28 Şubat 2009 Tarihinde İLKAV’ın Düzenlediği Darbeleri-Çeteleri ve Ergenekon’u Protesto Basın Açıklamasında yaptığım konuşma sebebiyle, özgürlük ve adalet vaat ederek iktidar olmuş bulunan AKP Hükümetinin emrindeki Ankara Emniyet Müdürlüğünün ihbar ve suç duyurusu üzerine takibata geçildi. Evet bu ihbar üzerine Basın Savcılığı tarafından, TCK 214 “Suç işlemeye tahrik”, TCK 216 “Irk, din ve mezhep ayrımı gözeterek Halkı teşkil eden farklı kesimleri birbirine karşı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama”, TCK 217 “Kanunlara uymamaya tahrik”, TCK 301 “Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” ve 5816 sayılı Kanuna göre de “Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret etme veya sövme” suçlarından soruşturma başlatıldı.
Ankara Kızılay meydanında yüzlerce kişiye hitaben ve irticalen yaptığım bu konuşmanın CD’den deşifre edilmiş metnini bir daha okudum. Kızılay gibi çok sayıda ve her düşünceden insanın dolaştığı meydanda kalabalıklara yönelik irticalen yapılan bu konuşmada acaba hataen de olsa yanlış ya da suç teşkil edecek bir şeyler de söylemiş olabilir miyim diye bir daha dikkatle okudum. Sonuçta, arkasında duramayacağım tek cümlemin olmadığını bir daha tespit ettim ve Rabbime hamd ettim. İşte zikredilen TCK maddeleriyle ve 5816 sayılı sövme yasasıyla hiçbir ilgisi olmadığı halde bu kadar çok suçla sorgulanan ve arkasında durmaktan onur duyduğum bu konuşmamın CD’den deşifre edilmiş tam metnini, altına bir daha imza atarak sizlerle de paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun ve ayaklarımızı sabit kılsın.
Söz konusu konuşma metnim:
“Bismillahirrahmanirrahim
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizlerin ve tüm dünya Müslümanlarının üzerine olsun.
Sizlere de selam ve teşekkürlerimle sözlerime başlamak istiyorum.
Bildiğiniz gibi darbecilik çetecilik dendiğinde, aslında sistemle bütünleşmiş, sistemin ömrüyle birlikte süregelmiş yaklaşık seksen-seksen beş yıldır süren, hatta ittihat terakkiden başladığı için yüz yıldır süren bir kötü gelenekten bahsediyoruz. İlk darbeci, ilk çeteci İttihat Terakki’dir biliyorsunuz. Ve ilk darbe ile devleti ele geçirmiş ve bildiğiniz gibi beş ila on yıl arasında koca bir imparatorluğu batı desteğinde, batı işbirliğiyle tasfiye etmeyi başarmıştır. İşte o ittihat terakkinin Türk ulusalcılığına dayalı bölücü çalışmaları sonucunda, batı seküler değerlerini bu topluma dayatma süreci başlatılmıştır. Ve ondan sonra da bugüne kadar devam ede gelmiştir. Aslında biz, darbelere, çetelere hayır dediğimiz zaman, Kemalist sisteme hayır demiş oluyoruz. Çünkü darbecilik, çetecilik Kemalist sistemle iç içe geçmiş bütünleşmiş Kemalist resmi ideolojisinin karakteri, ruhu olmuştur.
Yeni sistem kurulduktan sonra, aslında Türk ulusalcılığına dayalı resmi ideolojiyi, Kemalizmi din haline dönüştürüp bu topluma, bütün kesimlere ayrım yapmaksızın zorla dayattığı için, (yani kimlere) Müslümanlara, sosyalistlere, resmi ideolojiyle, Kemalizmle örtüşmeyen herkese, her kesime, etnik bakımdan da Türk kimliğiyle örtüşmeyen Kürt halkına yönelik bir zulüm başlatılmıştır.
Önce ümmet bilinci yok edilmeye çalışılmış, İslam kardeşliği ortadan kaldırılmış, İslam şeriatı düşman ve tehdit ilan edilmiş. Ondan sonra, böyle olunca, Kemalizm bir din gibi, Türk ulusalcılığı bir din gibi kurgulanıp toplumun bütün kesimlerine dayatılmıştır. Bu sebeple de Kürt kimliği de ikinci bir tehdit ve düşman olarak ortaya çıkmış, Müslümanlara ve genelde Kürt halkı da dâhil Müslüman bütün halklara Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla herkese bu ülkede resmi ideoloji dayatmasıyla büyük zulümler yapıla gelmiştir.
Ulusalcı darbeciler, çeteciler hepsi emperyalizmin işbirlikçileridirler, hepsi Amerika’nın uşaklarıdırlar. Amerika ve Batı tarafından desteklenmektedirler. Sözüm ona ulusalcıdırlar. Ulusalcılık (eğer milliyetçilik ile de açılımı yapılacak olursa) en azından emperyalizme karşı çıkmayı gerektirmez mi? Hayır onlar daha başından beri ittihat terakkiden bu yana bütün ulusalcılar emperyalizmin işbirlikçisi, emperyalist devletlerin seküler kültürünün destekçisi ve kendi halklarının İslami kimliğine, Kürt kimliğine, değerlerine düşman olarak top yekün bir savaş içinde olmuşlardır. Nedense ulusalcılar hep emperyalist devletlerin stratejik işbirlikçisi olmuşlardır. Düşünün daha geçenlerde bu meydanlarda konuşmuştuk. 28 Şubatçı darbeciler, çeteciler zamanında İsrail’le en ileri derecede anlaşmalar yapıldı. Stratejik ittifakın gerekleri zirveye çıkarıldı ve bildiğiniz gibi Türkiye hava sahası onlara tahsis edildi.
Halbuki, biliyorsunuz Türkiye’de Kürt halkı Türkiye’yi bölecek diye bir paranoya üretmişlerdi. Ülkenin devletiyle, milletiyle, ülkesiyle, topraklarıyla bölünmez bütünlüğü tehlikede diye bir psikolojik hastalığa sürüklenmişlerdi. Bunun için bir paranoya üreterek Kürt halkı bizi bölecek diyorlardı. Halbuki Kürt halkının hiçbir zaman böyle bir bölme talebi de olmadı, iddiası da olmadı. Böyle bir şeye gücü de yetmez. Ama İsrail’in bayrağında biliyorsunuz iki tane şerit var, birisi Fırat, birisi Nil’dir. Fırat’a kadarki topraklar benim diyor İsrail ve Türkiye’yi bölme iddiası da var, (Amerika desteğinde) bölmeye gücü de var. Buna rağmen Türkiye’nin hava sahasını İsrail’e bu darbeci generaller tahsis ediyorlar ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin silahlarının modernizasyonunu, Türkiye’yi bölme iddiası olan bu orduya veriyorlar. Ve Türkiye’de hepimizin sırtından alınan vergilerle oluşmuş fonları İsrail’e aktarıp onu güçlendirmeye çalışıyorlar. Yani “İsrail bizi bölsün biz bundan rahatsız değiliz” demiş oluyorlar. Yani başından beri ulusalcılar hep emperyalist devletlerle ve İsrail gibi Türkiye’yi bölme iddiası olan devletlerle, terör devletleriyle işbirliği içerisinde olmuşlardır.
Sistemin ömrü, sürekli, başından beri düşman ilan ettiği İslami kimlik ve Kürt kimliğiyle çatışma içinde geçmiştir. Zaman zaman komünizmi de, sosyalizmi de konjonktürel düşman olarak tayin etmiş, onların da üzerine gitmiş büyük zulümler yapmış, büyük işkenceler yapmıştır. Ama komünizm ortadan kalkınca, sistem olarak bir şekilde dünyadaki ömrünü tamamlayınca, bu sefer diğer iki kimliğe karşı savaşını, mücadelesini devam ettirmiştir.
Bu sebeple, sisteme ve devlete egemen oligarşi, kendisine tehdit olarak algıladığı Müslümanlar ve Kürt halkı özgürleşirse, statükoyu değiştirirler, dolayısıyla bana iktidar ve rant sağlayan bu statüko değişirse, ben bütün imkanlarımı elimden kaybederim diye bir korkuya, bir paranoyaya sürüklenmişler ve sürekli teyakkuz halinde olmuşlar, sürekli darbelerle, çetelerle halkı egemenlik altına almaya, hizaya sokmaya çalışmışlardır. Aslında Cumhuriyete geçildi dendiğinde Cumhuriyete geçilmemiştir. Cumhuriyet hiçbir zaman Türkiye sınırlarından içeriye girmemiş, lügatlardan dışarıya çıkmamıştır. Türkiye’de var olan sistem despotizmdir, oligarşik despotizmdir. Yani Osmanlıdan darbeyle devraldıkları saltanatı, oligarşik diktatörler sürdürmüşlerdir. Oligarşik diktatörlüğü kimler oluşturuyor. TSK kimi üst bürokratları, yargı üst bürokratları, TÜSİAD’cı besleme büyük sermaye, halkın sırtından aktarılan rantlarla oluşturulmuş büyük sermayedarlar sınıfı. Üniversitelere egemen, laik, ulusalcı, Kemalist kadrolar, kimi sarı sendikalar. Aslında, Türkiye’deki sisteme karşıymış, patronlara karşıymış gibi görünen bir takım sendikalar var ya DİSK gibi TÜRKİŞ gibi bunların hepsi sarı sendikadır. Neyin sarı sendikası? Resmi ideolojinin sarı sendikasıdır bunlar. İslam’a düşmanlıkta, İslam’la mücadelede, laikliği, seküler sistemi, resmi ideolojiyi dayatmaya sıra geldiğinde hepsi patron sendikalarıyla beraber el ele verip beşli çeteyi oluşturup harekete geçmişlerdir. 28 Şubat darbecilerinin yanında yer almışlardır.
Bu oligarşik diktatörlük, saltanatını, değişmez iktidarını sürdürmek için neler yapıyor? Birinci olarak yargıyı bir kırbaç gibi kullanıyorlar. Yani İstiklal Mahkemelerinden DGM’lere kadar. Yargı sisteminde belli kadrolaşmalara gittiler. Yargının önemli bir kısmını ele geçirdiler ve işte onunla halkı terbiye etmeye çalıştılar. İstiklal Mahkemeleri’nden DGM’lere ve bugün “bizden mahkeme”lere kadar. Hatırlayın “bizden mahkeme” kimin sözüdür? Bizden mahkemeler var diyor, o mahkemeye sevk edelim kim diyor söyleyin? Evet paşanın hanımı, darbeci paşanın hanımı söylüyor. “Bizden mahkemeler” diyor. Darbeler, sıkıyönetimler, olağan üstü haller söz konusu ediliyor. Askeri vesayeti sürdürmek amacıyla, provokasyonlarla gerginlik çıkarmak, kaos ortamı oluşturmak, darbe ortamı oluşturmak için çeteler kullanılıyor. Çeteler de biliyorsunuz cumhuriyetin ilk yıllarından beri var. Trabzon milletvekilini, Erzurum milletvekilini kim öldürdü o günün çeteleri öldürdü. Ondan sonra çeteler hep var olmaya devam etti. Sadece 1950’den sonra bu çeteler NATO’yla birleştiler. Amerika’nın güdümüne girdiler, yoksa çetecilik sistemin karakteri olarak başından beri var. Evet askeri vesayet aracı olarak, halkı hizaya sokmak için zaman zaman da MGK’nın kullanıldığını görüyoruz. Siyasi muhtıraların verildiğini görüyoruz. Böylece oligarşi tahakkümünü sürdürmeye çalışıyor. Kullandığı yargı ve büyük sermayedarlar ile birlikte ülkedeki bütün sorunların sebebi ve çözümsüzlüklerin de nedeni haline gelmişlerdir.
Bütün sorunları oluşturan, TSK içerisinde söz sahibi olan –TSK bir milyonluk bir grup diyelim bunun içinde büyük çoğunluk halkın çocukları- ama bir avuç, oligarşinin öncülüğünü yapan darbeci asker bürokrat, TSK’nın da öncülüğünü yapmakta, aslında TSK’yı da baskı ve tahakküm altına almakta ve ne yapmaktadır, sermayedarları, onların elindeki medyayı kullanarak ve yargının içindeki kendi yandaşı kadroları seferber ederek, gerçekten de siyasete sürekli müdahale etmek, topluma çeki düzen vermeye yönelik Genelkurmay planları hazırlamaktadır. Sürekli darbeci, çeteci üretmek, darbecilerle, çetelerle halkı hizaya sokmak, GATA’yı devreye koyup darbecileri, çetecileri kurtaracak planlar hazırlamak. TSK adına darbe sanıklarını ziyaret etmeye gidecek kadar ileriye giden bir cüretkârlıkla darbecilerin üzerinde bir şemsiye oluşturmaya çalışmak gibi büyük yanlışların içerisinde bulunmaktadır.
Türkiye’nin dış güvenliğini, Türkiye halklarının dış güvenliğini sağlamak için ordu vardır. Öyle değil mi, TSK onun için vardır. Ama TSK’nın subaylarının binlercesi nerede eğitiliyor söyleyin? Amerika’da eğitiliyor. Bizzat hürriyet gazetesi 1989 yılında ifşa etmişti biliyorsunuz. Amerika bütçe görüşmeleri sırasında, Amerikan Genelkurmay Başkanı demişti ki, bir fon var o fonu yaşatmalıyız, hatta güçlendirmeliyiz. Biz az gelişmiş ülkelerin subaylarını bu fondan burada eğitiyoruz. Ondan sonra kendi ülkelerinde bizim çıkarlarımızı koruyacak yerlere geliyorlar. Veya yönetimleri bunlar belirliyorlar demişti. İşte bu fondan 1950 yılından bugüne kadar yaklaşık on bin civarında TSK’dan subay orada eğitimden geçmiş bulunuyor. Bunların önemli bir kısmı general oluyorlar. Ve Türkiye’de bildiğiniz gibi siyasete müdahale eden, partiler kapatan, iktidarlar düşüren, iktidarlar oluşturan bir rol oynuyorlar. Ve çetelerin de aynı zamanda bu darbeci Generaller tarafından oluşturulduğunu görüyoruz. Yani Amerika’nın “bizim çocuklar”ı. Amerika ne demişti? “Bizim çocuklar” demişti. Kimin için? Darbeci generaller için. İşte Amerika’nın bizim çocukları darbe yapıyor. Darbecilerin eğittiği çeteler neydi? “iyi çocuklar”dı. “Bizim çocuklar” “iyi çocuklar”ı yetiştiriyor. Ondan sonra “bizim çocuklar”ın “iyi çocuklar”ı ülkeyi kaosa götürüyorlar, halka provokasyonlar yapıyorlar, katliamlar, suikastlar yapıyorlar, ondan sonra ne devreye giriyor? GATA devreye giriyor. “Bizim GATA” devreye giriyor. Ondan sonra ne devreye giriyor? “Bizden mahkemeler”. Evet “bizim çocuklar” “iyi çocuklar”, “bizim GATA”, “bizden mahkemeler” el ele verip halkla alay ediyorlar. “Ergenekon”u örtmeye doğru gidiyorlar, buna fırsat verilmemeli. Ergenekonculardan, çetecilerden, darbecilerden halk olarak hesap sormak üzere meydanları doldurmalıyız.
Kendileri görevdeyken Genelkurmay Başkanları, Kuvvet Komutanları, hepsi birlikte Müslüman halka ve Kürt halkına, İslami ve Kürt kimliği sebebiyle yapmadıklarını bırakmıyorlar. Biliyorsunuz, Kürtlerle ilgili olarak eski Genelkurmay Başkanları ve Kuvvet Komutanlarının açıklamaları vardı. Ne diyorlardı? “Hata yaptık.” Kenan evren ne demişti? “Kürtçeyi yasakladık en büyük hatayı yaptık” diyordu. Diğer başka bir general ne diyordu? “Bize Kürtlerin kart kurt’tan gelen bir isim olduğu, aslında dağlı Türkler olduğu öğretilmişti. Sonradan anladık ki yanlış yapmışız” diyor. Peki kardeşim yanlış yaptıysanız, sizin yanlışınızın bedeli olarak bu ülkenin 40.000 çocuğu gitti. 400 Milyar doları gitti. Bunun hesabını kim verecek? Yanlış yapma hakkınız var mı? Sizin yanlış yapmaya hakkınız yok. 40.000 evladı bu ülkenin ölüme gönderildi. 400 milyar doları aşan kayıpları var bu halkın. Bu fakir bir halk, kaynaklarını çarçur etmeye hakkınız var mı? Nasıl böyle bir şey yapabiliyorsunuz? Üstelik emekliler böyle itiraflarda bulunuyor. Ama görevdekiler aynı şeyleri yapmayı sürdürüyor. Bunun hesabını kim soracak halk soracak. Halk bu hesabı sormak üzere meydanları doldurmak zorunda kardeşlerim.
