Mevcut siyasi iktidarın büyük ölçüde yaslandığı toplumsal kesimin kültürel ve ekonomik yapısından hareketle yapılan analizlerin büyük ölçüde topluma yabancılaşan aydın/seçkin kesimin önyargılarıyla malül olduğuna önceki yazıda değinmiştik. Entelektüel miyopluk siyaseti yorumlamada ideolojik ve statüden kaynaklanan önyargılarla birleşince siyaseti ve toplumu anlamlandırmaktan çok yeni çatışma alanları üretiyor.
Seçkinlerde zaten varolagelen topluma ve onun kültürüne yabancılaşmanın doğurduğu kafa karışıklığının benzeri durum, bir türlü anlaşılamamaktan şikayet eden geniş kesimler için de geçerli. Mevcut iktidarla olana ilişkilerini daha önceki olumsuz örneklere bakarak olumlayan, meşrulaştıran kolaycılık topluma yabancılaşan seçkinci tavır kadar sorunlu. Fakat burada dikkat çekilmesi gereken husus bunun siyaseten durduğu yeri kayganlaştıran, ilkelerini, iddialarını, taleplerini öteleyen bir duruma dönüşmesidir.
'Müslümancı siyaset' tarzı toplumsal talep ve siyasal ilkelerin yerine sessizce ikame edilen renk belli et-meyen bir siyasal tutumdur. Bu anlamda Müslümancı siyasetin İslamcı olmayan hatta İslamcı her türlü siyaset tarzından feragat eden muhafazakarlığı meşrulaştırcı bir araçsallığa dönüştüğü de söylenebilir. Bu durumun her zaman bilinçli olmasa da siyasete yansıması “bizden olanların iktidarı”nın kendiliğinden iyi olacağı ön kabulüne dayanan bir tür aşiret dayanışmasını çağrıştırır.
İslamcılık yerine geliştirilen 'Müslümancı siyaset' tarzının bizzat bu kitlelerin, Müslümanlıklarından dolayı siyasal taleplerini erteleyen, hatta bu taleplerini elinden alan bir işlev gördüğü söylenebilir. Müslümancı siyaset, İslamcılık yerine geliştirilen iddiasız ve tutarlılıktan yoksun ilkesiz iktidar mücadelesine dönüşebilir.. Müslüman kimliği ile yürütülen siyasetin kendiliğinden iyiyi, doğruyu garanti edeceği şeklindeki bir ön kabülü içerdiği gibi aynı zamanda da vicdani rahatlamayı sağlıyor.
Reddettiği söylem yerine ikame edilen bu şekilsiz tarzı siyaset, ideoloji yokluğu ve yoksunluğunu kapatan/gizleyen tutum sağ-muhafazakar dile karşılık gelmektedir.
İslamcı söylemin Türkiye'de nasıl bir siyasal pratiğe tekabül ettiği tartışılabilir, burada söz konusu olan şey onun yerine bir siyaset tarzı olarak ortaya çıkan 'Müslümancı siyaset'in Müslümanlıklarından dolayı mağdur olmuş, talepleri olan kitlelere neye malolduğudur.
Müslümancı siyaset kısa süreli deneyimde göstermiştir ki değerden bağımsız bir iktidar mücadelesine dönüşebilmektedir. Müslümanların kendilerinden ya da kendilerine yakın gördüklerinin iktidar olmasıyla sınırlı tuttukları siyaset anlayışının kaba bir oportünizme dönüşmesi, siyasal taleplerin geri çekilmesine paralel gelişen bir olgudur.
Hiçbir siyasi mücadele insandan, toplumdan bağımsız düşünülemeyeceği gibi değer yargılarından bağımsız bir iktidar mücadelesi de söz konusu değildir.
İslamcı söylemi denemeden, geliştirmeden reel şartlarda geçersiz sayıp kendini bir tür klan mücadelesine indirgeyen ve kendi gibi olanlarla paylaşmaktan başka bir ilkelilik göstermeyen siyaset tarzının adı olsa olsa pragmatizmdir.
İslamcılık yerine bir dayanışma söylemi, refleksi olarak ortaya çıkan Müslümancı siyaset tarzı ideolojik çelişkisini fark edemeyecek kadar iktidara ayarlıdır. Dış politikadan iç siyasete, toplumsal taleplerden kültür politikalarına kadar her alanda değerlerinden koparılan kitleler kolayca dünya sistemine eklemlenebilmiştir. Teorik olarak kapitalizmi sorgulamaya yatkın beyinler neoliberalizmi sorgusuz uygulamaktan çekinmiyorsa, dini bütün insanların işbaşına gelmesiyle sınırlı siyaset erbabının da küresel kapitalizmin taşıyıcısı olmayı içine sindirmesi kaçınılmazdı.
Varlık sebebi sayılması gereken taleplerinin takipçisi olmak yerine kendinden olanların iktidar taleplerini önceleyen pragmatizmin hikayesidir Müslümancı siyaset… Bu siyaset tarzı her türlü uzlaşmaya, tavize yatkın bir ruh halidir. İlkeleri ve siyasal taleplerini kendinden olanların iktidarı adına geri çekmeye hazır, tutarlılıktan yoksun bir eklemlenme siyasetidir.
Bu siyaset tarzı iktidar ilişkilerinin çürütücü cazibesi karşısında ilke ve ahlaki kaygılarını bir kenara koyarak dinden beslenen kültürün şekillendirdiği kitlenin sekülerleşmesi demektir. Her türlü güç ve iktidar mücadelesinin amaç ve ilkelerden bağımsız mümkün olduğunu gösteren klan siyasetini, muhalif bir siyasetin sisteme entegre edilmesinin kısa tarihi olarak okumalı. Bu anlamda ulusal sistemi de dönüştüren küresel sistemin başarı hanesine yazılabilir bu kısa tarih.
YENİ ŞAFAK