Bakara Suresi - 155-157
- وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِؕ وَبَشِّرِ الصَّابِرٖينَۙ
- اَلَّذٖينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُصٖيبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَؕ
- اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ
‘’Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aitiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte hidayete erenler de bunlardır’’
Müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret etmişler, böylece Mekkeli müşriklerin saldırılarından kurtulmuşlardı ama hicretin ilk yıllarında da kaygı ve korkuları hala sürmekteydi. Hicret ettikleri yeni vatanları da tehdit altındaydı. Çünkü müşriklerin etki gücü münafıklar ve Yahudiler üzerinde etkin bir şekilde sürmekteydi. Nitekim kısa zaman sonra bazı gerginlikler ve çatışmalara tanık olunmaya başlandı. Aynı zamanda Müslümanlar yoksulluk sebebiyle de darlık çekmekteydiler. Hicret etmişlerdi ama mallarını, yakınlarını, ticaretlerini geride bırakmışlardı. İmkânsızlık ve tehditler imtihanları olmuştu.
Ayetlerde Medine döneminin ilk yıllarındaki sıkıntılara işaret edilmekte, bunun üzerinden evrensel anlamda imani, ahlaki ilkelere, metanetli tutuma dikkat çekilmektedir. Aynı zamanda zorluklar karşısında direnmek ve sabır üzerinden imtihan bilincine vurgu yapılmaktadır. Sadece Allah’a dayananlar dünya ve ahirette mutlaka kazanacaklardır. Bu Allah’ın yasasıdır!
“Sabredenleri müjdele” buyurulmuştur. Sabır iman ve teslimiyetle bütünleşmiştir. Müslümanın metanetini, sabrını ve imanını Rabbimiz bir kişilik modeline dönüştürüyor. Zorlukta, hastalıkta, darlık vakitlerinde yaşadıklarıyla da Rabbine karşı vereceği hesabı unutmayan, her zaman Allah’ın rızasını kazanmak bilincine sahip bir zihin ve Mümin bir kişilik inşa oluyor. Allah’a iman eden, O’na güvenen, O’na teslim olan, Rabbinden her zaman rahmet ve ümit nimetiyle ikram sahibi kılınacağına inanan bir Mümin hali resmediliyor. Bu yaşananların imtihan olduğunu kavramış ve gelecekte hem kendinin, yakınlarının hem de ümmet kardeşlerinin hayrına dönüşecek imtihan aşamalarına dikkat çekiliyor.
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar, başlarına bir musibet gelince, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz." derler.” (Bakara 155-156)
Müslüman, başına gelen musibetlerin kendisi için birer imtihan olduğunu bilir. Allah Resûlü (sav)’ ın ifadesiyle bu hep böyledir; “Müminin hâli ne hoştur. Onun bütün işleri hayırlıdır. Bu duruma müminden başka hiç kimsede rastlanmaz. Mümin bir nimete kavuştuğunda şükreder, bu onun için hayırlı olur. Darlık ve sıkıntıya düştüğünde sabreder, bu da onun için hayırlı olur.” (Buhârî, Merdâ, 19)
Bu gün ümmet kardeşlerimiz ağır imtihanlardan geçmekteler. Açlık, korku, savaş, mallardan canlardan eksilmek ümmetin evlatlarının yaşam iklimini oluşturmaktadır. Onlar darlık içinde imtihan olurken bizler de bolluk ve imkânlar içinde imtihan olmaktayız. Kardeşlerimiz üzerimize sorumluluk yüklemektedir. Yaptıklarımızdan da ve yapmadıklarımızdan da imtihan edildiğimiz bir sorumluluk bu.
Âl-i İmrân Suresi - 180
- وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذٖينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖ هُوَ خَيْراً لَهُمْؕ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْؕ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِهٖ يَوْمَ الْقِيٰمَةِؕ وَلِلّٰهِ مٖيرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبٖيرٌ
‘’Allah’ın fazlından ikram ettiği nimetler karşısında cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için daha hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilâkis bu onlar için şerdir. Cimrilik ettikleri mal kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır’’
‘’Ayette imkânlarını, mallarını hem kendileri hem de başkaları için kullanacakları güçlerini Allah yolunda cihad için, kardeşleriyle bölüşmek, dayanışmayı güçlendirmek için harcamayanlar, mallarının zekâtını vermede cimrilik edenler kastedilmektedir’’ (Reşîd Rızâ, IV, 257).
Allah’ın verdiği nimetleri, dünyalık imkânları, kişisel ve ticari malları Allah yolunda, Mümin toplum hayrına harcamayıp ellerinde sımsıkı tutanlar nefislerine hoş gelen bir güzelliği muhafaza ettiklerini, kişisel, ailevi ve toplumsal maslahatları koruduklarını zannederler. Nasıl da şeytani bir fısıldamadır bu!
