Somut verilere dayanmayan değerlendirmelerde bulunanların önemli bir bölümü "İslamcılık bitti" derken, aslında "bitmeli" diyenlerdir. Buna olayların tahrifi yoluyla bilginin suistimali adını veriyorum.
Sosyal bilimciler bunu çokça yaparlar. Sözde nesnel olarak "olanı tasvir ediyoruz" derken, gerçekte "olması gereken"e atıfta bulunuyorlar, ama bunu yaptıklarını kabul etmezler, çünkü açığa çıkması durumunda söz konusu yöntem onların akademik ve bilimsel kariyerlerine halel getirir. Modern devlet ve bir şekilde iktidarla ilişkili olan bütün bilgi üretim süreçlerinde bu yöntemin tahrifatı ve suistimali söz konusudur, zira üniversiteler ve akademik çalışmalar olmasa modern iktidar mümkün olamaz.
Yakından bakalım: İslamcılığın bitmesini isteyenler, bugün meydanı liberal kapitalizme ve eğer dirilebilirse sosyalizme bırakmak istiyorlar. Ulus devlete ve kolektivizme meydan okuyan liberalizm ile vahşi piyasaya meydan okuyan sosyalizm, her ikisi de 'sistem-içi kavga'nın taraflarıdır. Sisteme kendi içinden tehdit gelmez. Tehdit bir başka paradigmadan eleştiri getiren muhaliflerden gelir.
İslamcılığı nefret diliyle eleştirenlerin bir bölümü tabii ki her türlü versiyonuyla milliyetçi ideologlar ve siyasetçilerdir. Milliyetçiler, hem koca imparatorluğun parçalanmasında öncü rol oynadılar hem bugün Müslümanların ümmet olarak birleşmesine engel olmaya çalışıyorlar. "Nice Müslüman ve dindar" var ki, açık reddine rağmen özünde milliyetçidir, en azından "Türkiye'nin liderliğinde İslam Birliği" fikrine sahiptir.
İslam âlemini sıkı markaj politikalarla kıskıvrak yakalamış bulunan küresel güçler (AB ve Avrupa), ehlileştiremedikleri takdirde İslamcı akımları ötekileştirirler, 'terörist' ilan ederler, bu doğaldır, zira ancak seçeneksiz kalması durumunda Müslüman toplumlara boyun eğdirilebilir. Bunun tercümesi İslam'ın Batı'yla uyumlu hükümetlere, küresel ekonomiye entegre olmuş ulusal pazara, ahlaki hayatı paramparça eden bireysel özgürlüklere, dinin kişisel tercihe indirgenip diyanetle sınırlandırılmasına, şirretliğin saldırı ideolojisi olan feminizme, İsrail'in zulümlerine meşruiyet ve hoşgörü sağlamasıdır. 2001 yılında Mustafa Karaalioğlu'nun teşvikiyle Yeni Şafak'ta başlattığımız ve yine bugünkü gibi dal budak salan İslamcılık tartışması sürerken, Cengiz Çandar, Amerika'nın başını çektiği yeni dünya düzenine uyum sağlamayacak olurlarsa, İslamcıların 21. yüzyılın 'Kızılderilileri' olmaları ve 'soyları'nın tükenme ihtimali olduğunu" yazıyordu (14 Ekim 2001, Y. Şafak). (NOT: Mustafa Karaalioğlu, unutmuş olabilir, benimle ve Yalçın Akdoğan'la tam sahife yaptığı "İslamcılık" röportajı ve arkasından kaleme aldığı "Üçüncü nesil İslamcılar" başlıklı yazısını (Y. Şafak, 6 Haziran 2001) bugün sipariş yazılar yazdırdığı Mehmet Ocaktan'a okutsun.)
"İslamcılık bitti" diyenlerin bir başka bölümü bundan bir süre önce iktidar umudunu gördüğünde İslamcılıktan çarçabuk istifa edenlerdir, bunlar zamanı kollayanlar olarak her dönemde kazanan ata oynarlar. Bu istifanın gerekçesi, reel politik veya toplumsal kapasiteyi zorlayan ideal politik İslamcılık değil, insanların servet ve statü (cah-u mal) ile sınanmalarıdır. (Bkz. 18/Kehf, 32-34; 41/Fussilet, 50; 37/Saffat, 51-61. ayetlerde anlatılan dramatik sahneler.) Zamanında dini ve İslamcılığı istismar etmiş olanlar, şimdi bu defterin bir daha açılmasından rahatsızlık duymaktadırlar. "Mesele kapanmıştı, bu konu nereden çıktı?" diye söyleniyorlar.
Batı'da, özellikle Amerika'da yaşayan Müslümanların başka ve anlaşılabilir endişeleri var: Bizim "İslamcılar" dediğimiz şey "İslamist"lerdir ki, Hegelyen imaj üretimi yapan Batı medyasının çizdiği resme göre İslamcılar terörist, fanatik, fundemantalist, Batı ve uygarlık düşmanı nefret objeleridir.
Cemaat, tarikat, grup, örgüt saikiyle başından beri kendilerini İslamcı çizgiden ayırmış kimseler vardır, onlar temel tez olarak zaten İslamcılığın iyi bir şey olmadığını savunmaktadırlar. İslamcılıktan hiç hazzetmeyen ulusal ve uluslararası birtakım güç odakları var ki, bunlar sahte din ve suya sabuna karışmayan diyanet ve dindarlığı bir lütuf olarak kabul etmemizi istemektedirler.
Mümtaz'er Türköne İslamcılığı "Büyük Doğu" mecmuasına benzetir. Tashihe muhtaç bir teşbihtir bu: Büyük Doğu kendi döneminde elbette değerliydi; ama İslamcılığın fikri ve bilgi birikimi değildi; İslamcılığın polemiği ve şiiriydi.
ZAMAN