Boğaziçililer ve başörtüsü

Gülay Göktürk

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin başörtülü arkadaşlarına sahip çıkmak, onları üniversite kapısından sokmak için uyguladıkları yöntem bu meselenin çözümü için verilmiş bir işaret olarak çok değerli.

Ne diyor öğrencilerden biri: "Kapıda bir araya geliyoruz, birikiyoruz, sonra hurra, hep beraber içeri" Bugün böyle yapıyorlar, yarın bu yol engellenirse başka bir şey yaparlar, ne yapıp edip bir yolunu bulur, başörtülü arkadaşlarını kapının gerisinde boynu bükük bırakıp okullarına girmeyi içlerine yediremezler.

Hep bir yolunu buldular. Çünkü bu okulun öğrencisiyle, öğretim üyesiyle birlikte oluşturduğu böyle bir geleneği var; bu üniversitenin başı açık öğretmenleri ve öğrencileri, sadece şimdi değil, yıllardan beri, başı örtülü öğrencilere yapılmak istenen ayrımcılığı hazmedemedi.

Her dönemde farkı yollar bularak, bazen açıktan, bazen üstü kapalı bir şekilde, bazen meydan okuyarak, bazen "takiye" yaparak, yasakçılığın bu üniversiteye sızmasına izin vermedi. Yasakçılığın en koyu zamanlarında bile Boğaziçi Üniversitesi, üniversiteye yakışan özgür atmosferini korumayı başardı.

Başörtüsü sorununda siyasetin sorun çözmede tamamen aciz kaldığı, hukukun ise çözmek bir yana meseleyi iyice arap saçına çevirdiği bir noktadayız. Ve görünen o ki, bu süreç uzun süre devam edecek. Siyaset daha epey bir süre, eli böğründe çekilen acıları seyredecek; sorunu çözmek üzere devreye giremeyecek. İşte bu koşullar, Boğaziçi Üniversitesi'nin ortaya koyduğu örneği daha da değerli kılıyor.

Siyasetin ve hukukun tıkandığı bu noktada "sorun çözücü" olarak devreye girme görevi toplumundur. Bu sorunu çözerse toplum çözecek. Siyaseti de, hukuku da toplum itekleyecek.

Topyekun değil, yer yer, bir anda değil yavaş yavaş, tek yöntemle değil, geliştireceği bin bir türlü yöntemle, sabırla, ama pes etmeden, yasağı hiçbir zaman içine sindirmeden ve mutlaka başörtülüsüyle başörtüsüz bir araya gelerek çözecek. Eğer bir yasak bir toplumun dokusuna uymuyorsa, o yasağı o toplumda uygulamaya hiçbir otoritenin gücü yetmez. Toplum mutlaka o yasağı delmenin, etrafından dolanıp etkisiz hale getirmenin, kağıt üstünde bırakmanın bir yolunu bulur.

Yapılan bütün araştırmalar Türkiye halkının ezici çoğunluğunun üniversitelerdeki başörtüsü yasağına karşı olduğunu ortaya koyuyor. Toplumun genelini bir yana bırakalım, üniversite gençliği on yıllardır birbirinin saçına başına bakmadan, birbirine en ufak bir baskı yapmadan, dostça, arkadaşça ve barış içinde bir arada yaşayıp gidişiyle bu ayrımcılığa karşı olduğunu gösteriyor.

O zaman mesele, başı açıkların onlar için üzülmekle yetinmeyip, onlarla birlikte bir şeyler yapmayı düşünmeye başlaması; bu yasağı tasvip etmediğini her fırsatta ve bin bir türlü yaratıcı biçimde ortaya koymasıdır. Bu elbette bir bilinç sıçraması gerektirir. Diğer üniversiteler de Boğaziçi Üniversitesi gibi, yasaksızlığın bir bütün olduğunu daha iyi kavradıkça; şu ya da bu yasağa karşı çıkmak yerine, yasaksızlığı savunma noktasına ulaştıkça yasakçıların işi zorlaşacaktır. Çabuk iyimserliği kapılmak istemiyorum.

En nihayetinde "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" özdeyişiyle büyütülen çocuklar bunlar. Ama yine de; yıllardır üniversite kapılarında yaşanan türban trajedilerine birinci elden tanık olmak, türban yasağının acımasızlığını gözleriyle görmek, sınavda kopya aldığı kopya verdiği can ciğer arkadaşının yaka paça sınıftan çıkarılışı izlemek onları büyüklerden daha çabuk olgunlaştırmış ve çifte standardın utancını daha derinden hissetmelerine yol açmış olabilir.

Henüz Türkiye'nin başka yerlerinde "başı açık" büyüklerin ya da "başı açık" örgütlerin başörtülüler için bir şeyler yaptıklarını pek görmediğimize göre, Boğaziçili gençlerin büyüklere verdiği bu dersi başka nasıl izah edebiliriz?

Bugün Gazetesi