Abdul Hamid Othmani’nin Middle East Monitor’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
2025'in başlamasıyla birlikte Somali, Pakistan, Panama, Danimarka ve Yunanistan'ın BM Güvenlik Konseyi'ne geçici üye olarak katılması, diplomatik ve örgütsel bir statü olarak, bu organın dünya barışını sağlamada, özellikle de tarihsel “veto” sahiplerinin çıkarlarıyla çatıştığında, “oy kullanımı sorununu” bir kez daha gündeme getirmektedir.
Hiç şüphe yok ki bu soruya verilecek objektif bir cevap, süper güçlerin diğer halklar ve uluslar aleyhine yürüttüğü uluslararası oyunun merkezinde yer alan bu ülkeler için “daimi olmayan üyeliği” sadece siyasi ve ahlaki bir varlık haline getirecektir.
İkinci Dünya Savaşı'nın sonuçlarından doğan Güvenlik Konseyi'nin oluşumunun, diğer tüm uluslar ve ülkeler pahasına, galip güçlerin mutlak hakimiyetini tesis ettiğini hatırlamalıyız. BM'nin 1945'ten bu yana yayınladığı şartlar, bazen ABD'nin kendi çıkarlarını savunmak üzere, dünyanın herhangi bir yerinde uluslararası müdahalede bulunması için yasal gerekçe olarak kullanılabilen, sadece söylemlerden ve bağlayıcılığı olmayan ahlaki ilkelerden ibaret kalmıştır.
Bu nedenle Cezayir, ocak 2024'ten bu yana Güvenlik Konseyi'ndeki yeni üyeliği öncesinde ve sırasında, BM yürütme organında reform yapılması talebini geliştirmek/dile getirmek için uluslararası ve kıtasal bir diplomatik harekete öncülük etmektedir, çünkü uluslararası güçler dengesinde asıl kurum budur ve bu kurum olmadan tüm kararlar ve tavsiyeler kağıt üzerinde kalır.
Aslında Cezayir'in mevcut talebi ve 80 yıldır devam eden tarihi adaletsizlikten etkilenen diğer ülkelerin talebi sadece Güvenlik Konseyi'ndeki temsil hakkı ve düzeyiyle ilgili değildir, çünkü en önemli mesele karar alma mekanizmasının değiştirilmesidir, aksi takdirde kıtasal ve bölgesel temsilin genişletilmesinin bir anlamı yoktur. Zira Konsey adına çıkarılan her karara sadece 5 üyenin itiraz etme (veto etme) hakkına sahip olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda bu bir formalite olarak kalacaktır.
BM Genel Kurulu'nun mevcut haliyle, tartışma ve şikayetlerin dile getirildiği küresel bir parlamentodan başka bir şey olmadığını, ancak herhangi bir yasal yükümlülüğü yerine getiremediğini ve kararlarını uygulama gücüne sahip olmadığını unutmamalıyız. Bu kararlar Güvenlik Konseyi'nin tutumuna tabi olmaya devam ederken, Güvenlik Konseyi'nin kararları da sadece daimi üyelere tanınan “veto” yetkisine tabidir.
Güvenlik Konseyi'ndeki oylama mekanizmasını incelediğimizde, usule ilişkin konuların on beş üyeden dokuzunun onayı ile karara bağlandığını, ancak usule ilişkin olmayan konular söz konusu olduğunda, daimi üye devletlerin bu dokuz oy arasında yer alması gerektiğini ve veto yetkisini kullanarak herhangi bir karara itiraz etme hakkına sahip olduklarını görüyoruz. Bu da, devletler arasında egemenlik eşitliği ilkesiyle açıkça çelişen, seçim ağırlığına dayalı ayrımcı bir mekanizma ile çalıştığımız anlamına gelmektedir.
Uluslararası ilişkileri şekillendirme gibi tehlikeli bir yetkinin beş daimi üye devletin, özellikle de dünyadaki hakim güç olan ABD'nin çıkarları tarafından rehin alınması kesinlikle kabul edilemez.
Bu mantıksız durum, BM'ye yeni bir üye devletin kabul edilmesi (Filistin buna bir örnektir), başka bir devletin üyeliğinin engellenmesi veya bastırılması yoluyla askıya alınması ya da üyeliği askıya alınan devlete üyelik haklarının iade edilmesi konusunda pratikte bu ülkelere kontrol yetkisi vermektedir.
Buna ek olarak, bu “büyük güçler”, Konsey'in Genel Kurul'a tavsiyesi yoluyla örgütün Şartı'nın ilkelerini sürekli ihlal eden herhangi bir üye devleti ihraç etme konusunda tek yetkiye sahiptir ve bunun tersi de geçerlidir. Bu durum örneğin, işlediği tüm insanlık suçlarına rağmen Amerikan korumasından yararlanan Siyonist devletin işine yaramaktadır; rakamlar Washington'un 1945'ten 2023 sonuna kadar 114 kez veto hakkını kullandığını göstermektedir. Buna 80 kez müttefiki İsrail'in kınanmasının engellenmesi ve 34 kez de Filistin halkının desteklenmesine karşı çıkılması da dâhildir.
Ayrıca Konsey, dünya genelinde silahlanmayı düzenleyecek planlar geliştirmek ve Uluslararası Adalet Divanı kararlarının uygulanması için gerekli tedbirleri almakla sorumludur. Lahey Adalet Divanı'nın İsrail işgalinin Gazze'deki ihlallerine karşı aldığı kararların uygulanmasının açıkça ertelendiğine tanık oluyoruz.
Bu yetki ve ayrıcalıkları inceledikten sonra vardığımız sonuç, ABD ve daimi üye ortaklarının kendilerini dünyanın yargıçları olarak atadıklarını ve bugün BM Şartı'nın (belgesi) ilke ve hedeflerini, ona meşruiyet ve demokrasi kazandıran tüm beyan, karar ve anlaşmaların aksine ihlal etmekten sorumlu olduklarını ileri sürmemize neden olmaktadır. Güvenlik Konseyi, “daimi üyelerin kendi çıkarlarını etkileyebilecek her türlü görüş ve durum karşısında yürütme yetkisine sahip meşru bir organdan” başka bir şey haline gelmemiştir.