İman kardeşliğini esas alıp kendi yurtlarına sığınmış olan muhacirler tam bir imtihan konusu oldu bazı imkânlılar için. Muhacirin haksızlığına karar veren vesveseler bazılarının kafasını kemirip duruyor. Irkçılarla aynı paydada buluşmaktan hiç rahatsız olmuyorlar. Geçmişini o kadar hamaset edebiyatıyla anlatıyor ki iman ve İslam kardeşlerinin Kuran’da tanımlanan kardeşlik bağlayıcılığı aklına bile gelmiyor bunların. İnsan her an karşılaşabileceği zorlukları, hastalıkları ihtimal dâhilinde görmez oluveriyor. Ama yukarıdaki ayet hiç de bu rahatlığın olduğu şekilde gitmeyeceğini hatırlatıyor. Rabbimiz dünya hayatında her zaman ağır imtihanlarla karşılaşılabileceğini haber vermektedir.
Yokluklar, sefalet, kış soğuğu gibi ağır koşullar altında yaşam mücadelesi veren kardeşlerimiz, salih amellerimizin vesilesi olsunlar! Bir diğer açıdan baktığımızda Rabbimizin bizleri dünya hayatında türlü şekillerde imtihan ettiğinin sebepleridir bunlar. İman sahibi olmak bu yaşananları gören göze hisseden kalbe sahip olmak değil midir?
Her zorluğun ardından bir kolaylık vardır. Allah Teâlâ günleri aramızda dolaştırmaktadır…
İdlib’de, Afganistan’da ve uzak yakın farklı yerlerde ümmet kardeşlerimiz türlü sıkıntılar yaşamaktalar. Yaşananlar karşısında kardeşlik için göstereceğimiz fedakârlık ve diğerkâmlık tavsiye mahiyetinde değildir. Kur’an-ı Mübin’de Müminlerin temel vasıfları olarak zikredilmektedir;
‘’Allah’ın yanındaki bu mükâfat, inananlar ve Rablerine tevekkül edenler, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar, öfkelendikleri zaman bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri aralarında şûra ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar ve bir saldırıya uğradıkları zaman aralarında yardımlaşanlar içindir’’ (Şura 38, 39)
Bu ayette vurgulandığı üzere Rabbimizin koyduğu esaslar yapıp ettiklerimizi değil tüm hayat alanlarını kapsamalıdır; bize yön vermelidir, tarzımızı belirlemelidir, kardeşlikte karşılıklı dayanışmayı artırmalıdır ve Mümin ahlakında bizleri buluşturmalıdır.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hatemun Nebi Allah’ın Elçisi (sav) insanlar hakkında söz konusu olacak en kötü ve alçaltıcı şeyin “cimrilik ve korkaklık” olduğunu söylemiştir. (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 22; Müsned, II, 302, 320)
Bir rivayette yine şunlar ifade edilir;
“Hayâ, iffet, kalbine değilse de diline sahip olma ve fıkıh (meseleleri derinden kavrama ve buna uygun ictihad etmek) imandandır. Bunlar dünyevî kazançları eksiltseler bile ahirette kişiyi zenginleştirecek hususlardandır. Ahirette sağlayacakları kazanç çoktur. Kötü söz, kabalık ve cimrilik nifak alâmetleridir. Kişiyi dünyada zenginleştirseler de, ahirette yoksullaştıran hususlardandır. Ahirette kaybettirdikleri daha çoktur.” (Ebû Dâvûd, İlim, 10)
İffet, hayâlı olmak, meşru yoldan çalışmak, sürekli infak bilincine sahip olmak, ibadetlere bağlılıkta titiz davranmak, ümmet kardeşliğini ihmal etmemek, dostlukta gösterilen vefa ve sadakat, yakınlarımıza hürmet etmek, onların ihtiyaç durumlarını takip etmek Kur’an-ı Mübin’de tanımlanan imanın, ihsanın, birr vasfının şartlarındadır. Müslüman olmanın şiarlarıdır bunlar. Ayrıca ahlâkî olgunluk ve insan ilişkilerinde gösterilen hassasiyet, beşeri ilişkilerde incelik, edepli olmak, meseleler karşısında İslami değerlere uygun olarak derin düşünme kabiliyeti imanla sıkı bir ilişki içerisindedirler. İman böylece büyür, kök salar ve kuvvetlenir, Allah’ın izniyle!
