Sudan’daki önemli siyasi akımların birçoğunun referandum yoluyla da olsa ülkenin toprak bütünlüğünün bozulmasına karşı olduğu ve sonuca razı olmak istemeyecekleri, bu yüzden sancılı bir döneme girileceği tahmin ediliyor.

VAKİT