Bizim çocuklarımız ve onlar

Ahmet Varol

İşgalci Siyonist devlet bir aileyi kahvaltı sofrasında yok etti. Bir anne ve dört çocuğu topluca katledildi. Anne Hadra Ebu Mutak ile onun 1 yaşındaki oğlu Musab, 3 yaşındaki kızı Henna, 4 yaşındaki oğlu Salih ve 6 yaşındaki kızı Redine, Siyonist vahşetin saldırılarına hedef olarak şehit edildiler.

Korkunç vahşetin gerçekleştirdiği katliamda hayatlarını kaybedenler arasında söz konusu aile dışından İbrahim Haccuc ve Eyyub Atallah isimli gençler de vardı.

Böyle bir katliam işgalci Siyonist vahşet açısından gayet normal bir şeydi. Çünkü o bu türden bir katliamı ilk kez gerçekleştirmiyordu. Hatta bu tür katliamları rutinleştirmek suretiyle, saldırılardan rahatsız olan kesimlerin bile duyarlılıklarını ve tepkilerini zayıflatmayı başarmıştı.

Sözde Çocuk Hakları Sözleşmesi imzalayan BM’den de doğru düzgün bir ses çıkmadı. Ses çıksa bile sadece zevahiri kurtarma babından olacak. İşgalci Siyonistlere bu vahşeti tekrar etmemeleri için bir baskı niteliği taşımayacaktır. Şimdiye kadarki katliamları karşısında BM veya herhangi bir uluslar arası kuruluş işgalci Siyonistlere biraz olsun baskı uygulasaydı onlar da aynı türden katliamları tekrar etmede belki bu kadar cüretkâr olamazlardı.

Benzer şekilde bir Yahudi ailesi ortadan kaldırılmış olsaydı en az on yıl süreyle propaganda malzemesi olurdu. İsrail’i saldırılarında haklı bulanların gözleri o zaman pınar gibi yaşlar akıtırdı. Kürsüler titrer, BM Genel Kurulu saatin kaç olduğuna bakmaksızın hemen acil toplantı düzenlerdi.

Biz elbette böyle bir saldırıya onların çocuklarının maruz kalmasını da arzulamayız. Ama bu konudaki ilkelerimiz Filistin’deki haksız işgalin ve gaspın sona ermesi için sürdürülen haklı ve meşru mücadeleye yaklaşımımızı ve desteğimizi değiştirecek değildir.

Hatırlanacağı üzere Siyonist saldırganlar daha önce de Gazze sahilinde piknik yapan bir aileyi toptan yok etmişti. Ama dünya yine sessiz kalmayı veya zevahiri kurtaracak türden göstermelik açıklamalarla yetinmeyi tercih etmişti.

Fakat Kudüs’te, Siyonist saldırganlığın planlama merkezi olarak kullanılan ve aynı zamanda mutaassıp ideolojiyi göçmen Yahudi toplumuna yaymak amacıyla eleman yetiştiren, ama “okul” kılıfı geçirilen kuruma eylem düzenlenip hahamlar ve bazı öğrencileri öldürülünce BM acil toplantı düzenlemiş, bütün uluslar arası mekanizmalar harekete geçmişti.

Libya’da henüz konuşmaya başlamamış çocuklara ve bebeklere AIDS virüsü bulaştırdıkları suçlamasıyla mahkûm edilen hemşireler ülkeleri Bulgaristan’a gönderildiğinde Bulgaristan Cumhurbaşkanı ve beraberindeki kalabalık onları havaalanında çiçeklerle karşılamıştı. Teslim şartı olarak, mahkûm edilenlerin kalan cezalarını ülkelerinde çekmelerinin onaylanmasına rağmen. Libya mahkemelerinin kararlarına güvenilmese bile en azından olayın uluslar arası düzeyde sorgulanıp şüphelerin ortadan kaldırılması veya ortada bir suç varsa suçluların mahkûm edilmesi için ikinci bir yargılama yapılması gerekirdi. Ama mağdur edilenler Libyalı çocuklardı ve herhangi bir kıymetleri yoktu.

Çad yönetimi Zoe’nun Gemisi (L’Arche de Zoé) adlı bir Fransız yardım kuruluşunun altı yetkilisini Darfurlu çocukları kaçırmakla suçlayarak tutuklatmış ve mahkûm etmişti. Yapılan araştırmalar neticesinde bu kuruluşun Darfurlu yüz çocuğu kaçırdığı tespit edilmişti. Üstelik çocuk eşkıyalığını “yardım kurumu” sıfatıyla yürütüyordu. Sonra Fransa’nın baskıları neticesinde Çad Cumhurbaşkanı İdris Debi tutuklanan altı Fransızı serbest bırakmak zorunda kaldı. Zoe’nun Gemisi adlı kurumun başkanı yaptığı son açıklamada, Darfurlu çocukların nakledilmesi işinden Elysée Sarayı’nın yani Fransa Cumhurbaşkanlığının haberdar olduğunu dile getirdi. Yani çocuk eşkıyalığı işinde bizzat Fransa Cumhurbaşkanlığının da parmağı olduğunu dile getirmiş oldu.

Onlara göre bizim çocuklarımız dünyada gereksiz nüfus artışına sebep oluyor. Dolayısıyla doğmaları engellenemeyenlerin bir kısmının doğduktan sonra katledilmesinde bir mahzur görmüyorlar. Belki bunu da bir tür nüfus planlaması metodu sayıyorlardır. Böylesine bir vahşeti nüfus planlaması metotları arasında zikredecek değiller elbette. Tahliye edemediklerinden bazılarını da Zoe’nun gemisine yükleyerek kendilerinin elit tabakalarına hizmette görevlendirilmek üzere pazarlayabiliyorlar. Hatta buna “insanî yardım” kılıfı geçirmek suretiyle.

Anlaşıldığı kadarıyla BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki çocuk tanımlamasına bizim çocuklarımız girmiyor. Artık bizim çocuklarımızı “sinek” olarak mı tanımlıyorlar, onu da tam bilmiyoruz.

Vakit gazetesi