-Birkaç hafta önce "Demokratlar' planın parçası mı?" başlıklı yazımda, bazı aydınların 'laik asabiyeyi ayakta tutmak üzere', Ergenekon savcılarının tutumu üzerinden bir tür aktivizm geliştirmeye çalıştıklarını yazdım.
O kanaatin örneğin Ali Bayramoğlu'nu içermediği bana göre aşikardı... Ama sonuçta Ali, Yeni Şafak gazetesinde 15 Nisan tarihli köşesinde isim vermeden ama tümüyle benim Ergenekon davası bağlamında sahip olduğum duruşu sorgulayan dört cümlelik bir paragraf yazdı.
İlk cümle şöyleydi: "Şık ve Şener'in tutuklanmasını eleştirenler savcının niyetini okudu' diyen kimi kalemler savcının asıl niyetinin ne olduğunu, üstelik içeriden anlatacak kadar ileri gitmekten geri kalmadılar."
Bu niyet meselesinin gerisinde, 9 Mart tarihli yazımda "Dolayısıyla olaya mesafe alarak bakalım" diyerek başladığım paragraf bulunuyor: "Anlaşıldığına göre savcılık ve mahkeme heyetinin algılaması şöyle: Ergenekon ağının deşifre olması ve bu sürecin tersine dönmeyeceği ortaya çıktığı andan itibaren bir 'post Ergenekon' çalışma başlatıldı. Yaklaşık iki yıldır hayata geçirilmeye çalışılan bu operasyonun birincil hedefi medyayı ve gençlik hareketlerini kullanarak Ergenekon davasının yıpranmasını, yani Susurluk haline gelmesini sağlamak. İkincil hedef ise, referandum ve seçimleri etkileyerek AKP iktidarını indirmek. Söz konusu değerlendirmeye göre Oda TV bu operasyonun merkezinde yer alıyor ve sadece yaptığı yayınlarla değil, yazılmasını 'teşvik' ettiği kitaplarla da dezenformasyon ve manipülasyon yapıyor. Hanefi Avcı'nın kitabı bu bağlamda değerlendiriliyor ve en azından bazı bölümlerinin Nedim Şener tarafından yazılmış olduğu düşünülüyor. Ahmet Şık'ın kitabının ise yine en azından bazı bölümleriyle Sabri Uzun tarafından yazılmış gibi piyasaya sunulacak olan bir başka kitabın malzemesi olduğu tahmin ediliyor. İçerik açısından bakıldığında bu kitapların bazı gerçeklere değinirken, aslında daha geniş bir operasyonun mantığına uygun olarak yönlendirme ve saptırma amaçlı oldukları varsayılmış oluyor. Bu mizansenin ne kadar doğru olduğunu bilmiyoruz... Ancak 'doğrudur' demeye ne kadar uzaksak, 'yanlıştır' demeye de en azından o kadar uzak durmak gerek."
Kısacası savcılığın gazetelere yansıyan eylemleri ve bu eylemlerin gerekçeleri, bana göre onların kafasındaki mizanseni ve buna ilişkin iddiaları açıklıkla ortaya koyuyordu. Bu kanaati oluşturmak için tek gereken iyi bir gazete okuyucusu olmak ve düşünmekten ibaret. Buradan bir 'asıl niyet' okuması üretilmesine ihtiyacımız yok, çünkü olan biten zaten ortada. Nitekim varılan sonuç da niyete ilişkin değil, savcılığın algı ve değerlendirmesine ilişkin.
Ahmet İnsel 29 Mart yazısında benim yukarıdaki paragrafımın yarısını Ahmet Şık'la ilgili cümleye kadar alıntılamıştı. Bu durumda son cümlem, yani 'bu mizansenin ne kadar doğru olduğunu bilmiyoruz' ve devamı da dışarıda bırakılmış ve böylece benim savcılığın değerlendirmesine ilişkin yorumum, bizzat kendi pozisyonum haline getirilmişti. Ama İnsel biraz aşağıda daha da ilginç bir biçimde devam etmekteydi: "Ortada gerçekten bir post-Ergenekon durum var. Ama Mahçupyan'ın tarif ettiğinden farklı bir durum bu. Ergenekon davaları ile ilgili soruşturmaları yönlendiren merkezin kafasında post-Ergenekon bir zihniyet oluştuğunu görüyoruz. Ahmet Şık'ın kitabı ile ilgili inceleme raporunu yazan polis çevresi ve onun etki alanında olan savcılık ve mahkeme, bütün toplumu sardığına inandığı, binlerce kolu olan bir canavara karşı yıllar boyu verecekleri bir mücadele sürdürdüklerine inanıyor. On yıllar sürecek ve aslında çok daha büyük bir kitlenin bu davalara dahil edilmesi gerektiğine inanan, toplumun içinden şeytanı temizlemek amacıyla hareket eden bir 'büyük kurtarıcı' zihniyeti bu."
Anlaşılan İnsel 'merkezin kafasında' neler olduğunu biliyor ve yapılanları o bilgi ışığında yorumluyor. Yani niyet okuması yapıyor... Ve şaşırtıcı olmayan bir biçimde savcılığın hayal dünyasındaki 'binlerce kolu olan canavara', 'toplumun içindeki şeytana' ulaşıyor.
Bazıları benim yaklaşımımın niyet okuması olduğunu, İnsel'in ise bilimsel bir tutum aldığını düşünüyor olabilir. Ama doğrusu İnsel'in 'okuması' bana, kendilerine uygun bir siyaset aramakta olan sol laik çevrelerin çaresizliğini yansıtan bir çaba gibi geldi. Ben 'laik asabiyeyi ayakta tutma' isteğinin, Ergenekon davası bağlamında nesnel bakma yeteneğinin yitirilmesi tehlikesine yol açtığını düşünüyorum. Aksi halde insanlar kendilerini ve çevrelerini dolduruşa getiren cümlelerle yapılan bir niyet okumasından uzak dururlardı. Çünkü bu tutum bizzat o 'okumayı' yapanların niyetinin sorgulanmasına neden oluyor...
ZAMAN