Cezaevlerindeki ölüm oruçlarıyla ilgili görüşler ikiye ayrılıyor: Bir kısım hükümetin bir an önce mahkumların taleplerini yerine getirmesi gerektiği, aksi takdirde canlarını korumakla mükellef olduğu insanların ölümünden sorumlu olacağı savını yürütüyor.
Diğer kesim ise, cezaevlerindeki PKK'lıların mahkum-hapishane koşulları ya da insani gerekçelerle ölüm orucuna yatmadığı, PKK'nın dışarıda öldürerek, içeride ise ölerek yani her koşulda "hayatı" bir silah haline getirerek devlete şantaj yaptığını, dolayısıyla ölüm oruçlarından doğacak her türden yükümlülüğün BDP-PKK ve avanesine ait olduğunu dillendiriyor.
Her iki görüşün de, hak verilebilecek ve verilmeyecek noktaları var.
Ama artık meseleye kuşbakışı yapmak ve tüm bunlardan daha önemli bir gerçekliği idrak etmek gerekiyor: PKK, cezaevlerindeki açlık grevlerinin ölümlerle sonuçlanacağını en baştan bilerek, stratejisini de tam açlık grevindeki PKK'lıların ölmesi üzerine kurarak, bu eylemin düğmesine bastı.
Neden derseniz, cezaevlerinde ölüme yatan insanların talepleri insani değil, siyasi. Ve bu siyasi talepler, "anadilde eğitim" gibi Türkiye'nin onlarca yıldır tartışıp da cevabını bulamadığı, üzerinde herhangi bir mutabakata varamadığı, bu kadar güçlü bir siyasi iradenin bile -istese dahi- ivedilikle karşılayamayacağı bal gibi ortada olan, hakikaten netameli konular...
Üstelik bu talepler meşru addedilse, açlık grevindekiler ölmeden birkaç gün içinde karşılanabilecek talepler olsa bile, yöntem sorunlu. Hiçbir devlet aklı, bir terör örgütünün şantajına boyun eğiyor görüntüsü vermek istemez…
Kanaatimce, cezaevlerindeki ölüm oruçları eyleminin şifresi, dünkü internet sitelerinde de yeralan BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın açıklamalarında gizli. Haber şöyle:
"PKK'ya yakınlığıyla bilinen haber ajansı DİHA'ya konuşan Demirtaş; Başbakan'ın tek amacının, Kürt halkında ve kamuoyunda oluşan duyarlılığın, Türkiye'nin batısına yansımaması olduğunu söyledi. Demirtaş'ın ajansa yaptığı dikkat çekici bir açıklama ise açlık grevleri konusunda hükümetten bir beklentileri olmadığını vurgulayarak 'Parti olarak radikal eylemlere hazırlanıyoruz" şeklinde konuşması oldu".
PKK ve BDP'nin niyeti apaçık şekilde ortada. Taleplerinin bugünden yarına karşılanmayacağı ortada olan mahkumları ölüm orucuna, öleceklerini bile bile yatırmak; gelen ölüm haberlerinden de hükümeti sorumlu tutarak Kürt halkına "sokağa dökülün" mesajı vermek…
Arap Baharı'ndan devşiremedikleri Kürt isyanını; açlık grevinde ölenleri sebep göstererek "Haklıyız devlet taleplerimizi karşılamadı" şeklindeki güya makul bir gerekçeyle, bir kez daha devşirmeye kalkışmak… Kürt halkını sokağa dökmek, çatışmaların çıkmasına sebebiyet vermek ve iki halkı karşı karşıya getirmek… Sonrası malum…
Çünkü, Kürt halkının onay ve iradesini yanlarına almadan, kendi başlarına kalkıştıkları "Demokratik Özerklik" ilanının nasıl bir fiyaskoya dönüştüğü ortada… Çünkü, Kürt halkının dindarlığını "yeniden inşa etmeye" ve Türklerle aralarındaki tek ortak paydayı (din) silmeye kalkıştıkları "Sivil Cuma eylemleri"nin de akıbeti ortada…
Sürekli can almakla eleştirilen bu yapının, öldüren kendisi değilmiş de devletmiş gibi göstermek amacıyla, kendi dava arkadaşlarını dahi "hükümete karşı haklı, dolayısıyla avantajlı konuma geçmek" gibi küçücük bir kazanç için, bile bile ölüm tarlasına sürebilmesi "vicdan"örneğiymiş gibi, ölüm oruçlarıyla ilgili hükümeti suçlamayan herkesi vicdansız ilan edivermeleri de ilginç…
Soruyorum, PKK'nın içinde ölüm olmayan bir eylemine şimdiye dek rastladınız mı? Kah kırsalda asker vurarak, kah şehirlerde molotof patlatarak, kah hapishanedeki mahkumları ölüme yatırarak, sözümona demokratik hak arıyorlar.
Üstelik Türk, Kürt ayrımı yapmadan…
Böyle mi vicdanlı olunuyor? Böyle mi insan hayatından/haklarından yana olunuyor? Böyle mi demokrat olunuyor?
Kusura bakmasınlar ama içinde, derinlerinde bir vicdan taşıyan hiçbir Türk ve hiçbir Kürt bunları yemiyor…
YENİ ŞAFAK