Bölemeyen ne yapar?

Mümtazer Türköne

En ters noktadan bakmayı deneyelim: Bugün, Türkiye’nin Batı bölgelerinde ayrılıkçı bir hareket zuhur etse, “küçük olsun benim olsun” mantığı ile “Güneydoğu’yu istemiyoruz” dese, Kürtler ne yapardı? “Eh iyi bari, biz de burada kendi bağımsız devletimizi kuralım o zaman” diyen Kürtlerin sayısı ne kadar olurdu? Formülü şöyle kuralım: Türkiye bölünecek ve Kürtler Türkiye’nin batısını-kuzeyini kaybedecek. Cevap açık: Kürtler Türkiye’nin birliğinin en güçlü teminatlarından biri olurdu.

29 yıl süren savaş, doğal olarak çok şeyi değiştirdi. Silaha ve şiddete odaklı düşünenler bu değişimin çoğunu fark edemiyor. Kim bunlar? Aba altından sopa gösteren örgüt şefleri karşı tarafta, sadece silahın durduğu yere ve yönüne göre kurgularda bulunan “silah analistleri” bu tarafta. Halbuki savaş bitti. Öylesine bitti ki, yeniden başlarsa bu eskisinin devamı değil, yeni bir savaş olacak. Savaşın bittiğini elinde silah tutan adamın gözünden anlamak zordur; onun da elini tetikten çekmek için gözünü diktiği yere bakmanız gerekir. Mesele orada da bitmez. Herkesin gözünün diktiği adamın baktığı yere ve gördüklerine eğilmeniz gerekir. Yani halkın kendisine. “Silah odaklı” yorumlar ve açık istihbarat analizleri hep birlikte yürüdüğümüz istikameti görememekten başka işe yaramıyor.

29 yıl, biz faniler için çok uzun bir süre. Kürtlerin geleneksel toplum yapıları, bu hızlanan tarih içinde darmadağın oldu. Aşiret yapıları çözüldü. Silahlı çatışmaların ve kaba asimilasyon politikalarının baskısı altında bağımsız bir kimlik oluştu. Bugün Türkiye’nin en özgüvenli ve kişilikli kadınları Kürtlerin arasından çıkıyor. Çeyrek asrı aşan bu dönem zarfında terör, hızlı bir modernleşme sürecinin gözlerden sakladı. Terör gölgesi kalktıktan sonra, bu modern yapıları daha açık seçebiliyoruz. Bunların içinde belki de en önemlisi, Kürtler kimlik siyaseti yapmayı ve bu siyasetle ülke siyasetinin bir parçası olmayı öğrendiler. Silaha odaklanmak ve soruna dair bütün gelişmeleri silaha indirgemek Kürtlerin siyaset üretme yeteneğini göz ardı ettiği için yanlış. Siyaset imkân sanatıdır. Silah ise imkânlardan sadece biri; ve uzunca bir süre elverişli bir imkân olamayacağı ortada.

PKK’nın, silahlı mücadelesini üzerine inşa ettiği stratejisi, bağımsız bir devlet kurmaktı. 1999’da bu strateji çöktü. Geçen sene, ateşin sönmeden önceki son parlaması gibi, başarısız “devrimci halk savaşı” teşebbüsü ile sona erdi. Güvenlikçiler, “PKK tekrar savaşa başlarsa” endişesi ile silahların hareketini takip ederken, bu ihtimalin asıl PKK için bir felaket olacağını fark edemiyorlar. PKK muhatap alındı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık farklı etnik ve dinî kökene mensup vatandaşları nezdindeki meşruiyetini “kimlik politikaları”na dayandırıyor. KCK’nın yeni eğitim yılı için “bir haftalık boykot” çağrısı gördüğü çok düşük katılımla başarısızlığa uğradı. Anadilde eğitim başladıktan sonra, Kürtlerin “bu ülkede her şey olabiliyoruz, ama Kürt olamıyoruz” itirazı artık mesnedlerinin tamamını kaybetmiş olacak. PKK, demokratikleşme paketinin içeriği ile değil, bu paket üzerindeki tartışmaların önüne açacağı siyaset yapma imkânlarıyla ilgili.

Herkes kendince siyaset yapıyor. Öcalan, özetle daha fazla muhatap alınmayı istiyor. Cemil Bayık kötü polisi, Aysel Tuğluk iyi polisi oynayarak, Suriye Kürtleri için devlet politikasını etkilemeye çalışıyor. PKK, adeta Devlet’i, Suriye Kürtlerinin hamisi haline getirmek için didinip duruyor. BDP, önümüzdeki seçimlere silahın sağladığı üstünlüğü sürdürerek girmeye çalışıyor. Silahın adı, silahın tehdidi, savaş lafları sık sık telaffuz ediliyor; ama kendisinin ortaya çıkacağı bir siyaset zemini görünmüyor.

Güneydoğu, uzun süren bir kışın sonunda gelen baharı yaşıyor. 2009 yılından bu yana devlet yeni bir sözleşmenin üzerine tekrar inşa ediliyor. Kürtler bu sözleşmenin eşit ve iradî tarafı haline geldiler. Silah bölmek için gerekliydi, PKK artık sadece siyaset yapıyor.

ZAMAN