‘’Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve nebilere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte gerçek takva sahipleri bunlardır’’(Bakara / 177)
İnsanız; Rabbimizden gelecek yol işaretine de, her türlü yardıma da muhtacız. Rabbimiz Kitabımızda tüm bunları sözün en güzeli olarak anlatıyor;
‘’Eğer insana tarafımızdan bir nimet tattırır da sonra ondan çekip alırsak tamamen ümitsizliğe düşer, nankörleşir. Eğer başına gelen bir sıkıntıdan sonra ona bir nimet tattırırsak, “Kötü durumlar benden uzaklaşıp gitti” der. Artık onun bütün yaptığı sevinmek ve övünmektir. Ancak sabredip, dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar böyle değildir. İşte onlar için bir bağış ve büyük bir mükâfat vardır’’(Hud Suresi / 9-11)
İnsan sıkıntılar karşısında dayanıksızdır. İnsanın sıkıntılardan kurtulduğunda Rabbine şükretmesi gerekirken, bundan böyle sıkıntıların bittiğini, bir daha sıkıntılarla karşılaşmayacağını sanarak şımarır.
Yaşadıkları veya çevresinde yaşananları gören Müslümanın ümitsizliğe kapılmayıp sabreden, bollukta azmayıp ve şımarmayıp şükreden; nimetin hakkını veren amel işleyenlerden olması gerektiğini Rabbimiz haber vermektedir.
Müslim kişi iman ve İslami şiarlardan besleniyorsa güçlüdür. Müminlerle beraberse dayanıklıdır, güven verir, kararlıdır. Allah yolunda çabalamayı, cihadı, mücadele azmini yayar, örnekleri çoğaltır. Allah güzelliği, iyiliği ister. Kötü ise kişinin tercihidir, kendine aittir, kerih görülendir.
‘’Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara Rasul olarak gönderdik; şahit olarak Allah yeter’’ (Nisa / 79)
Güzellikler de ve çirkinlikler de çevrede etki gücüne ve yaygınlaşma özelliklerine sahiptir. İyilik ve kötülüğün yaygınlaşmasından buna öncülük edenler paylarını alırlar. İyilik de kötülük de yayıldıkça, sonuçları ortaya çıktıkça yapanların da öncülük edenlerin de hanesine yazılırlar.
Nisâ Suresi - 85. Ayet
- مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَصٖيبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاؕ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُقٖيتاً
‘’Kim güzel bir işe aracılık ederse ondan kendisine bir nasip/pay vardır; kim de kötü bir işe aracılık ederse ondan da kendine denk bir pay vardır. Allah her şeyi koruyup hakkını verendir’’
Hâsıl olan iyilik ve ecirden şefaat sahibi, buna aracılık eden, bu davranışı yayan ve kendi imkânını kullanan kimseler nasip alırlar. Haksız bir talebin, kötü sonucun gerçekleşmesi için yapılan aracılık da yapana sorumluluk getirir; haksıza, zalime, kötülük edene verilen cezanın benzeri bir ceza ona da verilir.
Her insan kendi dinini, dünya ve ahiret işlerini tasarlar, onları icra eder ve onların örnekliğini gerçekleştirir. İnsanlık için seçilen din sadece İslam’dır. Bizler de elhamdülillah Müslümanlar olmaya, Müslüman kalmaya çabalıyoruz. Rabbimiz İslam adına bizlere ne emrettiyse ve bizi nelerden men ettiyse bunlar bizi bağlar. İman, amel ve ahlak pratiklerimiz bu bütünlüğe tabidir.
Darlık ve bolluk karşısında dengeli davranma imtihanı
Bakara Suresi’nde 249, 250. ayetlerde anlatılan Talut ve ordusunun imtihanı önemli bir misal oluşturuyor:
‘’Talut, ordusu ile birlikte sefere çıkınca askerlerine dedi ki; ;Allah sizi bir ırmak aracılığı ile sınavdan geçirecek. Kim bu ırmağın suyundan kana kana içerse benden değildir. Kim onun suyundan içmez de sadece bir avuç dolusu ile yetinirse o bendendir’’
Talut, yanında kalan müminlerle birlikte o ırmağı geçince, askerlerin bir kısmı “Bugün bizim Calut ve ordusu ile başa çıkacak gücümüz yok.” diyerek sitem ettiler. Fakat Müminler “Allah’ın izni ile nice az sayılı topluluk, nice kalabalık topluluğu yenilgiye uğratmıştır.” dediler. “Hiç kuşkusuz Allah, sabırlılarla beraberdir.”
Talut, askerlerinin susuz oldukları bir sırada onların önündeki suyun bolluğu karşısında onların rehavet içine gireceklerini tahmin etti ve içecekleri suyun miktarının az olması için onları uyardı.
“Askerlerinin az bir kısmı hariç, çoğu bir ırmağın suyundan içtiler.”
