Seçime iki gün kala.. Gerilimi tırmandırmaktan, gerilim ve kaos mühendisliğinden meded umma çabaları giderek yükseliyor.. Bunun başında da HDP’nin yüzde 10 barajını aşması veya aşmaması durumunda ne olacağı konusu geliyor.
Bir ülke ki, futbol takımlarının şampiyonluk maçları veya küme yükselme veya düşme mücadelelerinden sonra cinayetle biten kavgalar bile oluyor. Böyle bir ülkede, yüzde 10 barajının üstüne çıkmak veya altında kalmanın bir takım sonuçlar ortaya çıkacarağı tahmin edilebilir ve gereken tedbirler alınmaya çalışılır.
Ama, o yüzde 10’luk barajı bile bile bir mücadeleye girenlerin, hem de en üst dereceli sorumlularının, ‘Eğer, barajı geçemezsek, bunun neticeleri kanlı biter..’ diye tehdidler savurmaları, akıl alacak şey değildir..
HDP’nin EşBaşkanlarından Selahattin Demirtaş, Fox TV'de konuğu, 2-3 Haziran gecesi yaptığı değerlendirmelerde, ‘Elimize gelen verilere göre HDP şu anda bıçak sırtında. Keşke gönül rahatlığıyla geçtik diyebilseydik. Bir oy çok şey değiştirir. Ben tüm Türkiye'den rica ediyorum. Seçim sonucunda 'iyi olma hali' kazansın istiyoruz. HDP'nin yükselişi Türkiye'ye umut olacak. HDP, bütün inançların eşitliğinden yanadır.’ diyor.. Ama asıl cümle, daha sonra geliyor: ’Barajı aşarsak, hem özgürlüklerimizi genişletiriz hem haklarımızı kazanırız hem de bölünmeden, parçalanmadan iç savaşa, etnik savaşa müsade etmeden birlikte yaşarız..’
Aynı partinin diğer eşbaşkanı F. Yüksekdağ da, 30 Mayıs günü Samsun mitinginde, ‘Gezi’de yarım bıraktıklarımızı, 7 Haziran’da tamamlayacağız.’ diyordu. 2 yıl önceki Gezi Hadiseleri’nde nelerin yarım kaldığını aklı başında olanlar biliyorlardır, herhalde..
Tamam.. Seçim yarışına katılanlarca, vatandaşa, ‘Biz seçilirsek şunları- şunları yapacağız; biz seçilmezsek, filan işler durur, filan işler daha bir bozulur..’ denilmesi normal sayılabilir, ama, ‘Biz seçilmezsek, iç-savaş çıkar, her tarafı yakıp yıkarız..’ denilmesinin normal bir akılla kabul edilebilecek bir tarafı var mıdır? Batman’da HDP tarafından açılan bir pankartta da, ‘Barajı aştık, aştık.. Aşamadık, meskenimiz dağlardır..’ deniliyor.
Böyle baskılar, tehdidler, ürkütmeler altında, algı operasyonlarıyla seçim yapılır mı?
Seçim deyip geçmemeli.. Herkes iradesini, yarınlarla ilgili ferdî sorumluluğunu ve vereceği oyların neticesinde ortaya çıkacak sosyal tablonun getireceği durumların her türlüsüne hazır ve baştan râzı olacak şekilde, hareket etmesi gerektiğinin idrakiyle hareket etmelidir.
*
Elbette, Türkiye gibi, Ortadoğu bölgesinde yeniden güçlenmekte ve dünyadaki güç dengelerini yönlendirmeye çalışan, emperyalist odakların üzerinde daha bir planlar yaptıkları bir ülkedeki seçimle daha bir derinlemesine ilgilenmeleri de tabiîdir.
Nitekim, hemen bütün emperyalist güç odaklarının yayınlarında, Türkiye’deki seçimlerin odağında, Cumhurbaşkanı Tayyîb Erdoğan var.. Dile getirilen görüşlerin temelinde, ‘Tayyib Erdoğan’ın daha fazla güç kazanmaması..’ var.
Erdoğan’ın daha fazla güç kazanması veya kazanmaması, T.C. vatandaşı olan seçmenlerin takdir edeceği bir durum iken, niçin böylesine uluslararası bir problem gibi gösterilmeye çalışılıyor?
Anlaşılması gereken bir durum.. Halbuki, seçime giren, Erdoğan değil.. O, daha 9 -10 ay önce, doğrudan halk tarafından ve yüzde 52’lik bir ekseriyetle ve 5 senelik bir süre için seçilmiş bulunuyor. O halde uluslararası güç odaklarının derdi ne? Hem onlara ne ki, bir halkın kimi seçmeleri konusunda fermanlar yağdırıyorlar.
