Dünyada güç dengelerinin Batı kefesine doğru kaymasıyla birlikte uluslararası ilişkilerde emperyalist yani sömürgeci stratejiler belirleyici olmuştur.
Son dönemdeki küreselleşmenin temelinde de ABD’nin ve AB’nin çıkarlarının öncelenmesi esasına dayalı sömürgeci politikaların etkili olduğunu görüyoruz. Onların çıkarlarının öncelenmesi himaye ettikleri alt unsurların gözetilmesine de imkân sağlamıştır.
Şimdi ABD ve Avrupa çıkarlarını merkeze oturtan küreselleşme merhalesinden bölgesel güçler merhalesine geçişte sömürgeci politikaların yerini adalet ve hukuku hâkim kılma ilkesine dayalı olarak güçlerin bir araya getirilmesi gaye edinilmelidir. Bu yönde çaba harcayanlar insanlığın bugününe ve geleceğine hizmet etmiş olacaklardır.
Avrupa Birliği insanlık açısından iyi bir örnek değildir ama kendi içyapısında güçleri bir araya getirme ilkesini esas aldığı gerçeğini de itiraf etmeliyiz. Uluslararası platformda ise ABD’ninkiyle yarışan sömürgeci politikalar uygulamaktadır. Bu haliyle AB, kendi iç yapılanmasında güçleri birleştirme konusunda olumlu örnek ortaya koymuş olsa da uluslararası alanda adalet ve hukuku gözetmemiş, bu tutumundan dolayı da Amerika’nın haksız, insanlık dışı işgallerine bilfiil ortak olmuş, bu işgallerden menfaatler gözetmiştir.
İnsanlığın yeni yapılanmalara kapı açtığı bu dönemde oluşturulacak bölgesel güçlerde hiç kimse kendini bir tahakküm gücü olmaya hazırlamamalı. Bölgesel güçler, güçlerin ve iradelerin bir araya getirilmesiyle gerçekleştirilecek ittifaklarla oluşmalıdır. İttifaka dâhil olan halklara ve tüm insanlığa hizmet edecek bölgesel güçler bunlar olacaktır. Eğer bir otorite ve tahakküm merkezi oluşturup birilerini de yörüngeye oturtma suretiyle bölgesel güçler oluşturulursa bu sömürgeciliğin yeni bir versiyonu olacaktır.
Bölgesel güçler adalet ve hukuku hâkim kılmayı ana ilke edinmelidir. Fakat onu sadece söz konusu güçleri oluşturanların haklarının gözetilmesi ve onların arasında adaletin hâkim kılınması suretiyle değil tüm insanlığa karşı hâkim kılmayı hedeflemelidir. Menfaatlerle hakların çatıştığı yerde hakkın ve haklının yanında yer alma ilkeliliğini gösterebilmelidir. Sömürgeci güçlerin insanlığa en fazla zarar verdiği yer de işte burası olmuştur. Makyavelist ve pragmatist felsefelere göre şekillenen politikaları ve stratejileri uygulamasından dolayı kendi menfaatleriyle hukukun ters düştüğü yerlerde hep kendisinin veya himaye ettiği güçlerin menfaatlerini gözetmiş, adalet ve hukuku ayaklar altına almıştır. Bugün Filistin topraklarında Siyonist vahşetin çağdaş emperyalist güçler tarafından büyük bir özenle himaye edilmesinin ve hakları gasp edilen Filistinlilerin meşru mücadelelerinin kötülenmesinin arkasında duran temel etken işte bu menfaat temelli politikalar ve stratejilerdir.
Bölgesel güçler merhalesine geçişte Türkiye’nin yapması gereken de bölgede veya İslâm dünyasında bir tahakküm gücü oluşturmak değil özgür iradelerin ve güçlerin bir araya getirilmesi suretiyle oluşturulacak ittifaka öncülük etmek olmalıdır. Bizim gördüğümüz kadarıyla Müslüman halkların ve haksızlığa uğratılmış, sömürgeci güçler tarafından kanları emilmiş tüm toplumların beklentisi de budur.
Böyle bir yapılanma hâkim güçlerin değil halkların güçlerinin bir araya getirilmesi suretiyle şekillenirse daha oturaklı ve daha kalıcı olacaktır. Bugün İslâm âleminin en önemli problemlerinden biri ise hâkim güçlerle halkların iradelerinin aynı paralelde olmamasıdır. Fakat halkların öncelikleri ve değerlerini önemseyen, önceleyen bir bölgesel yapılanma kitlesel tabanların desteğini elde etmeği başarabilecektir. Çünkü halklar kendi değerlerini ve önceliklerini önemseyen bir bölgesel yapılanmaya sahip çıkmaya, destek vermeye hazırdır. Türkiye’deki siyasi irade eğer ki böyle bir yapılanmaya, bölgesel güç oluşturmaya öncelik etmek istiyorsa halkların önceliklerine ve değerlerine önem vermeyi kesinlikle ikinci plana bırakmamalıdır.
Toplumların manevi değerleri, ahlâkî prensipleri ve kutsalları en önemli öncelikleridir. Sömürgeci güçlerin telkin ettiği politikalarla, bu değerlerin toplumların hayatlarından çıkarılması çabaları başarılı olamamış, kitleler kendi manevi değerlerine sahip çıkma konusundaki kararlılıklarını korumuşlardır. Bu gerçeği görmezden gelen, yok sayan bir siyasetin kalıcı olamayacağı da tecrübelerle ortaya çıkmıştır.
Bölgesel güç oluşturmaya öncülük etme arzusundaki Türkiye’nin kendi içinde de yeniden yapılanmaya ihtiyacının olduğu bir gerçektir. Bu konudaki kanaatlerimizi inşallah müteakip yazımızda dile getireceğiz.
VAKİT