Bizi bir araya getiren musibetler...

Gökhan Özcan, depremin yıkıcı tesirinin insanlığı bir araya getirdiğine dikkat çekiyor.

Gökhan Özcan / Yeni Şafak

Aynı safta

Elim tuşlara gitmiyor. Aklıma gelen kelimelerden bile utanıyorum. Kelimeleri başka kelimelerle değiştirerek en uygun olanı bulmaya çalışıyorum. Yazı yazmak bir lüks şu anda... Bir ekranın, bir klavyenin önünde olmak, kalkıp bir bardak sıcak çay koymak bir lüks... Kilometreler ötede birileri enkaz altında soğukla boğuşur, canıyla uğraşırken, binlerce insan soğukta adeta tırnaklarıyla kazıyarak onlara ulaşmaya çalışırken cümle kurmaya çalışmak bile acıtıyor insanın içini.

Felaketler ayrıştırmadan geliyor insanların üstüne. Herkesi kim olduğuna bakmadan aynı kefeye koyuyor, aynı dramatik cümlenin öznesi kılıyor. Aynı enkazların altında kalıyor, kurtulmayı aynı umutla bekliyoruz. Ölüm karşısında hepimiz aynı kişiyiz. Bizi ayrıştıran her şeyi dünya ekliyor üstümüze.

Binlerce insanı aldı bizden bu felaket. Hepsinin acısı aynı. Arkalarından ağlarken birbirimizden farkımız yok. Ama o anın içinden çıkıp dünyaya geri döndüğümüzde muhtemel ki yine birbirimizi sevemez olacağız. Felaketler, musibetler, ortak acılar bizi birbirimize yakınlaştırırken, dünya yine uzaklaştıracak.

Milyonlarca insan kendiliğinden yardım için seferber olurken başka hiçbir şey düşünmüyor, bu büyük acıyı bir nebze dindirebilmek, yaraya merhem olabilmek için elinden geleni yapıyor. Hangi enkazın altında kim var diye bakan yok, şu binanın altından gelen ses kimin sesi diye soran yok. Ama enkazların tozu dumanı ortadan kalkmaya başladığında, gündelik itiş kakışımızın tozu dumanı birbirimiz için aslında ne kadar değerli olduğumuz gerçeğini yine görünmez hale getirecek.

Binlerce insanın hayat hikayesine noktayı koyan o dehşetli sarsıntı saniyeleri, ondan öncesinde tutuştuğumuz kavgaların tamamının ne kadar da boş, ne kadar da anlamsız olduğunu hatırlattı bize. Ama birkaç gün sonra yazık ki bunu yeniden unutacağız.

Nasıl ki bu zor şartlar altında bir fayda üretmek için canını dişine takanı minnetle, takdirle karşılıyorsak; insan hayatını istismar eden herkesi ve her şeyi de elbette tespit ve teşhir etmeliyiz. Bu ağır tablonun ortaya çıkmasında ihmali olan, yaptığı işin hakkını vermeyen herkesi adaletin önüne çıkarmalıyız. İnsan hayatından çalanları, tedbiri elden bırakanları, geleni görmekten kaçanları elbette hakkıyla yargılamalıyız. Ama belki hepsinden önce yapmamız gereken bir şey var; düşünme biçimimizi artık değiştirmeliyiz. İnsanın hakikatinin bu ağır sarsıntının bizi getirdiği o ilk anın yalınlığında olduğunu yeniden idrak etmeliyiz. Dünyanın, bize insanı göremez hale getiren kirinden gözlerimizi, zihinlerimizi, kalplerimizi almalıyız.

Deprem, o ilk saatlerin sarsıcılığı içinde bizi kaybolduğumuz yerde bulup asli yerimize koydu, fıtri saflığımıza geri götürdü. Bu büyük felaketin dehşeti karşısında hepimiz sadece insan olduk yeniden. Anında ne yapabileceğimizi aramaya başladık, düşünmeden yardıma koştuk. O noktada insan, yine yalnızca insanla muhataptı. Baktığımızda en yalın haliyle insandı gördüğümüz. Derinlerimizde insanı, belki de sadece insan olduğu için hâlâ seviyor olduğumuzun ispatıydı bu. İnsana koştuk, çünkü onu seviyorduk. Bunu yaparken kim olduğunu düşünmek aklımıza bile gelmedi.

Neden dünyaya geri dönünce her şey değişiyor peki? Ölümün, acının, çaresizliğin bizi birbirimizle önyargısızca buluşturabildiği yerde, hayat niye buluşturamıyor bizi? Ölürken böylesine beraber, böylesine kardeş, böylesine kaderdaş olduğumuz halde, yaşarken neden bu kadar uzaktayız, kopuk ve ayrıyız birbirimizden?

Herkesin haklı çıkmak adına söyleyecek bir şeyleri olduğunu biliyorum. İnsanı bu kadar birbirinden koparan hiçbir açıklamanın yararı yok oysa. Kim olduğumuzun, hangi tarafta olduğumuzun, ne kadar haklı ya da haksız olduğumuzun bir önemi yok! Yan yana gelen, birbirini anlayabilen, birbirini sevebilen insanlar olamıyorsak; bu ahvalin bir galibi, bir kazananı olmuyor, olamıyor.

Sözü kalbe bırakmak gerekiyor sadece belki de... Bir mantık kurmadan, bir hesap yapmadan, haklı çıkmaya çalışmadan, kim olursa olsun insanı en yalın, en tabii, en fıtri haliyle sevebilmek gerekiyor. Ölümün bizi aynı safta buluşturduğu gibi, hayatın da buluşturması, birleştirmesi, bütünleştirmesi için...

Ne olur cevabını hep birden düşünelim şu sorunun; yedi bilmem kaç şiddetindeki depremlerin bize hatırlattığı bu gerçeğe kulak verebilecek miyiz bu defa?

...

Bu büyük felakette kaybettiğimiz bütün canlara Allahtan rahmet diliyorum, Allah onları şehitlikle mükafatlandırsın. Milletimize ve sınır ötesindeki kardeşlerimize sabır ve kolaylıklar versin.

Yorum Analiz Haberleri

Meğer ne büyük sapmaymış!
Kemalizmin şapka zulmünden dolayı bombalanan şehir: Rize
Allah'ın rahmeti olan aklımızı gerektiği gibi kullanalım
Magazinleşen Yenidoğan Çetesi ve unutulan bebekler
Yapay zeka çağında kontrol kimde olacak?