Boğaziçi Film Festivali ve Bizim Muhafazakârlar!

6. Boğaziçi Film Festivali 3 Kasım günü sona erdi. Ortaya çıkan görüntüler ise birçok açıdan tartışılmayı gerektirmekte.

KEVSER ÇAKIR / HAKSÖZ-HABER

Festivale ilişkin birkaç not düşmek gerekecek olursa, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, Anadolu Ajansı’nın “sponsor” olduğu, TRT’nin kurumsal “iş ortağı”, Star ve Kanal 24’ün ise “kurumsal iletişim ortağı” olduğu festival gösterimlerinin merkezi Beyoğlu/ Taksim ve Kadıköy idi. Gösterimlere ek olarak, sektöre ilişkin söyleşiler de alternatif birkaç mekanda gerçekleştirildi, bunlardan biri de Soho House İstanbul gibi adından da belli olacağı üzere extra large mekanlardan biri idi.

Gözlemlediğinizde izleyici profilinde başörtülü kadınların da katılımcı ya da seyirci olarak festivale katkıda bulunduğunu görmek mümkün…

Organizasyon için onur konuğu olarak davet edilen üç kişi de “büyük” ve “bağımsız sinema” olarak nitelendirilen Avrupa sineması yönetmen ve yapımcılarından oluşuyordu. Bu çalışmaları ile ün yapmış isimlerle, yapılan masterclass’lar sayesinde başarı hikayelerini dinlemek de söz konusu idi.

Pek tabi çay kahve ve bilumum yiyecek açık alanda, bir dilim ısırılıp çöpe atılmak üzere hazır edilmişti. TRT’nin belgesel başına teklif ettiği basit ücretlerin bir günde yiyecek olarak çöpe atılması o ambiyans altında neredeyse üzerine düşünülmeye değer bile gelmeyecekti.

Üstüne üstlük yönetimdeki yetersizlikler, simültane cihazından ses alınamaması, mikrofonun kapanması gibi mevzularda alt-üst/ hiyerarşi mücadelesi veren organizatörlerin birbirini aşağılama, göz devirme ve mimiklerini izlemek de olaya ayrı bir tiyatrallık katmadı değil. Hele de bizzat kendisi hükümet aygıtı ya da hükümete yakın yayın organı olmakla bildiğimiz yukarıdaki isimlerin yapımcısı olduğu festivalin Beyoğlu’ndaki marjinal mekanları seçmesi gerçekten hiç ilginç gelmedi.

Ve böyle bir mekanda pek tabii, servis yapan ya da mikrofon uzatan hanım kızların elbise boyutları da pek bir uzun(!) olmasına şaşmak olamazdı. İşin en ilginç yanı, festivalden sonra kimse bunları sorun dahi etmedi.

Festivalin ödül gecesine katılmadığım İçin detayları bilemiyorum, ancak Cemal Reşit Rey’den paylaşılan fotoğraflar da yukarıda bahsedilenden aşağı kalır değildi. Bu başka bir sponsor aracılığıyla yapılmış bir festival olsa idi, elbette yukarıda bahsi geçen mevzuları normal(!) karşılamak zorunda kalacaktık. Ancak sanat, edebiyat ve sinemada “kültürel iktidar boşluğu”ndan dem vuran bir iktidar döneminde, bunlardan daha çok mahrum kalmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Kendi alanlarını, kendi mekanlarını, kendi algılarını var edemeyen veya yönetemeyen, mevcut olana eklemlenmeyi maharet sayan algıyı kim ne zaman yıkacak merakla bekliyorum. İlla popüler olana öykünmek mi gerek?!

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!