Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit'te yayımlanan yazısında Boğaziçi eylemleri eliyle normalleştirilmeye çalışılan sapkın akımlara dikkat çekiyor. Dilipak sapkın yapıların Boğaziçi'nde artan etkinliğine karşı önlem alınması gerektiğini belirtiyor.
Boğaziçi’nde neler oluyor?
Önce “rektörü istemiyoruz” dediler. Sonra LGBT’liler çıktı ortaya. Ardından İslam’ın kutsalına yönelik saldırılar geldi. Ve ardından polis müdahalesi, sosyal media devreye girdi sokak çağrıları yapıldı ve süreç devam ediyor.
İşin içinde yine PKK var, yine diğer militan grublar, FETÖ ve CHP var.
Bu konunun bu şekilde sürdürülmesi mümkün değil. Bu iş daha ilk günden meşruiyet zemininden uzaklaştı. Halk böyle bir eyleme destek vermez. Bu olay bir bumerang gibi döner sahibini vurur.
Geziden daha kötü bir proje. Ama yola çıktılar bir kere. Geri adım atmaları da kolay değil.
Birileri bir üniversitenin kampüsünde başlayan bir olayı, başka üniversitelere yaymak ve sokağa çekmek istiyor. Yani bu saatten sonra bu konu artık bir üniversite ile başlayan ve biten bir hadise değil.
İlk gözaltılardaki kişilerin neredeyse %80’inin üniversite ile ilişkisinin olmadığı ortaya çıktı. Yangına körükle giden, profesyonel politik grublar hemen olay yerinde inisiyatif almışlar.
Eğer, gerçekten, hukuk içinde kalarak bir şey yapmak istiyor idi iseler, bu konuyu başka konulara bulaştırmamaları gerekirdi. Görünen o ki, maksatları üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Muhalefet de öğrenciler üzerinden iktidarı köşeye sıkıştırmak istiyor sanki.
Atama doğru olmayabilir, buna karşı da çıkılabilir. Bir sivil itaatsizlik eylemini de anlarım, ama yakıp yıkmayı, LGBT’yi, İslam’a saygısızlığı anlayamam.
Madem atamayı beğenmediniz, tamam ilk yapacağınız şey, yürütmenin durdurulması için yargıya müracaat etmek. Ve kamuoyuna bunu açıklamak ve sorulara cevap vermek.
Bu atama yasal mı? Aslında yasal. Yasal olması “Hukuki” olduğu anlamına gelmiyor. LGBT’lilerin kendi bayrakları ile meydana gelmeleri de yasal, hatta bunlar pozitif ayırımcılığa tabii. Bu da yasal, ama bana göre en azından bugünkü insan hakları sözleşmelerindeki bir başka kritere göre, genel ahlaka aykırı bir tutum. Dince lanetlenen, ahlakça kınanan bir konuda bu tür İslamofobik eylemin sanat ya da toplumsal gösteri, düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında meşrulaştırılmaya çalışılmasını kabul edemeyiz.
Birileri Ebubekir Sofuoğlu’nu “üniversitenin çevresindeki evler ahlaksızlık evlerine dönüyor” şeklindeki serzenişine karşı çıkanlar, LGBT denilen, Türkçe karşılıkları ahlaksız, edepsiz, utanç verici, rezillik kabul edilen işleri yapanlar, üniversitenin içinde eylem yapıyor ve dini alaya alıyorlar, sanat perdesinin arkasında. Ama din gerekçesi ile fuhşiyatı eleştirenler sanık sandalyesine oturtuluyorlar, hem de LGBT’ye pozitif ayırımcılık anlamına gelen düzenlemeyi yapanlar tarafından. Bu konuyu daha iyi anlamak için LGBT gerçeğini, onların bu duruma nasıl düştüklerini ve bunların kurtuluş arayışlarını daha iyi anlamak için Muhammed Binici’nin “Benim Ailem” belgeselini izlemeye davet ediyorum.
Bugün AK Parti bu derin çelişkinin içtimai ve siyasi sonuçlarını yaşıyor. Bu gençler bir günde ortaya çıkmadı. Bu uyarılar hep görmezden gelindi.
Bugün muhafazakar görünen bazı çevrelerden bu olaylara destek gelmesi de sürpriz değil. Dini; kültüre indirgeyerek sulandırıp, ahlakı da kültür ve gelenekle sentezleyip, değerler eğitimine dönüştürünce olacağı buydu.
Burada AK Partililerin “Biz nerede yanlış yaptık?” sorusunu sorması gerek.
Bu atama şeklini de yeniden gözden geçirmek gerek. Bu yöntem birçok kurumda, parti teşkilatlarında ciddi sıkıntılara yol açan bir durum.
Karşı taraf, eğer bir hak mücadelesi veriyor olsaydı, önceliği Yasama, Yürütme ve Yargıya verirdi. STK’ları, meslek odalarını harekete geçirirdi, hemen Sosyal Media’da bir kampanya düzenlemek yerine, bir şekilde kitlelere kendini anlatma yolunu seçerdi.
Pekala, TBMM’de grubu olan partileri bir grub ziyaret edebilirdi. TBMM İnsan Hakları Komisyonuna, Meclisteki üniversiteler ile ilgili Milli Eğitim, Gençlik Komisyonlarını ziyaret edebilirlerdi.
Yasaya da yönetmeliğe de karşı çıkabilirsiniz. Ama yönetmelik yasaya ya da hukuka uygun değilse Danıştay’a gidip iptalini isteyebilirlerdi. Uygulamaya ilişkin yürütmenin durdurulmasını talep edebilirlerdi. Kamu yararı yok diye yasada değişiklik talep edebilirlerdi, ilk derece mahkemesi üzerinden konuyu AYM’ye taşıyabilirlerdi. Cumhurbaşkanlığından randevu isteyebilirlerdi. Cumhurbaşkanlığı İnsan Hakları Başkanlığının kapısını çalabilirlerdi. Ombudsmanlığı harekete geçmeye davet edebilirlerdi.
Tabii bu kadar acemice bir çıkıştan sonra bütün cinleri başlarına topladılar. Ne kadar muhalif varsa bu olayı kendi lehine kullanmak istiyor. Bunu kendileri istedi..
Türkiye’nin en iyi üniversitesinde bu işler böyle yürütülüyorsa vay halimize.
Bu işin bir hukuk boyutu var, bir pedagojik boyutu var, siyaset bilimi, sosyolojisi, psikolojisi, sosyal siyaset planlaması gibi konularda bu eylemi düzenleyenler sınıfta kaldı. Hem de o kadar tanınmış akademisyen kendilerine danışmanlık yaptığı halde.
Ha. Bu olaylar, hepimize ders olsun. AK Parti, kendini özeleştiriye tabi tutmadan, sadece karşı tarafı eleştirerek bir yere varamaz..
Neyse, bugünlük de bu kadar.
Selâm ve dua ile.
Kaynak: Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit