Bize neler oldu böyle?

Yavuz Bahadıroğlu

Es­ki­den “din­dar Müs­lü­man” ol­mak bi­ze ye­ti­yor­du. Tüm ha­ya­tı­mı­zı bu­na gö­re ya­şı­yor­duk. Ma­ka­mı­mız, mev­ki­imiz ve pa­ra­mız­la de­ğil, tak­va­mız­la fark edi­li­yor­duk.

Pa­ra­ya ve sa­ir ik­ti­dar ni­met­le­ri­ne ka­vuş­tuk­tan son­ra, “öte­ki­ler”e (din­de has­sas ol­ma­yan ke­sim­le­re) ben­ze­me­ye baş­la­dık...

Kı­lık-kı­ya­fet, sa­kal-bı­yık, mo­da, mar­ka ve gös­te­riş tut­ku­su ay­nı...

De­fi­le­ler bi­le ya­pı­yor, “mo­da” der­gi­le­ri” çı­ka­rı­yor, te­le­viz­yon­la­rı­mı­zı bü­yük öl­çü­de “men­hi­yat”a kul­la­nı­yo­ruz.

Ger­çek şu ki, din­dar Müs­lü­man­lar bo­zul­du: Çok­tan­dır “çağ­daş” ve “mo­dern” ta­kı­lı­yo­ruz.
Ge­ri­de sa­de­ce bir­kaç far­kı­mız kal­dı:

1. On­la­rın ka­de­hin­de al­kol, bi­zim­ki­ler­de mey­ve su­yu var...

2. On­lar açık, biz (en azın­dan ço­ğu­muz) te­set­tür­lü­yüz...

3. On­lar na­maz ve oruç gi­bi iba­det­le­re lâ­kayt, biz hâ­lâ na­maz kı­lı­yor, oruç tu­tu­yo­ruz (in­şal­lah di­ye­lim)...

4. On­lar ta­til­le­ri­ni Pa­ris’te fi­lan ge­çi­ri­yor, biz um­re ya­pı­yo­ruz.

Bel­ki şu an ak­lı­ma gel­me­yen bir­kaç far­kı­mız da­ha var, o ka­dar.

An­la­ya­ca­ğı­nız “tek dün­ya­lı­lar”dan (ah­ret inan­cı­na uy­gun ya­şa­ma­yan­lar­dan) pek far­kı­mız kal­ma­dı!..

Biz de ba­şa­rı­ya ki­lit­li ya­şı­yo­ruz!..

Biz de pa­ra, dö­viz, fa­iz, re­po, bor­sa gi­bi şey­ler ko­nu­şu­yo­ruz!..

Biz de “Alt­ta ka­la­nın ca­nı çık­sın” an­la­yı­şıy­la ha­re­ket edi­yo­ruz!..

Biz de üç-beş ku­ruş faz­la ka­zan­ma uğ­ru­na, din kar­deş­le­ri­mi­zi har­cı­yo­ruz!..

Biz de gü­cün önün­de eği­li­yor, güç­sü­zün önün­de ce­ber­rut­la­şı­yo­ruz!..

Biz de kul hak­kı ko­nu­sun­da du­yar­sız ya­şı­yo­ruz!..

Biz de “ça­lış, ka­zan” di­ye­rek, mer­ha­me­ti­mi­ze uza­nan el­le­ri ge­ri çe­vi­ri­yo­ruz!..

Biz de ma­ni­kü­re-pe­di­kü­re gi­di­yor, “mo­da”yı ta­kip edi­yor, “te­set­tür”ü “mo­dern”leş­tir­mek uğ­ru­na kı­lık­tan kı­lı­ğa gi­ri­yo­ruz!..

Biz de “mar­ka”ya önem ve­ri­yor, mar­ka sa­ye­sin­de de­ğer ka­zan­dı­ğı­mı­za ina­nı­yo­ruz, eleş­ti­ril­di­ği­miz­de de “ye kür­küm ye dev­ri” ma­ze­re­ti­ne sı­ğı­nı­yo­ruz.

Biz de si­ya­si ge­ve­ze­lik­ler üre­tip oya­la­nı­yo­ruz!..

Biz de za­ma­nı­mı­zı ve ken­di­mi­zi dün­ya öte­si­ne geç­me­ye­cek şey­ler­le tü­ke­ti­yo­ruz!
“Sı­la-i rahm”ın ye­ri­ne biz de “ta­til”e çı­kı­yo­ruz.

Bi­zim de “mo­da” an­la­yı­şı­mız var...

Çıp­lak­lı­ğı sim­ge­le­yen “ma­yo” ile ör­tün­me­yi çağ­rış­tı­ran “te­set­tür”ü uz­laş­tı­rıp “İs­la­mi ma­yo” bi­le icat et­miş bu­lu­nu­yo­ruz!

Şim­di­ler­de ise “İs­lâ­mi bi­sik­let”i tar­tı­şı­yo­ruz.

Za­ten bir o ek­sik kal­mış­tı. İs­lâ­mî ta­til köy­le­ri­miz, İs­lâ­mî beş yıl­dız­lı otel­le­ri­miz, de­niz­le­ri­miz, ha­vuz­la­rı­mız çok­tan ha­zır­dı. Kıb­le­ye yü­rü­me­ye ça­lı­şır­ken yön de­ğiş­ti­rip “mo­dern ha­vuz”lar­da meç­hu­le doğ­ru ku­laç at­ma­ya baş­la­mış­tık.

Dü­ğün­le­ri­mi­zi de bu­na gö­re ya­pı­yo­ruz...

Bi­zim de şar­kı­cı­mız-tür­kü­cü­müz, çen­gi­miz-çal­gı­mız ek­sik de­ğil. Oy­na­ma­ya­nı ne­re­dey­se “ge­ri­ci” ilân edi­yo­ruz!

Biz de ar­tık ek­ran­da ev­le­ni­yo­ruz!

Es­ki­den ai­le­ler gö­rü­şür, bir ka­ra­ra var­dık­tan son­ra, genç­ler gö­rüş­tü­rü­lür, ar­dın­dan “gö­rü­cü” se­re­mo­ni­si baş­lar­dı. “Ak­lı bir ka­rış ha­va­da” ol­ma­yan bü­yük­le­rin ne­za­re­tin­de ger­çek­le­şen ev­li­lik­ler ölü­mü­ne sü­rer­di. Şim­di­le­rin ta­ze ev­li­le­ri yıl­lık prog­ram bi­le ya­pa­mı­yor: Çün­kü ev­li­li­ğin bir yıl sü­rüp sür­me­ye­ce­ği bi­le meç­hul. Adı­na da “Aşk ev­li­li­ği” di­yor­lar...

He­ve­sin adı “aşk” ol­du ola­lı, he­ves­ler kur­sak­lar­da kal­dı! Ay­rı­ca aşk­lar da kir­len­di! Za­ten te­le­viz­yon­lar­da­ki ev­li­lik prog­ram­la­rı ev­li­li­ği de oyun­ca­ğa dön­dür­dü.

Bi­ze ne­ler ol­du böy­le dost­lar, neden dini hüküm­ler “yok­muş gibi” yaşıyoruz?

YENİ AKİT