Ergenekon yargılamaları içerisinde biliyorsunuz F. E. diye emekli bir binbaşı vardı. Yargılandı. Apar topar askeri mahkemede sonuçlandırdılar. Ne kadar ceza verdiler biliyor musunuz? 20 ay ! Evinde on bir kilo patlayıcı, TNT kalıpları, TNT patlayıcılar, silahlar, bombalar bulunmuş. Yani sizin bizim sırtımızdan zorla alınan vergilerle alınan silahlar. Ordunun üst kademesi bunun da hesabını vermek zorundadır. Onları size emanet vermiş bu toplum, bu halk. Niye onları korumuyorsunuz da, halka karşı kullanmaları için çetelere, darbecilere kaptırıyorsunuz? Bütün ülkenin topraklarının altıdan cephanelik fışkırıyor. Utanmaz mısınız hiç?
Bakın böyle bir suçu işleyen, evinden bu kadar silah ve cephane çıkan, annesinin evinden çıksın, kendi evinden çıksın, 20 ay ceza alıp erteleniyor. Üstelik ödüllendirilir gibi TSK’dan da ilişiğinin kesilmemesi gerektiği kararı veriliyor. Hanımı, eşi örtülüyse hiç gözünün yaşına bakmıyorlar, subayı atıyorlar Namaz kılıyor diye, hatta gümüş yüzük kullanıyor diye bile bu kadar gülünç sebeplerle ordudan atabiliyorlar. Ama bu kadar cephaneyi ordudan çalmış, çaldı mı yoksa teslim mi edildi o da belli değil, bu insanı koruyucu tedbirler alıyorlar. Biliyorsunuz ben de “Kemalizm Laiklik Şehitlik” kitabımdan dolayı yargılandım. Ne için? İşte bu çetelere, bu darbecilere karşı çıktığım, Kemalist resmi ideolojinin Müslüman halka dayatılmasına itiraz ettiğim, halkın bütün kesimlerinin adalet ve özgürlüğünü istediğim için, adaletle muamele görmesini istediğim için o kitabımdan dolayı yargılandım ve bende 20 ay ceza aldım. Ama benim için bütün kamu haklarından da yasaklanma cezası verildi. Düşünüyorum, aklediyorum, hesap soruyorum ya, ben o katillerden daha büyük bir tehlikeyim onlar için.
Encümen-i Danişler, Dostlar Meclisleri, Karadayı kasetleri, Eruygur kasetleri, GATA raporları, tutuklu generallerin bir tanesini bile içeride bırakmayacak şekilde tahliyelerin verilmesi. Ve yargının bugün de hala içindeki “bizden mahkeme”lerin vasıtasıyla darbe ve çete yanlısı istikamette kullanılıyor olması hakikaten çok üzücü, çok sarsıcı, halkımızı uyandırıcı çabalardır. Bu oyunları ancak halkımız bozabilir. Başka bozacak güç yoktur. Halkımızın milyonlarcası çıkmalı meydanlara. Gerçekten adalet ve özgürlük istiyorsa, adalet ve özgürlük taleplerini meydanlarda seslendirmeli, özgürlüğün yolu meydanlardan geçer çünkü.
Yargıda bir anket yapılmıştı. Deniyordu ki, “adaletin tecellisiyle resmi ideoloji ve devlet çıkarı çatışırsa ne yaparsınız?” %65 yargıç ve savcılar ne demiş? “Devlet ve resmi ideolojinin yanında yer alırız, tarafız” demişlerdi. Yuh olsun diyorum. Böyle bir yargıdan adalet nasıl beklenebilir. Beşeri hukuk çerçevesinde bir adalet bile beklenebilir mi? Maalesef yargı da içindeki iyilere rağmen, erdemliliği temsil edenlere rağmen, hukuka, insan haklarına saygılı olan kesime rağmen, maalesef böylesine “bizden mahkemeler”le, ideolojik tarafgirliklerle malul bir hale getirilmiştir.
İdeolojik üniversiteler ve resmi ideolojinin yandaşı sarı sendikalar ve darbeci generaller ve bu “bizden mahkemeler” hepsi el ele birlikte yürüyorlar ve TÜSİAD’çı sermayedarların desteğiyle, TÜSİAD’cı büyük sermayedarların yandaşlığıyla ve onların emrindeki kartelci medyanın yazarlarıyla beraber hepsi Ergenekoncu çetenin ve darbeci paşaların yanında yer alıyorlar. Maalesef medyanın hali içler acısıdır. Darbeler, hep yandaş sermayedarları korumuşlardır. Çünkü TSK da, aslında bir şekilde, bildiğiniz gibi OYAK’la uluslar arası sermayeye ve kapitalizm’e eklemlenmiştir. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir ordu yoktur ki, kapitalist bir kuruluş meydana getirsin ve böylesine büyük bir sermaye kuruluşu olsun ve emperyalist sermayeyle de çıkar birliği kursun. İşte bu şekilde olduğu için, ne zaman bir darbe yapılmışsa hep işçi haklarında geriye gidilmiş, patron çıkarlarını koruyucu yasalar çıkartılmıştır. Hep emekçiler ezilmiş, hep dar gelirliler ezilmiş, hep fakir halk ezilmiş, bankalar hortumlanmış, büyük kaynaklar talan edilmiş, çalınmış, yüz milyar dolar sadece 28 Şubat’ta halkın sırtından cebinden çalınmış, darbeci paşalar tarafından işte o gün darbe yandaşı olan sermayedarlara, medya patronlarına peşkeş çekilmiştir. Banka patronlarına peşkeş çekilmiştir. Ve bu çalınan, hortumlanan bankaların her birinin yönetim kurulunda kim vardır? Generaller vardır, emekli generaller vardır. Darbeci generaller vardır. Yuh olsun bu kadar açıkca işbirliğine ve buna sessiz kalanlara. Sormamız gerekiyor darbeci paşalara ve darbeci olmayan TSK’nın iyi niyetli, hukuktan yana, insan haklarından yana olan kesimine soralım.
Evet soralım diyelim ki, OYAK gibi bir kuruluşla emperyalist uluslar arası sermayeyle bu kadar iç içe geçmeniz halinde, siz Türkiye halklarının dış güvenliğini nasıl sağlayacaksınız? O kapitalist emperyalistler bulundukları yerlerde devlete egemen midirler? Evet. Orduları onlar harekete geçirmiyorlar mı? Evet. Türkiye’nin Fırat’a kadarki bölgesini istiyorlar mı? Evet. Türkiye’ye saldırdıklarında sizin onlarla kapitalist sistem içerisindeki bu kadar iç içe geçişiniz güvenliği sağlamanızda bir zaaf oluşturacak mı, oluşturmayacak mı? Diye sormamız lazım.
Emperyal destekle ve ülkeye, devlete yönelik kuşatma ve örgütlülükle bugüne kadar darbecilerin hiç yargılanmadığını görüyoruz. Çeteler yargılanma aşamasına geliyor ve hep örtülüyor. Maalesef çetelerle işbirliği yapanlar da serbest kalıyor. Bu kadar bankaları batıranlar, bu kadar hortumlar, soygunlar yapanlar hepsi serbest bırakıldı değil mi? Darbeci generaller yargılanmadı, çeteler Susurluk, Şemdinli, Yüksekova, hepsi örtüldü ve şimdi sıra Ergenekon’da? Ergenekon’u da örtmeye çalışıyorlar. Bizde siyasileri uyarıyoruz. Oyuna gelmeyin, oyuna gelmeyin. Bu oyunu bozun, siz bozmazsanız biz bozacağız. Bu oyunu bozmak zorundayız, bu halk artık özgürleşmek istiyor. Özgürleşmenin önünde hiçbir engel bırakılmamalı.