Bizlerin de, Amerika’da, İngiltere’de, Almanya, Fransa veya Rusya ve sair ülkelerde kimlerin seçilmesini tercih ve temenni ettiğimiz şeklinde kendimize göre bir takım yorumlarımız, temennilerimiz olsa bile, o ülkelerin halklarına, onların üzerinde velayet ve vesayet hakkına sahib birileri imiş gibi, ‘filanı güçlendirmemelisiniz, filanı seçmeli veya seçmemelisiniz..’ gibi buyruklar veren küstahlıklarımız olmaz. Sözgelimi, biz de İngiltere de ‘ingiliz halkı Cameron’u seçmemelidir..’ ya da ‘Almanya’da Merkel seçilmemeli..’ desek bu komik olmanın ötesinde saçma olmaz mı?
Ama, emperyalistler söyleyebilir bunu.. Çünkü, emperyalist olmanın, kaçınılmaz bir tarafı da, ‘megalomaniac’ olmaktır.. Onlar kendilerini herkesten üstün, büyük ve güçlü gördükleri için, kendilerinden aşağıda gördüklerine emirler yağdırmayı ve hele başka ülkeleri yönetir gibi gözükmeyi pek sever ve hattâ bunu kendileri için bir hak olarak görürler.
Bunun gerçek sebebini ise, biz de biliyoruz, onlar da biliyorlar ki, AK Parti, tek başına seçimi tekrar kazanırsa, bu, Türkiye’nin güçlenmesini daha da arttıracak, uluslararası baskılara karşı dik duruşlu ‘Erdoğan siyaseti ve diplomasisi’ daha bir güçlenecektir..
Halbuki, onlar karşılarında süklüm-püklüm duran ve deprem yardımı için gönderilen paraları bile memur maaşlarını ödemekte kullanan, NATO ve diğer güç odaklarına ‘Yes man! / Başüstüne efendim!.’ diye baş eğen, boyun büken bir Türkiye istiyorlar.
*
Şurasını unutmamak lâzımdır ki, AK Parti ve Tayyîb Erdoğan bu ülkenin yönetimini üstlenmiş olan lokomotofi, üstelik de halkımızın temel değerlerine düşmanlığı esas alan kemalist-laik diktatörial kadrolar tarafından döşenmiş yabanî raylar üzerinde ve onların hazırladığı ve anayasa dedikleri bir yol haritasına göre hareket ettirmektedirler. Buna rağmen, bu sistemin içinde kalarak, bazı kural ve hükümleri halkın kendilerine verdiği destekle farklı yorumlara kavuşturarak, halkımızın biraz olsun, rahat nefes almasına hizmet etmektedir.
Bu da onları daha güçlü kılıyor ve dünyalarını inandıkları değerlere göre inşa etmek ideallerini daha güçlendiriyor. Bu da elbette ki emperyalist güç odaklarının işine gelmiyor..
Alınız size, emperyalist yayın organlarında son haftalardaki birkaç yazının ana fikirleri:
*
Önce, emperyalist dünyanın en etkili gazetelerinden sayılan NYT (New York Times) gazetesinin 23 Mayıs günlü sayısında, "Türkiye Üzerindeki Kara Bulutlar" isimli bir başyazı kaleme aldığını hatırlayalım.
Bu başyazıda, ‘Zaman gazetesinin Genel Yayın Md. E. Dumanlı’nın geçen Aralık ayında üç gün gözaltında tutulmasını delil göstererek, Erdoğan’ın medyaya baskı yaptığından dem vuruluyor, ‘B. Amerika ve NATO müttefikleri’nden, Erdoğan'ın "bu yıkıcı yoldan" vazgeçirilmesi çağrısı yapılıyordu.
Evet, yanlış anlamıyoruz, NATO müdahalesi!! İfade aynen şöyle:
’Türkiye geçmişte de çetin siyasi kampanyalar görmüştü. Ama bu seferki özellikle tehlikeli ve atmosfer alışılmadık biçimde karanlık ve korku verici.. Sayın Erdoğan doğruyu söyleyenlere karşı giderek hasmane bir tavır takınıyor gibi. USA ve Türkiye'nin diğer NATO müttefikleri, onu bu yıkıcı yoldan geri döndürmeye çalışmalı.’
NYT’den bir hafta sonra, ingiliz emperyalizminin güçlü gözcülerinden Guardian, 1 Haziran tarihli başyazısında, ‘Erdoğan'ın daha fazla güç kazanmaması gerektiği’ni yazabildi..
