Furkan Halit Yolcu / Anadolu Ajansı
Körfez orduları arasında ekonomik ve kapasite açısından en büyük ordu olmamasına rağmen en aktif ordunun Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ordusu olduğu Arap Baharı sonrası dönemde belirginleşen bir gerçekliktir. ABD savunma bakanlığı da yapmış Jim Mattis’in “küçük Sparta” olarak nitelediği BAE ordusunun Afganistan’a gönderdiği F-16 filosu, Eritre’deki askeri varlığı, Libya iç savaşına dâhil olması ve sonrasında Yemen’de kendisine açtığı manevra alanı bu gerçekliğin somut kanıtları olarak görülebilir. BAE ordusunun Orta Doğu’daki önemli krizlerde varlık gösteriyor olması da bu ordunun daha yakından tanınmasını ve optimum kapasitesinin bilinmesini zorunlu kılıyor.
Ordu envanteri incelendiğinde, 2020 itibariyle 63 bin kişilik bir ordunun, 50’si Kraliyet Muhafızları Ordusu’na tahsis edilmiş 433 adet kullanılabilir durumda tanka, bir adet firkateyne ve 100’e yakını aktif kullanıma uygun toplamda 147 adet muharebe uçağına sahip olduğu bilinmektedir. BAE ordusunun hava savunma ihtiyacını Patriot PAC-3 ve füze savunma kabiliyetini ise THAAD (Yüksek İrtifa Hava Savunma Sistemi) ile giderdiği görülüyor. BAE askeri envanterini anlamlandırmak adına bölgesel açıdan bir mukayese yapıldığında ise ülkenin Orta Doğu’nun en büyük on birinci ordusuna, dokuzuncu tank ve beşinci muharebe uçağı envanterine sahip olduğu anlaşılıyor. Ülkenin hava savunma kapasitesi açısından Suudi Arabistan, Türkiye, İran ve Suriye ile birlikte en modern silah sistemlerini barındırdığı söylemek gerekir. BAE ordusunun en zayıf yönünün deniz kuvvetleri olduğu ve bir Körfez ülkesi olmasına rağmen deniz kuvvetlerinin görece kırılgan olduğu görülüyor. BAE ordu envanterinin menşe analizinde ise zırhlı araç envanterinin Fransız çoğunluklu olduğu, hava muharebe kapasitesinin ABD ve Fransa’dan, bahriye unsurlarının ise İtalya ve Fransa’dan tedarik edildiği görülüyor. BAE’nin en ayırt edici özelliklerinden birisi olan yüksek hava ve füze savunma kabiliyeti de ABD tarafından sağlanmıştır. Çoğunluğu ABD ve Fransa tarafından sağlanan BAE askeri envanteri İsveç, İngiltere, Rusya, İtalya, İspanya, Türkiye, Almanya, Romanya gibi ülkelerden tedarik edilmiş silah sistemlerini içeriyor.
BAE ordusunun özellikle 2000’li yılların ortalarından itibaren ciddi bir kapasite artırım sürecine girdiği ve bunu günümüzde de devam ettirdiği not edilmeli. 2005-2019 yılları arasında BAE’nin en fazla silah tedarik ettiği üç ülke ABD, Fransa ve Rusya olmuştur. Fakat bu dönemde gerçekleşen savunma ithalatının yüzde 61’inin ABD menşeli olduğunun altı çizilmeli. Bu doğrultuda, BAE ordusunun önemli ölçüde ABD askeri çıkarları ve dış politikası ile aynı düzlemde hareket ettiği veri bazında söylenebilir. Ayrıca bu ülkenin son on yılda tedarik ettiği önemli askeri sistemler incelendiğinde, en fazla ithal edilen sistemlerin muharebe uçakları, hava savunma sistemleri ve bahriye unsurları olduğu görülüyor. 2005-2019 yılları arasında gerçekleşen silah sistemi tedariklerinin yüzde 43’nün muharebe uçaklarına ayrılmış olması da önemli verilerden biri. Bu anlamda BAE ordusunun kapasite artırımında hava muharebe ve hava savunma kabiliyetlerini öncelediği anlaşılıyor; bu ordu ve onun bölgesel işlevselliği de ancak bu iki kapasiteyi iyi analiz ederek kavranabilir.
BAE hava muharebe kabiliyetlerine daha yakından bir bakış, bu ordunun aslında optimum sınırlarını da kavramak adına önemli bir fırsat sunuyor. Örneğin, önemli bir ölçüde ABD düzleminde hareket eden BAE ordusunun, Suudi Arabistan’ın sahip olduğu F-15 ve İsrail’in sahip olduğu F-35’lerden mahrum bırakılması bu ülkeye biçilen rolün göstergelerinden biri. Nitekim BAE’ye, bölgede Arap ve Körfez askeri unsurlarına liderlik etmekten çok, çoğunluğu hava unsurları ile gerçekleşen operasyonlarda tali bir rol verildiği söylenebilir. Bu anlamda BAE ordusunun Afganistan, Libya ve Yemen’de gerçekleştirilen operasyonlardaki ilk dönem faaliyetleri bu doğrultudaydı. Ancak Libya ve Yemen vakaları BAE’nin kendisine biçilen bu rolü doğrudan kabul edip bir “destek hava savunma kuvveti” olmayı kabul etmediğinin göstergesi olabilir.