Çoğunluk kana kana içtiler. Oysa bolluk bir imtihandı. Çok içilen su keyfiliği kamçılayacak ve uyuşukluğu artıracaktı. Bahaneler çoğalacaktı. Ordunun çoğunluğu nefislerinin isteklerine boyun eğdiler ve Müminlerle kenetlendikleri saftan ayrılanlardan oldular.
‘’Askerlerin bir kısmı; `Bugün bizim Calut ve ordusu ile başa çıkacak gücümüz yok’ dedi.”
Bir avuç mümin direndi, nefsini kontrol altına aldı ve ortaya atıldı;
“Fakat Allah’ın huzuruna çıkacaklarına kesinlikle inanmış olanlar; `Allah’ın izni ile nice az sayılı topluluk, nice kalabalık topluluğu yenilgiye uğratmıştır. Allah sabırlılarla beraberdir.’ dediler.”
‘’Galip gelecek olan bu az bir Mümin topluluktur’’
Umut bir Müslüman şiarıdır, ulvi bir temennidir. Dua en büyük silahtır. Şükür ahlakın gereğidir. Ümmet işlerinde koşturmak ve zorluklara sabretmek en önemli vasıftır. Zafer de, kaybetmek de ve kolaylıklar ve zorluklar da Allah’ın dilemesiyle olur. Talut’un çevresinde içlerinde Davut (as)’ında bulunduğu bir avuç Müslüman zaferi, Allah’ın dilemesine dayandırdılar. “Allah sabırlılar ile beraberdir” dediler. Dünyalık başarıya değil kulluk mücadelesine dikkat çektiler. Hak ile batılı birbirinden ayıracak ‘’hakkı üstün tutma’’ savaşının seçkin mücahitleri olduklarını kanıtladılar.
‘’Talut ve askerleri, Calut ve ordusu ile karşılaştıklarında; `Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirlere karşı bize zafer nasip eyle’ dediler. Allah’ın izni ile onları bozguna uğrattılar ve Davud, Calut’u öldürdü. Arkasından Allah, Davud’a hükümdarlık (egemenlik) ve bilgelik (hikmet) verdi; kendisine dilediği bazı bilgileri öğretti. Eğer Allah bazı insanların şerlerini, diğerleri aracılığı ile savmasaydı, yeryüzünü kargaşa kaplardı”
Müminler, Allah’ın kendilerine en açık şekilde anlattığı hakkı, kendilerini Allah’a ulaştıracak yolu kesin bir şekilde bilirler. Nitekim Müminlere ödül hemen ardından geldi. Davut (as)’ın salih çabalarına ve cihadına karşılık hükümdarlık lütfu geldi.
‘’Dâvûd, Câlût’u öldürdü ve Allah ona hükümranlık ve hikmet verdi, ona dilediği şeyleri öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile diğer kısmını engellemesi olmasaydı yeryüzünde düzen bozulurdu’’
Varlık da yokluk da imtihandır. İmtihanlar kolay olmaz. İmanın ve İslami değerlerin kalplere nasıl yerleştiği, şahsiyet kriterlerine nasıl dönüştüğü imtihan esnasında açığa çıkar.
Yeryüzünde en soylu davranış Allah için hakkı ayağa kaldırmaktır. Ve Allah’ın rızasına uygun bir hayat tarzını inşa etmektir!
Emiru’l Müminin Ömer (ra) şehadetinden hemen önce gerçekleştirdiği hacca giderken şu duayı yapmıştı:
“Allah’ım, dünya üzerinde bâkî kalan bir şey göremiyorum, dünyada müstakim bir hâl yok. Allah’ım beni ilimle konuşan, hikmetle susan kullarından eyle! Allah’ım, bana fazla dünyalık verme ki azmayayım, beni zor durumda da bırakma ki ibadet ve vazifelerimi unutmayayım. Şüphesiz az olup da kifayet miktarı olan mal, çok olup da gâfil bırakan maldan daha hayırlıdır.” (İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 82)
Ömer (r.a) haccını yaptıktan sonra Ebtah’ta dinlenirken küçük taşlardan bir yığın yaptı. Elbisesinin bir tarafını onun üzerine sererek yaslandı, ellerini semaya kaldırdı ve şöyle dua etti:
“Allah’ım! Yaşım ilerledi, kuvvetim zayıfladı, tebaam çoğalarak her tarafa yayıldı. Sana karşı bir kusur işlemeden ve ihmalkârlığa düşmeden beni huzuruna al!” diyerek dua etti. (Muvatta’, Hudûd, 10; Hâkim, III, 98/4513)
Rabbimiz bizleri Müslüman olarak yaşat, Müslüman olarak öldür! Âmin…