Bölünmeli bayram

Ahmet Altan

Ben çocukken İstanbul’a sık sık gelen bir Azeri orkestra şefi vardı, çok sempatik bir adamdı, hikâyeleri dilden dile dolaşırdı.

Azeri lehçesiyle konuştuğu için hikâyeleri de genellikle kelimelerle ilgili olurdu.

Bir seferinde dolmuşa binmiş.

Harbiye’de Radyoevi’ne gidiyormuş, yaklaştıklarında “şoför bey, ben düşeceğim” demiş.

Azerilerin “inmeye” “düşmek” dediklerini bilmeyen şoför “düşmezsin bey abi, merak etme” demiş.

Biraz sonra şef gene “ben düşeceğim” demiş, şoför gene “merak etme” demiş, bu birkaç kez tekrarlandıktan sonra araba bir kırmızı ışıkta durmak için yavaşladığında şef daha araba durmadan kapıyı açıp kendini apar topar dışarı atmış.

Şoför de arkasından bağırmış.

“Böyle inersen düşersin tabii.”

Nedense bu hikâyeyi çok severim, anlatma fırsatı da çok çıkar.

Türkiye’de devlet ve medyası çok uzun zaman “bölüneceğiz” diye bağırdı.

Şimdi İzmir’de, Çanakkale’de yaşanan olaylara bakınca insan ister istemez, “böyle bağırırsanız bölünürsünüz tabii” deme ihtiyacı duyuyor.

Eğer siz yirmi beş yıl boyunca, Kürtlerin neler çektiğine hiç değinmeden, Diyarbakır hapishanelerinde yaşananları anlatmadan, onların ana dillerinin yasaklandığından söz etmeden, üç bin köyün yakıldığını gündeme getirmeden, nasıl aşağılandıklarına değinmeden Kürtleri “durduk yerde dağa çıkan Türk düşmanı deli teröristler” gibi gösterirseniz sonunda bölünürsünüz.

Bütün Batı kentlerini ve Türkleri, kendi vatandaşları olan Kürtlere düşman edersiniz.

Sonunda İzmir’in göbeği açık sarışın kızı, eli taşlı bir saldırgana dönüşür.

İzmirlileri tanıyıp da İzmirlileri sevmemiş kimse yoktur herhalde.

Çok rahat, insan ilişkilerinde çok esnek, kendisine takılan “gâvur” lakabını tatlı bir gülücükle taşıyabilecek kadar kendine güvenli, serazat, özgür, hoşgörülü, şakacı insanlardır.

Yıllar önce bir röportaj için İzmir’e gittiğimizde, kendisi de İzmirli olan Neşe Düzel, arabanın anahtarlarını orada rastladığımız bir kâhyaya verip, “arabayı oraya koyuver” demişti.

Kâhyaya kırk yıllık tanıdığı gibi davranması, evinin bahçesinde bir akrabasıyla konuşur gibi “arabayı oraya koyuver” demesi beni çok güldürmüştü.

Hürriyet
’teki İzmirliler ekibini oluşturan Cafer, Meriç, Neşe üçlüsünden onların o matrak “İzmircesini” de öğrenmiştim.

İncire “bardacık” diyorlar ve kahvaltıdan önce yiyorlardı, bildiğimiz o biçimsiz elektrik sigortasının onların dilindeki karşılığı “asfelya” gibi neredeyse şiirsel bir kelimeydi.

İstanbul’la kıyaslandığında minicik kalan kentleriyle övünürler, İstanbul’u bile küçümserlerdi.

Ben İzmirliler kadar barışçı, özgür, şakacı insanlar az gördüm.

Bir de şimdiki İzmir’e bakın.

Bu şehirde yaşayanların “faşist” olup olmadığı tartışılıyor.

“Deniz koktuğu” söylenen kızları “kurt kadın” gibi taşlı saldırılara karışıyor.

Kürtlerden nefret ediyorlar.

Dindarlardan da nefret eden bir halleri var.

Nasıl oldu bu?

Türkiye’nin en özgür kenti nasıl oldu da “saldırganlığın” sembolüne dönüştü?

Sanırım medya, İzmirlileri “yaşam biçimlerinin, kültürlerinin” tehlikede olduğuna inandırdı.

Bir saldırıyla karşılaşacaklarını düşüne düşüne sonunda kendileri saldırganlaştı.

İzmir’e çoktandır gitmedim, oradaki durumun ne olduğunu gözlerimle görmedim ama olayların yansımasına bakıldığında, “Kürtlerden nefret eden”, “dinciler gelecek bizi İran gibi yapacak” korkusuyla askerî darbeleri destekleyen bir profil çiziyorlar.

Irkçı, darbeci, saldırgan bir İzmir.

Eğer gerçek durum buysa, yazık o kadim Ege uygarlığına.

O sıcakkanlı, sevecen, rahat insanları bu hale getirdiğimiz için hep birlikte utanmalıyız.

İzmir “kendi yaşam biçimini ve değerlerini” korumak için “yaşam biçimiyle ve değerleriyle” hiç uyuşmayan bir ruh haline sahipse artık, kendine benzemeyenlerden nefret ediyorsa, bu, Türkiye “zihnen” bölündü anlamına gelir.

Zihnen bölünmek, toprakların bölünmesinden daha kötü ve daha tehlikelidir bence.

Aynı topraklarda, aynı sınırların içinde yaşayacağız ama birbirimizden nefret edeceğiz, bunun sonunda bela çıkar.

Ülkenin “asfelyaları” patlar.

Birilerinin İzmirlilere “büyük bir psikolojik savaşın” kurbanı olduklarını anlatması gerekiyor ama o yoğun beyin yıkamadan sonra İzmirliler buna inanacak mı, bilmiyorum.

Bildiğim, toprak bölünmesinden daha vahim bir bölünmeye gidebilme ihtimalimiz olduğu.

O kadar çok “bölüneceğiz” diye bağırırsanız sonunda “zihnen” bölünürüz ve “huzur ve barış” günü olan bayramlarda “bölünme” üzerine yazı yazmak zorunda kalırız.

TARAF