’İstikrarlı bir Türkiye, Avrupa ve Orta Doğu için hayatî. Cumhurbaşkanı'nın daha fazla güç kazanması faydalı olmayacak!" başlığıyla çıkan yazıda, Türkiye, "Otoriterleşmeye doğru son zamanlardaki kayışına, lideri Erdoğan'ın giderek artan öfkesine ve hükümetinin bir zamanlar sahib olduğu dış siyasetteki belirgin etkisini kaybetmesine rağmen; bir buhranlar denizi olan bugünün Ortadoğu'sunda halen bir kaya..’ olarak tanımlanıyor ve ’Öyleyse, o, (Erdoğan), daha çok güce sahib olması gereken biri mi, yoksa daha az güce sahib olması gereken biri mi? Cevab net bir şekilde, daha az güç!..’
İngiliz gazetesi, bu konuda umutsuz değildi.. Çünkü, ’Erdoğan'ın ülkenin daha yoksul, bir şekilde daha az Batılılaşmış ve daha dindar kesimleri arasında güç kazandığını; ancak daha genç, çevre, cinsî tolerans, etnik ve dinî çoğulculuk ve aktivizm konusunda endişeleri olan daha modern kesimlerini kazanamadığını’ söylüyordu. Guardian, ayrıca, muhalefetten umudunu kesmiş olmalı ki, ’Onun (Erdoğan'ın) kötü içgüdülerini ve öfke nöbetlerini kontrol altına alabilecek, kendi partisi içinden çıkacak daha ılımlı bir kanadın büyümesi hoş karşılanacaktır.’ (3 Haziran günü de, yine Guardian, alınan seçim sonuçlarından rahatsız olacak olan Erdoğan’ın geniş sarayında asık suratlı kalacağını’ hayal ediyordu.)
Bu yazılanlara Fransa, ve (Erdoğan eleştirisi olmaksızın bir günü bile geçmeyen )Almanya ve emsali ülkelerin medyasında yer alan ve herbirisinin temelinde Erdoğan’ı zayıflatmak ve hattâ mümkün olsa düşürmek hedefi bulunan yayınları da ekliyebilirsiniz.
Evet, bu satırlar bile, henüz nerede duracağını bilmeyen T.C. vatandaşlarına ne yapmaları gerektiğini hatırlatıyordu. Kemalist -laik rejim tarafından 80 yıldır ezilen bu halk, son 10-12 senedir biraz rahat nefes almaya başladıysa, bu kazanımların elden çıkmasına râzı olmak ya da olmamak.. Mes’ele, bu..
İki gün sonra yapılacak olan seçimler, bu açıdan hayatî derecede önemli..
Herkes sorumluluğunun idrakinde olarak hareket ederse, ortaya çıkan netice kabul edilmelidir. Kur’an-ı Kerîm bize Ra’d Sûresi -11. âyette, değişimin ezelî ve ebedî kuralını bildirir, (meâlen): ‘Bir halk kendi halini değiştirmezse, Allah onların halini değiştirmez..’ Ve hadis rivayeti de bu hükmün yorumu mahiyetindedir: ‘Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz..’
*
Kılıçdaroğlu’ndan "BEN SARAY DEMEDİM.." kıvırması..
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde, lavabo-tuvalet taşlarının altın kaplamalı yaptırdığını iddia etmesi üzerine, Erdoğan, ‘Bunları isbat et, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni baştan sona gezip görmeni sağlamak için hemen gereken talimatı veriyorum; dediğiniz gibi tek örnek bile bulursanız, ben cumhurbaşkanlığından ayrılırım..’ demişti.. TRT’de yapılan bu açık beyan karşısında, Kılıçdaroğlu, ’Ben Saray demedim. 'Ankara'daki beyler, altın kaplı klozetler yapılıyorsa bu ülkede, birilerinin düşünmesi lâzım' dedim; demeye başladı.. Halbuki, Kılıçdaroğlu, bir miting meydanında söylediği, ’Sen saraya para harcadın. Sen tuvalete giderken bile altın klozetli tuvalet kullanıyorsun. Bu kadar israf.. İnancımıza göre israf haramdır. İsraf olmaması lâzım. Yazık günahtır. Bu kadar yoksul varken israf mı olur? Altın kaplamalı klozet yaptıracağına, kendine bin 100 odalı saray yaptıracağına hiç aklına gelmiyor mu 17 milyon yoksul var bu ülkede hiç aklına gelmiyor mu?’ diye konuştuğunu unutmuş gözüküyordu.
Onun verdiği tarifler Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni anlatmıyor muydu?.
Bu kadar sığ iddialarla siyaset yapan ve ’kim tek bir oy fazla kim getirirse, onu aday gösteririm..’ diyerek, sadece iktidara gelmek ateşiyle tutuşup yanan ve kemalist-laik kadroların 100 yıla yaklaşan tahakkümlerinin biraz zayıflar gibi olmasından bile ürperen ve böylesine basit iddialarla halkı kurtarabileceklerinin vaadini verenlerin ülkenin yarınlarına neler sunabileceğini halkımızın nasıl takdir edeceği, Pazar akşamı saat 21.00’de görülecektir.