Gerilim düzeyi giderek yükselen tabloyu Türkiye açısından okumaya başlarsak savaş riskinden daha önce ciddi bir askeri-stratejik kuşatma riskiyle karşı karşıya olduğumuzu söylememiz icap eder. Esed rejimini ayakta tutmak üzere İran ve Hizbullah askeri birliklerinin üstlendiği vazife kifayetsiz kalınca doğal olarak devreye ‘büyük patron’ Rusya girdi. Rusya’nın taşeron ve tetikçilerini korumak ve kollamak adına abandığı Suriye’de daha büyük bir yıkım meydana getirmekten başka zaten hiçbir seçeneği bulunmuyordu.
Gürcistan ve Ukrayna’da giriştiği işgallerle Çarlık ve Sovyetler dönemi hayallerine tekrar hız veren Rusya’nın Suriye üzerinden bu hedefi kemale erdirmek üzere askeri yığınaklar yaptığını söyleyebiliriz. İlk iş olarak da Türkiye’yi askeri alanda taciz ederek terbiye etme, önce Suriye ve Irak’tan daha sonra da bütün bir bölgeden tasfiye işini kafaya koyduğu hemen belli oluyor. Rusya’nın tacizde ısrar eden askeri savaş uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi sadece işleyen askeri-stratejik planı hızlandırdı. Fakat Rusya ve müttefiklerine çizdikleri yol haritasının pek de kolay kat edilemeyeceği Türkiye tarafından ihsas edilmiş de oldu böylelikle.
Domates Almaz, Nükleer Santral Yapmaz
Esed rejimini ayakta tutarak Rusya ve İran bloğu bölgedeki hegemonyasını ne kadar derinleştirebilir ve bu hegemonya kalıcı olur mu? Anlaşılan ve görülen o ki Rusya-İran ittifakının en temel dayanağı Baas rejimi ve PKK-PYD’den ibaret.
Bir taraftan Nusayri cuntasına yaslanarak diğer taraftan PKK-PYD’nin kuzeyde tesis edeceği kanton bölgeleriyle Suriye halkının geri kalanını tahakküm altında tutma heves ve hayalleri hala çok diri. Rusya ve İran’ın Suriye’deki bu heves ve hayallerini diri tutan temel dayanak ise Türkiye’nin zayıflığı değil. Aksine hem ABD hem de AB’nin bu konuda oynamış olduğu son derece çirkin ve aldatıcı oyun sadece Esed rejimi ve PKK-PYD açısından değil Rusya-İran bloğu açısından da gayet teşvik edici hatta destekleyici rolleri ihtiva ediyor.
“IŞİD’le mücadele” konsepti alenen ve resmen bütün taraflar için Esed rejimini destekleme veya görmezden gelme, PKK-PYD üzerinden özelde Türkiye’yi genelde İslami hareketleri kuşatma politikasına dönüştürülmüş durumda. AB-ABD ile Rusya-İran arasında bu noktada küçük ihtilaf ve öncelikler dışında ciddi hiçbir fark görülmüyor. Tersine bu mesele taraflar açısından ortak payda olarak işleyen bir süreç olarak öne çıkıyor.
Rusya ve Türkiye arasında yaşanan gerilimin ekonomik alandan diplomatik ve askeri alana sirayet etmesi kısa vadede değilse bile orta ve uzun vadede hiç de ihtimal dışı değil. Çünkü mesele Putin’in agresif ve maceracı kişiliğini fazlasıyla aşıp Rusya’nın bir devlet politikası olarak tebellür ediyor. İşte tam da bu noktada ABD ve AB namına NATO’nun bu gerilime uzak durma, tarafları uzlaşmaya davet etme ve ortak bir düşmanla/IŞİD’le mücadele zeminine davet etmesi pek çok açıdan analiz edilmeyi hak ediyor. Batı, müttefiki Türkiye’yi Rusya’yla, rakibi Rusya’yı da Türkiye’yle terbiye etme, güçten düşürme ve bu bağlamda kendine mecbur-mahkûm kılma hesabı içinde işi olabildiğince ağırdan alıyor.
Rusya’nın meyve-sebze gibi gıda ürünlerini ülkesine sokmama, Türkiye’den gelen ticari-sınai firmaları engelleyip sınır dışı etme gibi despotik uygulamaları doğal gaz ve nükleer enerji santrali yapımıyla alakalı anlaşmaları da içerebilir. Zaten bu sebeple Türkiye söz konusu alanlarla alakalı yeni kaynak ve pazarlar bulmak üzere hızlı bir mekik diplomasisi yürütüyor. İstanbul Boğazı’ndan geçen Rusya savaş gemilerinden sergilenen tehditkâr görüntülerinse çok fazlaca bir anlamı yok.
Diş Gösteriyor, Isırır mı?
Rusya Başbakanı Dimitri Medvedev’in “Türkiye bizim uçağımıza saldırı düzenlemekle savaş ilanı için yeterli koşulları aslında oluşturdu. Ama biz savaşa girmeyi tercih etmedik.” beyanını da “diş gösterme ama ısıramama” kategorisinde okumak uygun olur.
Domates-salatalık almazsın, nükleer enerji santrali anlaşmasını bozarsın da iş savaş ilanına gelince iklim bir anda değişiverir. Zaten, bu gerilimle birlikte en çok panik yapan devletin Rusya’nın bölgedeki jandarması İran oluşuna bakarak asimetrik savaş unsurlarıyla yola devam edileceğini söyleyebiliriz. Rusya’nın hoyratça kabadayılığı ile İran’ın sinsi ve mübalağalı diplomatik ilişki ağları birbirini dengelese de her iki devlet için Türkiye’ye karşı kullanılmak üzere sahip olunan seçenekler yine de çok fazla değil.
Türkiye’ye yönelik kuşatmanın ister istemez NATO’yu da ilgilendiren boyutu var ve bu sebeple Akdeniz şu haliyle bir savaş gemileri gölüne dönmüş durumda. Bu durum kontrollü bir gerilimi ve tarafların kolay kolay pozisyon değiştirmeyeceğini işaret ediyor. Bu tablo daha uzun bir zaman sürebilir. Petrol fiyatlarından ambargo kararlarına, farklı örgütler üzerinden tırmandırılacak şiddet sarmalına değin tansiyonu yükseltecek, karşı tarafı zayıf düşürecek bütün imkânlar seferber edilecek elbette.
Türkiye’nin Suriye politikasını boşa çıkarma, gerek AB-ABD gerekse Rusya-İran bloğu karşısında zayıf düşürmek üzere ise muhatap olacağı asimetrik savaş unsurları besbelli: PKK (mümkünse sol örgütlerin de) tırmandıracağı şiddet, Gezi Ruhu’nu ayağa kaldırmak, Fethullah Gülen örgütüyle operasyona girişmek. Sizce şu konjonktürde PKK-HDP dışında hangi araç öngörülen asimetrik savaşı üstlenebilecek durumda?
Yeni Akit