Van’ı sarsan depremin ilk günü “deprem ateşkesi” olur diye heyecanlanmıştım; büyük acılar düşmanlıkları unutturur, ümidiyle. Dünyada da böyle oldu. Altı yıl önce Endonezya’yı vuran deprem, ülkeyi kasıp kavuran savaşın sonunu getirdi. Özgür Açe Hareketi ateşkes ilan ederek depremin yaralarının sarılması için hükümetle işbirliği yaptı; hükümet de bu jestin altında kalmayarak taraflar arasında görüşmeleri başlattı.
Ama bizde depreme rağmen savaş sürüyor. Üstelik sınırları da aşarak; Kuzey Irak, askerin her gün girip çıktığı bir savaş cephesine dönüştü. Yollarda hâlâ mayınlar patlıyor, pusular kuruluyor.
Bu nasıl bir kin ve öfke, nasıl bir düşmanlık?
Anlamak zor.
Yüzlerce insan deprem kurbanı, binlercesi yaralarını sarıyor; doğusunda, batısında, kuzeyinde ve güneyinde büyük bir matem, acı var; ama bu büyük yıkım bile tarafların bir süreliğine de olsa acıları daha fazla çoğaltmasının önüne geçemiyor.
Düşmanlıkları bu kerteye gelen toplumların barışı da kolay olmuyor, anlaşılan.
Bizim savaşımız amacını çoktan yitirmiş ve kanlı bir intikam oyununa dönüşmüş.
PKK’nın Çukurca saldırısını bir intikam için gerçekleştirdiği ortaya çıktı.
24 askerin intikamı da gecikmedi.
Bu intikam yüzünden onlarca asker ve onlarca gerilla yeniden toprağa düştü.
Her ölüm yeni ölümlere davetiye çıkarıyor.
Bu kanlı oyunun sonu ise bir türlü gelmiyor.
Bakmayın öyle “yeni strateji” laflarına.
Aslında ne PKK’nın akıl alır bir stratejisi-taktiği var ne de devletin.
Her iki taraf da şunun farkında; politikanın yerini şiddet aldığında, sosyal-siyasal süreçleri kontrol etmek imkânsızdır.
Böyle karmaşık savaşlarda öngörülmüş hedeflere ulaşmak boş bir kuruntudan ibarettir. Hesapta olmayan bir iç savaş da patlayabilir, soykırım da yaşanabilir.
PKK durup dururken yeni bir saldırı dönemi başlattı. (Evet, durup dururken diyorum, altını çizerek. “AKP protokolleri kabul etmedi” diye yükselen itirazları da duyabiliyorum. Ama bu itiraz sahipleri durup bir an düşünmeli ve bu gerekçenin ölen onlarca asker ve gerillanın ölümüne değip değmediğini bir kez daha düşünmeli). PKK, belki de sadece devlet tarafından kandırılmaktan korktuğu için bu savaşı çıkardı, belki de “oyalanıyorum” endişesiyle...
Ve şiddetin dozunu öylesine arttırdı ki, bu, köprüleri tümden yaktıklarına da işaret ediyor. Bu kadar kararlı yani; arada bir durup “devlet hizaya geldi mi” diye bakmayı ihmal etmeseler de, geri dönüşü olmayan bir sürecin fitilini ateşlediler maalesef Silvan ve Çukurca saldırılarıyla.
Yaşadığımız dünyadan ve gerçeklerden kopuk; tam bir isyancı kafasıyla yaptılar bunu. Bunun altında ne kadar “strateji”, “taktik” arasak bence boş. Bunu anlamak için devletin, sivil-askerî güvenlik bürokrasisinin ve tabii hükümetin şu an ne düşündüğüne bakmak yeterli: Bunlar (yani PKK) ne demokratik çözüme geliyorlar ne de barışa, çaresi yok savaşacağız...
Devlet önce örgütün belini bükecek, Sri Lanka yapacak, sonra barış gelecek...
Bu da yeni bir “strateji” oluyor...
En az, PKK’nınki kadar ümitsiz bir strateji.
Biri saldırınca, diğeri daha fazla tepki vermek zorunda hissediyor kendini.
Biri diğerini tanımlıyor kaçınılmaz olarak; PKK saldırıları devletin şiddetini çağırıyor.
Oysa düne kadar barışın kıyısındaydık.
Habur örneği var ortada.
Gerillalar silahlarını bırakıp geldi ve ellerini kollarını sallayarak evlerine döndü.
Barış hayal değildi; yaşadık, gördük ve biliyoruz.
Şiddetin bu boyutlara tırmanmasından başta PKK sorumlu ama ya hükümete ne demeli?
PKK’yı seçimlere kadar masada tutabilen Başbakan, bunu, seçimlerden sonra da sağlayabilmeliydi.
Bunu başaramadı.
Ancak ne olursa olsun hiçbir gerekçe PKK’nın karşı karşıya kaldığımız saldırılarını haklı kılmıyor, kılamaz da.
PKK yönetimi kendini eski Kürt isyanlarının açmazından bir türlü kurtaramadı.
İsyancı özelliğidir, sonunda “onurlu” bir ölüm vardır ya da teslimiyet. 70’lerdeki Türk solu önderleri de birer isyancı gibi davranmışlardı; PKK’nın bugünkü liderleri de aynı gelenekten az etkilenmedi.
Öcalan, bu kısırdöngüyü Türkiye’ye teslim edildiğinde itibarını kaybetme pahasına bir nebze kırmayı başardı. Şehit analarından özür diledi, annesinin de Türk olduğunu ve devlet görev verirse üzerine düşeni yapabileceğini söyledi.
Öcalan, korkak olduğu için böyle konuşmadı, dağdakilerden de daha az cesur değildi; o isyan liderlerinin trajik sonunu yaşamak istemiyordu haklı olarak.
Bu yaklaşımı sayesinde 29. Kürt isyanını siyasal bir harekete dönüştürebildi.
Öcalan esnedi ve kırılmadı.
Ama bugün örgütü tekrar isyancı bir geleneğe döndü.
14 temmuzda tek taraflı olarak yapılan özerklik ilanı ve Silvan saldırısı, isyana geri dönüş anlamına gelmektedir.
Bu isyan, Kürtleri daha büyük bir savaşa çekerek “onurlu” bir ölüm vaadinde bulunuyor. Kürtlere ölmek ve öldürmekten başka bir seçenek sunmuyor.
Öcalan’ın aradan çekildiğini açıkladığı 14 Temmuz saldırısından sonra yaşamını yitiren asker, gerilla ve sivillerin sayısına bakıp itiraf edin bence; bu savaş en kötü barıştan bile daha berbat ve budalacadır.
kurtulustayiz@gmail.com
TARAF