Boğaziçi'ndeki saldırganlığa karşı hükümetin kullandığı dil ne kadar doğru?

Ayşe Böhürler, Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşanan gerginliği tahlil ediyor.

Ayşe Böhürler’in Yeni Şafak’ta  yayımlanan “Kimlik savrulmaları ve aklıselim” başlıklı  Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşanaları değerlendirdiği yazısında, olayların aslından saptırılmasının kabul edilemez olmakla birlikte hükümetin de gençlerle ilgili kurduğu iletişim dilinin sorunlu olduğunun altını çiziyor.


Kimlik savrulmaları ve aklıselim

Geçmişinde 12 Eylül öncesi ve sonrasını, ardından postmodern-hafif darbesi 28 Şubat’ı yaşamış İslâmcı ailelerin çocukları Boğaziçi gösterilerinde öne çıkarıldı. HDP’li vekiller, LGBT dernekleri, Canan Kaftancıoğlu’nun ekipleriyle ortak söylem birliği yaptıklarına dair bir imaj fotoğraflara yansıdı. Sadece HDP’nin değil Deva ve Gelecek Partisi’nin ve yabancı birçok izleyicinin gözüne girdiler. Öyle ki; izlediğim pek çok yabancı liberal hesapta onlara pek çok övgü var.

Siyasi zeminde gençlerin ulusal ve uluslararası her taraf için kullanılmasına uygun bir durumun ortaya çıktığını görüyorum. Bu olanlar, gençlerin gerçek niyetlerini ve duruşlarını gölgeliyor.

Diğer taraftan önleyici tedbirlerin ve süreç yönetiminin dil olarak iktidara zarar verdiğini düşünüyorum. Devlet büyüklerinin bu zeminde gençleri dışlayıcı değil, duygusal olarak anlayan bir dil kullanmasını daha faydalı bulduğumu söylemek istiyorum.

Olayların gelişim süreçlerindeki makul zeminin kışkırtma ve manipülasyonlarla kaybolduğu ortada. Ancak aklıselimi büyüklerin göstermesi gerekir. Hoşgörü, tolerans filan demiyorum “aklıselim” kelimesinin altını çizmek isterim. Onlarla ortak dil tutturmak için onların dilinden anlayanlar bu konuşmaya dahil olmalı.

Gençlerle konuşuyorum. Olayların makul ve mantıklı bir zeminde tartışılma imkanını bulmak kolay değil. ‘İstemezük’ diyorlar, belli ki muhalif olmayı seviyorlar. Mantık umurlarında değil. Boğaziçi’ni kazanacak zekâda olmalarının her şeyi kavramaya yeteceğine inanıyorlar. Söylenecek çok şey var. Ancak faydası yok. Onları tartışacak değilim. Onların yaşının üç katı tecrübeye sahip büyükler olarak aklıselimi devreye sokarak bu protestolara ilişkin iletişim dilimizi yeniden gözden geçirmek gerektiğine inanıyorum.

Elbette kafaları karışık. Gençleri anlamak gerektiğini savunan birisi olarak o kapı her daim bir imkân olarak açık bırakılmalı. Onlar da hata yapıyor, biz de…

YÜZDELİK DİLİM VE MUKTEDİRLİK İDDİASI

Ana akım medya protestolara yer vermiyor, dijital medya uluslararası yayınlar da onlarla dolu. Flu Tv’ye protestolarla ilgili iki genç kız görüş vermiş. Birisinin başı açık diğeri örtülü. Başı açık olan derdini anlatıyor, anlatıyor... Lakin başı örtülü olan kızın konuşmasını ise gördüğüm kadarıyla çok kesmişler ve ortaya kahkahaların öne çıktığı, genç kızın konuşmasının odağının üç beş noktaya kaydırıldığı bir kurguda, farklı başörtülü imajı veren bir röportaj çıkmış. Normalde böyle şeyleri hiç konu etmem de ancak son bir haftadır herkes birbirine üniversite yüzdelik derecesini hatırlatıp duruyor. Oradan yola çıkarak başörtülü olan genç kızın diğerinden daha üst yüzdelik diliminde üniversiteye girdiğini söylemek isterim.

Gördüğüm kadarıyla başörtülü protestocunun röportajını çok kes-yapıştır yapıp iyi bir kurgu yapmışlar. Röportajın ham halini de gördüm.

Röportajda niye olduğunu anlamadığım sık sık atılan kahkahalar ön plana çıkmış. Kahkaha atmasında beis yok da oradaki bağlamı tuhaf. O da “28 Şubat’ı pek bilmiyorum” diyor. Asıl önemlisi de meselenin Boğaziçi rektörünün geri çekilmesi olmadığını, geri çekilse de vazgeçmeyeceklerini, tüm üniversitelerin atanmış rektörlerinin geri çekilmesi gerektiğini söylüyor. Kendi rektörlerinin geri çekilmesinden geçmiş, diğer üniversitelerin rektörlerine de karışmak istiyorlar. Bütün Türkiye üniversitelerinde muktedir olmaya çalışan, yüzdelik sıralarında üst dereceyle üniversiteye girmiş bir öğrenci…

Ancak öğrencilere fazla tepki göstermek bir zaaf noktası olarak ortaya çıkıyor. Bir de gerçek eleştiriye imkan açmalı… Vatandaş olarak bu gerilimlerden elimize ne geçiyor çok daha önemli diye düşünüyorum.

Bu olayda dikkatimi çeken; olayın içinde öne sürülen, yabancı medyanın odağında olan gençlerin kimlik karmaşası. Kimlik dağılması ya da melezleşme sözü daha uygun. Pek çok analizi içinde barındırması gereken konumla. Ama Türkiye’de ne yazık ki sıkı bir sosyolog çıkmadı ve çıkmıyor da. Ama gördüğüm yeni bir tecrübeyle karşı karşıya olduğumuz. Boğaziçi’nde dindar öğrencilerin sayısı 2001’ den sonra arttı. Öncesinde sayıları çok azdı. Bu artışta Ak Parti iktidarının politikalarının ve üniversitenin kontenjanlarının her yıl artırılmasının payı büyük.

Bugün geldiğimiz noktada medyaya yansıyan tartışmalarda Üniversite’nin yerleşik kurumsal kimliğiyle öğrencilerin kimliği arasındaki tenakuzların sonuçlarını gördüğümüz düşünüyorum. Diğer taraftan da İslamcı aileler çocuklarına Kemalizme ve devlete muhalif olmaya dair çocukluktan başlayarak bir bilinç verdiler ama yerliliği benimsemediler. Kimlik savrulmalarının geçen haftaki yazımda da izini sürdüğüm İsmail Kara’nın tespitleriyle çok alakalı olduğunu görüyorum.

ANADOLU PROJESİ

YÖK tarafından başlatılan güzel bir projenin haberini gördüm. Anadolu’daki üniversitelerle kıdemli üniversitelerin eşleştirilmesi. Böylece kıdemli üniversitelerden dört profesör orada gönüllü olarak uzaktan ders verecek. Kıdemli üniversitelerle ortak projeler, bilgi ve tecrübe paylaşımı yapılacak. Bu projeyle yeni kurulan üniversiteler için gelişimleri noktasında bir imkanın, kıdemli üniversiteler için de Anadolu’ya katkı sağlama ve onları tanıma imkanının sağlanacağını düşünüyorum. İnşaallah proje gerçekten amacını gerçekleştirir, iki taraf için de faydalı bir işbirliğine dönüşür.

Yorum Analiz Haberleri

"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye