Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit gazetesindeki yazısında 17 Şubat 1926’da Kemalizm tarafından Türkiye’ye dayatılan “Medeni Kanunu” yorumluyor:
Biz “eskiden barbar idik” ve bir gecede “Medeni” olduk. Türk Kanunu Medenisi, Türkiye’de 17 Şubat 1926’da İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak Millet Meclisi’nde kabul edilen ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe konulan 743 sayılı kanundur. Ve bu kanun 1 Ocak 2002 kabul tarihli Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle yürürlükten kalkmıştır. Bugünün “Medeni”si, 93 yıl önceki kanun metnini anlayamayacak kadar “Medenileşti” tabii. Harfimiz değişti, milyonlarca insan bir gecede okur-yazar değildi artık. Kıyafetimiz değişti, Cuma’mız Pazar oldu. Ne oldu ise “azar azar oldu”, sonunda insanlar “azar” oldu. Artık “Medeni” idik, içki, dans derken azdık, “on yılda 15 milyon genç yarattılar her yaştan” azıttık gitti.
Paşa hazretleri, 1 Kasım 1925 günü Meclisin 2. Dönem 3. Yasama Yılı’nı açarken «genel hayatımızı yeni baştan düzenleyecek yasalar”dan söz ediyordu. Ve süreç başladı. Her şey 11 ay 3 gün gibi kısa bir sürede oldu ve bitti. Zaten tek parti ve tek adam vardı. Yasa dediğin ne ki, alel acele tercüme edilen yasalar, tercüme hataları ile birlikte, meclise genel olarak gerekçesiz olarak sevk ediliyor ve müzakeresiz olarak oy birliği ile kabul ediliyordu!
Uğur Mumcu’nun bir konuşmasından aktarılan bir söz var: “Türk vatandaşı İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalya ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.” Malumatfurus.org bu konuda özetle şu bilgileri de aktarır: Uğur Mumcu bu ifadeleri gerçekten kullanmıştır. Bir panelde yaptığı “Köy Enstitüleri” ile ilgili konuşmasında, bir mizah dergisinde bu tanımı gördüğünü belirtir. Bu ifadeleri ya da Türk vatandaşı tanımını okuyan kişi, Uğur Mumcu’nun başka devletlerin hukuk sistemlerinden kanun devşirilmesine karşı çıktığını düşünebilir. Ancak, durum böyle değildir. Uğur Mumcu sözlerine şu şekilde devam eder: “O dönemde böyle yasaların alınması zorunluydu çünkü toplum bir yol ağzındaydı. Ya batılı laik sistem ya şeri hukuk. Mustafa Kemal ve düşün arkadaşları batılı ve laik sistemi benimsediler.” Hayati Yazıcı, bu tanımı Arnold J. Toynbee’nin 1940-50’li yıllarda verdiği bir röportajda yaptığını iddia ediyor.
Neyse, zaten konu ciddi olsa da mizahi bir durum. “Milli” ve “Medeni” olmak o gün için buydu!
Bu yasa ancak 1.1.2002’de değiştirilebildi. Ve tabii bu kez AB çerçeve anlaşması esas alınarak. Yani yasa batıya endeksli olarak güncellenmiş oldu. Yani şark cephesinde yeni bir durum yok. Moda tabiri ile “Update” edildi. Sorunlar da patladı.
Yeni Türk medeni kanunu ile aile, kadın-erkek ilişkileri yeniden düzenlendi. Bu arada, mesela, Hilafet makam olarak kaldırılırken Patrikhane’nin din işleri dışındaki yetkileri kaldırıldı.
Yasanın tercümesine nezaret eden, Adliye Vekili Prof. Dr. Mahmut Esat Bozkurt’un hazırladığı esbab-ı mucibeye göre “Cumhuriyet’in temel hedefi, sosyal terakki” idi. Yasalarını tercüme ettikleri devletler katı din kurallarına bağlı olmalarına rağmen Bozkurt’a göre, “Türk Medeni Kanunu, medeni kanunlar içinde en yeni, en eksiksiz ve halkçı olan İsviçre Medeni Kanunundan alınmıştır. (…) Yasaları dine dayanan devletler, kısa bir zaman sonra memleketin ve milletin isteklerini tatmin edemezler. Çünkü dinler değişmez hükümler ifade ederler. Hayat yürür, ihtiyaçlar sürekli değişir, din kanunları, mutlaka ilerleyen hayatın huzurunda şekilden ve ölü kelimelerden fazla bir değer, bir anlam ifade etmezler. Değişmemek, dinler için bir zorunluluktur... Esaslarını dinlerden alan yasalar uygulanmakta oldukları toplumları, indikleri ilkel devirlere bağlarlar ve gelişmeye engel belli başlı etken ve unsurlar sırasında bulunurlar.(…) Türk ulusunun yüksek temsilcisi olan büyük Meclis’in uygun bulmasına ve onayına sunulan Türk Medeni Kanunu Tasarısı yürürlüğe konulduğu gün ulusumuz 13 YY’ın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş, eski uygarlığın kapılarını kapayarak yaşam ve verimlilik getiren çağdaş uygarlığın içine girmiş bulunacaktır.(…) yeni Türk Medeni Kanunu Tasarısının hazırlanması nedeni ile yurdumuzda mevcut azınlıklar, Lozan Andlaşmasının kendilerine kabul ettiği haklardan vazgeçtiklerini Adalet Bakanlığına bildirmişlerdir. (…) Gerçekten çağdaş uygarlıkla Mecelle hükümleri kuşkusuz bağdaşamaz. Fakat Mecelle ve buna benzer diğer düzenlemeler ve Türk yaşamının uyuşmadığı da açıktır. Adalet Bakanlığı en yeni ve en gelişmiş olan İsviçre Medeni Kanunu ulusumuzun şimdiye kadar bağlı kalan geniş zeka ve yeteneğini doyuracak ve ona gerçek bir yarış yeri ve alan olabilecek bir uygarlık yapıtı olarak görmektedir. Bu Kanunda ulusumuzun duygularına ters düşecek hiçbir nokta düşünmemektedir. (…) Şu yanı da belirtmek gerektir ki: çağdaş uygarlığı almak ve benimsemek kararıyla yürüyen Türk ulusu, çağdaş uygarlığı kendisine değil, kendisi çağdaş uygarlığın gereklerine her neye mal olursa olsun ayak uydurmak zorundadır. Yaşamak kararında olan bir ulus için bu şarttır. Hazırlanan Tasarı bu gereklerin önemli bölümlerini içermektedir. Gelenek ve göreneklere kesin olarak bağlı kalmak davası, insanlığın en ilkel durumundan bir adım dahi ileri götüremeyecek kadar tehlikeli bir kuramdır. (…) Yüzyılımızın uygarlık ailesine mensup olan ulusların ihtiyaçları arasında esaslı bir fark yoktur. Toplumsal ve ekonomik sürekli ilişkiler insanlığın büyük bir uygar bölümünü bir aile durumuna getirmiştir ve getirmektedir. İlkeleri yabancı bir ülkeden alınmış olan Türk Medeni Kanunu Tasarısının yürürlüğe konulmasından sonra yurdumuzun ihtiyaçları ile bağdaşmayacağı iddiası geçerli görülmemiştir. Özellikle İsviçre Devletinin çeşitli tarih ve geleneklere mensup Alman, Fransız ve İtalyan ırklarını içerdiği bilinmektedir. Bu kadar, hatta kültür bakımından bile birbirinden farklı bir ortamda uygulanma esnekliğini gösteren bir kanunun Türkiye Cumhuriyeti gibi yüzde doksanı bakımından aynı ırka sahip bir devlette uygulanma yeteneğini bulabilmesi kuşkusuz görülmüştür. Bundan başka, uygar bir ulusun gelişmiş, ileri bir kanunun Türkiye Cumhuriyetinde uygulama ortamı bulamayacağı düşüncesi sakat görülmüştür. Bu tez, Türk ulusunun uygarlık yeteneğine sahip bulunmadığını belirten bir mantık dizisine varılmasıyla sonuçlanabilir”di. O yasaya hayat veren akıl bu.
Bu arada AB ülkelerinin “resmi din”i değil, bayrağında “Haç” olanların ”resmi mezhep”leri de vardır. Fransa mı laik. Tümü ile değil. Mesela Alsace Lauranneeyaleti, yani Strasbourg’un başkent olduğu eyalet Laik değil, Vatikan ile yapılan anlaşma kurallarına göre yönetilir. Yani “Kontrat bölgesi”dir. Ve Fransa’nın bütününde dini kurumlar özerktir. Okullar ve hastahaneler büyük ölçüde kiliseye bağlıdır.
Hani şu, “Maznunun behemahâl idamına, şahidin ise bilahare dinlenmesine karar verildi” diyen kararları veren, kanuna göre karar veren değil, kararı kanun sayılan, savcısı, avukatı, temyizi olmayan İstiklal Mahkemelerinin fikir babası da bu faşist Bozkurt’du. CHP hâlâ bugün bu mirasa sahip çıkmaya devam ediyor. Neyse, bugünlük de bu kadar. Selâm ve dua ile.