Bizimkiler ve başkaları

Dünkü yazımızda, aşağılık duygumuzun hayata bir yansıması olarak “Noel Baba” figürünü irdelemeye çalıştık...

Tabii başka yansımaları da var...

Hatırlayalım: İngiltere Kralı Richard, bizim tarih kitaplarında, “Aslan Yürekli Richard” diye okutulur...

Avrupa tarihinin bir parçası olan İskender, “Büyük İskender”dir...

Yıldırım Beyazıt’ın Niğbolu’da yenip sonradan, “Tekrar ordular toplayıp gel” diye salıverdiği Fransız şövalyelerinden birinin tarihimizdeki adı, “Güzel Philippe”tir, ötekisinin adı ise “Korkusuz Jean”...

Meşhur Rus Çarı Petro bile “Büyük Petro” olarak anılır...

Bir başkası “Büyük İskender”dir!

Sıra bizimkilere gelince...

Oysa aynı tarihte Yıldırım Beyazıt “ayyaş”, Dördüncü Murad “sarhoş”, Yavuz Selim “zalim”, Sultan İbrahim “deli”, Sultan İkinci Abdülhamid “kızıl”, Sultan Vahideddin “hain” diye tanımlanır (dı... Şimdilerde biraz olsun değişti çok şükür).

Kanuni’ye arada bir “Muhteşem Süleyman” dediğimize bakmayın, zira o da dışarıdan tercüme edilmiş bir unvandır: Yabancıların “Büyük adam” anlamında “Grand Senyör” demelerini tercüme edip, hafif mahçup durumda ders kitaplarına geçirmişiz.

Anladık onların Newton’u var, Einstein’ı var, Decart’ı, vesairesi var...

Bizim Cezeri’miz, Cabir’imiz, Razi’miz, Harizmi’miz, Ak Şembeddin’imiz, Biruni’miz, Hezarfen’imiz, Uluğ Bey’imiz, Ali Kuşçu’muz yok mu?..

Koca Sinan’ı geçen, Avrupalı bir mimar hatırlıyor musunuz?

Avrupalı “Büyük” İskender’in geçmeyi göze alamadığı Sina Çölü’nü güle-oynaya geçen Yavuz, hangi tarihin parçası?

“Yenilmez” dedikleri Fransız general (sonra imparator) Napolyon Bonapart’ı Akkâ önünde perişan eden Cezzar Ahmed Paşa, (ki o tarihte seksenine merdiven dayamıştı) kimin paşası?..

Bize “Büyük Petro” olarak yutturulan Rus Çarı’nı Prut Savaşı’nda dize getiren eski saray oduncusu Baltacı Mehmed Paşa değil mi?

Tarihimize, yani kendimize yabancılaşmak artık beni korkutuyor!

Bir tarafımız Noel Baba figürleri, bir tarafımız Noel Âyini münasebetiyle kiliseleri dolduran Müslümanlar...

Neymiş efendim; “Tanrı aynı Tanrı imiş, ha kilise ha cami fark etmezmiş...”

Öyle bir fark eder ki...

Önce hangi inançtan olduğumuza dair bir karar vermemiz gerekiyor: Müslüman mıyız, Hıristiyan mı?

Kendimizi “Müslüman” olarak tanımlıyorsak, buna göre yaşamamız lâzım. O zaman yerimiz kilise değil camidir.

Son yılların modası haline gelen, “Tanrı aynıdır, ha cami ha kilise” yaklaşımı öncelikle ahlâki değildir. Biraz ondan, biraz bundan olamazsınız. Ya ondan olacaksınız ya da bundan!

Vaktiyle bu açmaz yaşanmış. Ebucehilciler, Efendimiz’e böyle bir teklifte bulunmuşlardı:

“Biraz siz bizim putlara tapınız, biraz biz sizin Rabbinize tapalım!”

“Kâfirûn Suresi” bunun üzerine nazil oldu: “De ki... Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize...”

Alışveriş merkezlerinden süslenmiş plâstik çamlar alan muhafazakâr kılıklı bayanlarla baylara söylüyorum: Böyle olmaz!

Siz Hıristiyanlık temellerinden gelen Noel Baba’yı evinizde misafir eder, yine aynı geleneklerin ürünü olan çam süsleme gibi ritüelleri çocuklarınızla birlikte yaşarsanız, onlar bunu İslâmi hayatın normal parçası olarak algılamaya başlarlar.

Böylece bir yanlış, nesiller boyu devam eder...

Bu bakımdan safınızı, tarafınızı belirleyin ve inançlarınıza sahip çıkın diyorum...

Söylediklerimin, Hıristiyanların hayat tarzına hoşgörüsüz yaklaşmakla bir ilgisi yok, sadece kendi duruşumuzu korumakla alâkası var.

Hıristiyanlar diledikleri gibi inançlarını ve ona dayalı ritüellerini yaşasınlar, biz de kendi dünyamızı yaşayalım.

YENİ AKİT