Peki, BAE ordusu kendisine biçilen bu destek hava savunma kuvveti rolünden sıyrılabilecek bir kapasiteye sahip mi? Bu anlamda BAE ordusunun hava muharebe kabiliyetlerinin bölge ülkeleri ile mukayeseli bir analizi bu soruya net bir cevap üretebilir. BAE hava kuvvetleri, 1998 yılında ABD’nin uzun menzilli hava-kara bombardıman kapasitesine sahip F-16 savaş uçaklarını satmayı reddetmesi üzerine alınan 62 adet Mirage 2000’le ilk üç filosunu oluşturmuştur. Bunun üzerine 2000 yılında ABD BAE’ye F-16 satışına izin vermiş ve 80 adet F-16 E/F Block 60 savaş uçağının tedarik edilmesine izin vermiştir. Bu uçakların teslimatları 2008 yılında sona ermiş ve bu tarihten günümüze kadar BAE hava kuvvetleri yeni bir tedarik sözleşmesi gerçekleştirmemiştir. F-16’nın dünyadaki en modern versiyonlarının ABD’de değil de BAE hava kuvvetlerinde olduğunu söylerseniz pek çok kimse size inanmayabilir. Fakat BAE’nin 3 milyar dolar tutarındaki modernizasyon paketi içinde F-16’ların ilk versiyonlarındaki radar ve aviyonikler çok daha modern olanlarla değiştirilmiştir. Bu anlamda F-16 E/F Block 60 versiyonu, daha az sürtünme ile daha fazla yakıt taşıyabilen, önceki versiyonlarına göre (C-D) 1650 km daha geniş operasyon yarıçapına sahip, ABD dışında ilk defa kullanılan APG-80 AESA radarı (öncekilerden daha güçlü, daha uzun menzile sahip ve daha az yan kanal sızıntısı olan), karşı muharibin radarı açıkken görünürlüğü azaltan çevik ışın teknolojisi gibi birçok ayırt edici özelliklere sahip, ayrıcalıklı bir yapıdadır. Mirage-2000/9’lar ise F-16’lara nazaran daha az donanımlı, F-16 E/F Block 60’lara göre epey geri planda kalan elektronik ve aviyonik özelliklere sahiptir. Yetmiş birinci ve 76. filolar Mirage 2000, Şahin 1-2-3 filoları ise F16 E/F savaş uçaklarını yönetmekte ve BAE hava kuvvetlerinin bel kemiğini oluşturmaktadır.
Teknik anlamda, bölgeden ziyade ABD’nin sahip olduğu F-16’lardan bile daha üstün özellik ve donanımlara sahip 80 adet F-16 E/F Block 60, BAE hava kuvvetlerini nasıl bir noktaya taşımaktadır? Daha önce de bahsedildiği gibi BAE, kendisinin baş aktör olmadığı savaş ve operasyonlarda bölgede sahip olunabilecek en iyi müttefik hava güçlerinden birine sahiptir. Nitekim BAE’nin Libya, Yemen ve son olarak da Girit’e bu uçakların bir kısmını konuşlandırması tam olarak bu destek hava savunma kuvveti rolünün bazı tezahürleridir. Ancak BAE’nin bu hava savunma filosuyla herhangi bir ikili savaşta rakibine ciddi anlamda bir üstünlük sağlaması veya savaşı domine etmesi pek de olası bir senaryo değildir. Körfez Savaşı’ndan bu yana Orta Doğu’da kurulan hava akını koalisyonlarında işlevsel olacak bir yapıda gelişen BAE hava kuvvetlerinin böyle bir kapasiteyi kazanması da en az 10 senelik yeni bir atılımı ve genişlemeyi gerektirecektir. BAE muharebe uçağı sayısı açısından bölgenin en büyük 5. envanterine sahip olmasına rağmen, hava kuvvetleri personeli bakımından bölgede 10. sırada yer almaktadır. BAE’nin üçte biri kadar muharebe uçağına sahip olan Ürdün gibi bir ülkenin bile hava kuvvetleri personeli sayısı BAE’nin üç katı civarındadır. Burada tabii ki nicelik, niteliğin önüne konulmamaktır; fakat bölgesel anlamda tekil askeri operasyonlar yapabilecek bir kapasiteye sahip olacak bir ülkenin, günümüz itibariyle en az 30 bin kişilik bir hava kuvvetleri personeline sahip olması doğal bir önkoşul niteliğindedir. Niteliksel açıdan bakıldığında ise bu farkı ortaya çıkarabilecek tek adım olarak BAE’ye F-35 savaş uçaklarının satışı konusu geçtiğimiz Ağustos ayında gündeme gelmiş ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu böyle bir şeye kesinlikle müsaade etmediklerini ifade etmiştir.
Orta Doğu’nun geçtiğimiz 50 sene boyunca silahlanma ve güvenlik bağlamında değişmeyen en net normu “İsrail’in askeri alandaki niteliksel üstünlüğü” idi. Bu anlamda ABD bölgeye yaptığı bütün ihracatta her zaman bu normun sınırları içinde hareket etmiştir. Buradan hareketle, herhangi bir Arap kuvvetinde kısa vadede F-35 savaş uçaklarının yer almayacağı öngörülebilir. Körfez bağlamında Suudi Arabistan ve Orta Doğu genelinde de İsrail’i koruma normları ile sınırlanan BAE ordusunun da bu bariyerleri aşıp kendi çizgisini oluşturabilecek bir kapasiteye kısa vadede ulaşamayacağı veri bazında rahatlıkla ifade edilebilecek bir gerçekliktir.
[Orta Doğu'da silahlanma ve güvenlik konularında çalışan Furkan Halit Yolcu Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde (ORMER) araştırmacı olarak görev yapmaktadır]