Siyasiler ne yapmalı? Eğer yeni bir darbeyle muhatap olmak istemiyorlarsa, gerçekten de Ergenekon bir fırsattır. Büyük deliller, belgeler, imkânlar fışkırmıştır her yandan. Artık bu nereye kadar giderse gitsin üzerine gitmelidirler. TSK ve Yargı başta olmak üzere üniversiteler, sendikalar, iş alemi ve medyada, hukuk ve insan hakları eksenli köklü bir değişim, bir yeniden yapılanma gündeme getirilmek zorundadır. Yani sistem içi görece bir özgürleşmeye ulaşabilmek için bile bütün bunların yapılması gerekir. Yani devlet yeniden, Kemalist resmi ideolojiden arındırılarak, militarizmin kuşatmasından kurtarılarak, bütün bu kurumlarıyla, yeniden hukuk eksenli, insan hakları eksenli bir yapılanmaya götürülmelidir. Askeri ve sivil eğitim resmi ideoloji ve militarizmin kuşatmasından kurtarılmalı ve yeni yetişen nesiller, özgürce, insan hakları ve hukuk eksenli bir eğitimden geçirilmelidir. Mevcut kadrolar ise, hizmet içi eğitimle hukuk ve insan hakları eksenli bir rehabilitasyon programından geçirilmelidir. Çünkü bağnaz bir taassupla, resmi ideolojiyle malul olmuşlardır. Bunların bu ideolojik bağnazlıktan, rehabilite edilmeden kurtulmaları ve yeni oluşacak özgürlükçü konsepte uyum sağlamaları mümkün değildir. Onun için böyle bir şey de gerekir. Adalet, hukuk ve özgürlük sürecine ayak uyduramayan bütün asker, sivil bürokratların tasfiye edilmesi gerekir. TSK ve Yargı içindeki iyi niyetli, hukuktan ve insan haklarından ve halkın özgürleşmesinden yana olanlar ise, bu temizlenme, arınma ve yeniden yapılanma sürecine katkı sunmak için seferber olmalıdırlar. Asker, yargı, üniversiteler, iş alemi ve medya içindeki darbeci ve çeteciler bizzat içerden bu kadrolarca ifşa edilip topluma tanıtılmalı ve tasfiye edilmelidirler.
AKP hükümeti, maalesef bu konuda umut vermiyor. İnşallah akıllarını başlarına toplarlar da yeni süreçte bu umudu verecek çıkışlar yapabilmeyi başarırlar. Darbelere, çeteleşmeye fidelik rolü oynayan militarist-ideolojik eğitimi hala düzeltmemeleri, tam tersine eğitimde özgürlük isteyen, adalet isteyen İLKAV ve ÖZGÜR-DER’i kapatmaya çalışmaları, gerçekten AKP yönetimi için utandırıcı gelişmelerdir. ÖZGÜR-DER’i niye kapatıyorlar biliyor musunuz? Resmi törenleri boykot çağrısı yaptığı için. Biz de altına imza attık o bildirinin ve burada bir daha haykırıyoruz resmi törenleri boykot edeceğiz. Başörtülü anneler garnizonun yanına yaklaştıklarında törenlere katılmak için, ne yapılıyor? Dışlanıyorlar, kovuluyorlar tel örgülerin arkasına. Aynı şekilde resmi törenlere başörtülüler gittiği zaman, subaylar töreni terk ediyorlar. Yani başörtüsü ve İslami kimliği aşağılıyorlar. Bizim ne işimiz var, Kemalizm dinin ritüelerinde, putperestler gibi yapılan törenlerde bizim ne işimiz var? Biz Müslüman’ız, biz kendi camilerimize ibadethanelerimize gidelim. Resmi törenlere gitmeyelim o zaman. Ve diyoruz ki, Antalya mahkemesi ve Danıştay bir karar verdiler, ne için? Alevi vatandaşların “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersinin zorunlu olmasına karşı açtıkları dava” üzerine, ne yaptılar, ne karar verdiler? Anayasanın emrettiği zorunlu din dersi Alevilere verilemez diye bir karar verdiler, biz de katılıyoruz. Doğru bir karar bu. Danıştay’ı da, Antalya İdare Mahkemesi’nide alkışlıyoruz. Ama bir şartla, iki yüzlülük yapmayın diyoruz, çifte standart yapmayın. Bizler de Müslüman’ız, bize de Kemalizm dini dayatılmamalı, Atatürkçülük resmi ideolojisi dayatılmamalı, resmi törenlere katılmak zorunda bırakılmamalıyız. Hazır ol-rahat komutlarıyla, askeri törenler gibi resmi ideolojinin putlarına, kutsallarına ibadet etmeye, tazimde bulunmaya zorlanmamalıyız. Biz Müslümanız, Müslümanca yaşamak istiyoruz.
