Bir darbeci daha kaybetti sonunda; Pakistan'ın darbecisi Pervez Müşerref. İstifa etti. 'Ne yaptımsa ülkem için yaptım' demiş Müşerref. Doğrudur, bizimkiler de böyle söylüyor; fiili darbeciler de, darbe girişimcisi Ergenekoncular da...
Silah zoruyla işgal ettiği makamdan 'istifa' ile ayrılmak 'abes' olsa da Müşerref'in 'istifa etmek zorunda kalması'ndan darbe heveslilerinin alacağı dersler var.
Yönetim hakkının doğrudan halka dayandığı ve halktan alındığı kabulüne dayanan bir demokratik mekanizma olan seçimler ile zorbaların el koydukları iktidarlar bir arada olamıyorlar. En basit halinde bile 'seçim'in varlığı, seçim dışı yollarla iktidara gelenleri ve halk iradesi dışında başka güçlere (örneğin silaha) dayananları gayri meşru hale getiriyor, iktidara tutunamaz hale getiriyor. Müşerref'in sonunu hazırlayan da bu. İkisi bir arada olmuyor. Halk iradesine dayananlar, sonunda silahına güvenenleri yeniyor.
Pakistan'daki gelişmeleri doğru dürüst okuyamayanlar 'ılımlı İslam' projesinin sonuna gelindiği yorumlarında bulundular. Kitabı doğru yerinden okumak gerek; Pakistan'da 'ılımlı İslam' projesi değil bir darbecinin iktidarı sona erdi.
Meşruiyetini halktan almayan bir iktidarın Doğu toplumlarında da sürdürülebilir olmadığı anlaşıldı. Müşerref, iktidarını gönüllü olarak bırakmadı, çekilmeye zorlandı. Şubat ayında yapılan seçimleri kazanan muhalif partiler, Benazir Butto'nun bıraktığı yerden yola devam ettiler; demokrasiyle bir darbeciden rövanşı aldılar. Kasım ayında bir suikasta kurban giden Benazir Butto ne demişti? 'En iyi rövanş demokrasidir'. Sonuç; halk iradesine dayanan 'meşru' bir sivil siyasal 'direniş' silahlı zorbaları durdurabilir.
Ayrıca mevcut uluslararası sistemin meşruiyetini halktan almayan, dolayısıyla istikrarlı ve meşru bir politik zemine dayanmayan rejimleri kaldıramadığını da not etmek gerek. Son bir yıldır Batı'nın çok yakın müttefiki olmasına rağmen Müşerref'in maruz kaldığı uluslararası baskı bunaltıcıydı. Eski muhalif liderlerden Benazir Butto ve Navaz Şerif'in Pakistan'a dönmesine izin vermesi ve serbest seçimlerin yapılmasına razı olması 'Batılı müttefikler'den gelen taleplerle paraleldi.
Bunların arasında özellikle ABD'nin rolüne bakmakta fayda var. Amerika'nın müttefikleri arasında ABD'ye rağmen darbe olması pek vaki değildir. On yıl önce Müşerref'in bir darbeyle iktidara geldiği Pakistan için de bu geçerli. ABD desteğinin özellikle 11 Eylül 2001 sonrası doruğa çıktığını biliyoruz. Müşerref, Afganistan'da Taliban'ı ABD'nin yok etmesi için tüm desteği vermişti. ABD ile pekiştirdiği ittifak ilişkisinde hem Pakistan'ın jeopolitik konumunu hem de Taliban tarzı rejimlere karşı ortak mücadele stratejisini gayet iyi satmıştı. Ama nereye kadar? Ne İslamcılıkla mücadele ne de Pakistan'ın jeopolitik konumunu pazarlamak Müşerref'i kurtaramadı.
Kısaca, küresel ve ulusal dinamikler darbeci rejimlere hayat hakkı tanımıyor. 'Dünya sistemi' darbe rejimlerini kaldırmıyor. Hele Türkiye gibi dünyanın en büyük 15. ekonomisi olan, yılda 20 milyar dolar yabancı sermaye çeken, dünya ile yıllık ticareti 300 milyar doları aşan bir Türkiye'de darbe düşünmek çılgınlık. Ne Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal dinamikleri taşır darbeyi ne de uluslararası sistem. Ergenekoncuların başarısızlığının gerisinde yatan da bu. Ama 'çılgın Türkler' tipolojisinin bir 'proje' olarak pompalandığı bu ülkede çılgınlık eksik olmayabilir. Ama bu çılgınların sonu en iyi Müşerref gibi olabilir; bırakıp gitmek. Ama belli olmaz daha, bakarsınız Pakistan, Müşerref'i yargılar, biz Kenan Evren'i yargılayamadık ama...
Türkiye'nin 'akıllı darbecileri' işi fiili darbeye getirmeden 'vesayet' rejiminin devamı yönünde bağlamaya çalışabilir. Bu mümkündür de. Nihayette sonuç, siyasilerin nasıl bir tavır sergileyeceğine bağlıdır. Soru şu; Pakistanlı siyasetçiler sistemin başında darbeci Müşerref'e tahammül göstermezken bizim siyasetçiler vesayete razı olur mu, halk buna razı olan siyasetçilere tahammül gösterir mi?
ZAMAN