Yavaş yavaş sona geliyoruz, sonuç olarak şunları söylüyoruz. Bizler halk olarak, bütün bu çirkinliklere, hukuksuzluklara, keyfiliklere, zulümlere sessiz kalmayacağımızı göstermeliyiz. Meydanları doldurup, bizi köleleştirip, kendileri efendilik ve ilahlık taslayanlara hukuki haddini bildirecek itirazlar yükseltmeli, hesap sormalıyız. Asla şiddete başvurmadan, asla kimseye hakaret ve zulüm yapmadan, bu ülkenin bütün insanlarının barış içerisinde, özgürce yaşayabilecekleri ortamları hazırlamak için, zulme rızanın zulüm olduğu bilinciyle zalimlere karşı hakkı haykırmalı, muhalefet bilincini yaygınlaştıracak örneklikler oluşturmalıyız. Bu adalet ve özgürlük taleplerimize, ülkemizdeki bütün halkların, kesimlerin barış içinde özgürce yaşama hakkını savunma mücadelemize de süreklilik kazandırmalıyız. Devlet, TSK, Yargı vb. hiçbir kurumun, ne düşüneceğimizi, neye inanacağımızı, nasıl yaşayacağımızı, nasıl giyineceğimizi belirleme hak ve yetkisinin olmadığını, hiçbirisinin kutsal ve ilah olmadığını, halk olarak, üzerimizde efendiler olmadıklarını, tam tersine hepimizin vergilerimizle maaşları ödenen hizmetkârlarımız olduğunu onlara öğretmeliyiz. Halkın vergileriyle maaşları ödenenlerin, halkın emaneten verdiği silahı yine halka doğrultmalarının, güvenliğini sağlamakla görevli oldukları halkın güvenliğini tehdit etme konumuna sapmalarının, hem hukuk ihlali hem de ahlakilikten uzaklaşma ve görev ihaneti olduğunu ifşa etmeliyiz.
Asker bürokratlara anayasal haddini bildirmeli ve bir daha çıkmamak üzere kışlalarına çekilmeleri sorumluluklarını anlatmalıyız. Yargı ve diğerlerine de, varlık sebepleri olan adalete ve hukuka sırt çevirmekten artık vazgeçmeleri gerektiğini, hukuka geri dönmeleri gerektiğini anlatmalıyız. Ve bizler halk olarak bu taleplerimizle, adalet ve özgürlük taleplerimizle, Allah rızası için ve özgürlük için, adalet için meydanlardaki direnişimizi, adalet ve özgürlük haykırışımızı sürekli hale getirmeliyiz. Eğer biz, bize düşen bu sorumlulukları yerine getirirsek, adalet ve özgürlük taleplerimizle oligarşiye karşı sesimizi yükseltip hesap sorarsak, ki bizler halkız, hesap sorma makamındayız, işte o zaman bu ülkenin insanları, hangi dinin, hangi ırkın, hangi ideolojinin müntesipleri olurlarsa olsunlar özgürce, barış içinde, iyi komşuluk ilişkileri içerisinde bir arada yaşayacakları ortama tekrar kavuşacaklardır.
Netice olarak, biz görevimizi yaptık, Allah rızası için buraya geldik ve sormamız gereken hesabı sorduk ve zulme karşı direneceğimizi açıkca ortaya koyduk. Ne yaparlarsa yapsınlar, biz asla şiddete başvurmadık, başvurmayacağız. Biz asla kimseye hakaretten yana olmadık, hakaret etmedik, etmeyeceğiz. Çünkü bunlar bizim Müslüman kimliğimizin doğal sonuçlarıdır. Biz herkes için adalet ve özgürlük istedik, herkes için adalet ve özgürlük istemeye devam edeceğiz. Biz kimseye zulmetmedik zulmetmeyeceğiz, kimseye saldırmadık saldırmayacağız. Biz, bizim düşmanlarımızın bile kurtuluş ve özgürlüklerinin güvencesiyiz. Biz barışı, adaleti, merhameti temsil ediyoruz. Ve biz bu ülkenin halklarını ayrım gözetmeksizin özgürleştirme mücadelemizde, sonuna kadar devam edeceğimizi bir defa daha ifade ediyoruz. Ve bu ülke bizimdir. Biz, Müslüman kimliğimizle bu ülkede varız, var olmaya devam edeceğiz. Allah’ın izniyle, İslami kimliğimizle, tevhidi davetimizle, İslami kimliğimizin temsil ettiği adalet, barış, özgürlük çağrılarımızla, bu ülkenin bütün kesimlerini, bize zulmeden Kemalistler de dâhil olmak üzere herkesin haklarını savunarak, kucaklamaya, birlikte özgürlüğü yakalamaya ve adalet sistemini kurmaya çalışacağız.