Ali Osman Aydın / Yeni Akit
“Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülke”
Necip Fazıl ödüllerini normalde takip etmem. Fakat 29 Mayıs Üniversitesinden Ayhan Çitil’in fikir-düşünce ödülü aldığını duyunca törene dikkat kesildim! Tanıyanlar bilir, Ayhan Bey, yeni kuşaktan son derece önemli bir düşünce insanı. Kendisinin bazı çalışmalarını takip etmeye çalışıyorum. Aristoteles’in Metafizik kitabı için, her biri bir buçuk saat uzunluğunda, altmıştan fazla video dersi Youtube’da izlenebilir. Bundan daha önce burada bahsettiğimi hatırlıyorum.
Düşünce adamlarının taltif edilmesi ayakta alkışlanacak bir hareket. Düşünce adamlarınızı çeşitli vesilelerle kamuoyu önünde çıkaracaksınız, onların saygınlıklarının altını çizeceksiniz ki düşüncenin önemsenmesi gereken bir şey olduğu belleklerde yer etmeye başlasın. Düşünceye ve düşünce adamına ehemmiyet verecek, saygı göstereceksiniz ki, düşünce damarı kurumasın.
Rahmetli Cemil Meriç’in o sözünü hiç unutmam: “Düşüncenin kuduz bir köpek gibi kovalandığı bu ülke” demişti bir kitabında. Ne kadar acı... Yaşadığımız korkunç sancıların hepsini açıklayan bir ifade bence. Neden bu rezaletin içinde yuvarlanıyoruz? İşte bu yüzden!
Bu sözün söylendiği zamandan bu yana düşünceye yapılan muamele değişti mi, tartışılır elbette. Fakat düşünce insanının Cumhurbaşkanı tarafından ödüllendirilmesi -yeterli değildir ama- önemlidir.
Ayhan Çitil ödül töreninde çok kısa ama çok vurucu ve çok kritik noktalara dokunan bir konuşma yapmış. Diyor ki: “İslam Dünyası bugünkü krizle ilk defa karşılaşmıyor. Daha önce de çok kez böyle krizlerle karşılaşmıştır. Benim iddiam şu: Her zaman birinci sınıf düşünce üreterek bu krizleri aşmıştır.”
Birinci sınıf düşünce üretmek!
Birinci sınıf düşünce nasıl üretilir? Bunu hangi kafalar üretir? Hangi koşullarda olabilir bu? Bu sorular üzerine düşünmek ve hazır cevaplardan kaçınmak gerekir. Birinci sınıf düşünce üretmek koşuluyla geçmişteki krizleri aştığımız doğruysa- ki bunda şüphe yok- o zaman hangi yönde ilerleyeceğimiz çok açık değil mi? Daha öncelikli bir gündemimiz olmadığı net değil mi?
200 yıllık sancılı modernleşme tarihimiz birinci sınıf düşünce üretemeyişimizin kanıtıdır. Modernleşme ve Batılılaşma hareketlerimiz maalesef filozofu olmayan hareketlerdir. “Filozofları” gazetecilerdir! Bu yüzden modernleşmemiz sembollerde yani yüzeyde kalmıştır. Derinleşememiş, içselleştirilememiş, bize özgü hale getirilememiştir.
Rahmetli Durmuş Hocaoğlu bu konular üzerinde çokça düşünmüş bir aydınımızdı. Şöyle diyordu Laisizm’den Milli Sekülerizm’e adlı kitabında:
“Bizim burada ana hatlarıyla bahis mevzuu edeceğimiz konu, ‘İslâm Modernizmi’ olacaktır. Asıl tezimiz şudur: Şu andaki ana hedef, Batı'nın kurmuş olduğu dünyayı yakalamaktır; bundan sonra gelmesi gereken ise, kendimiz tarafından kurulacak olan evrensel bir dünya sistemi olmalıdır. İslâm'ı referans olarak alacak ve evrensel olacak olan bu sistem, tarihte bir örneği, benzeri, modeli olmayan, hiçbir şeyin tekrarı ve daha ileri götürülmüşü olmayan, tamamiyle ibda ile vücuda getirilmiş, aynı zamanda hiçbir surette bir alternatifi de bulunmayan ve yine aynı zamanda evrensel bir zorunluluk sahibi olan yepyeni bir medeniyet, yepyeni bir dünya düzeni anlamındadır. Bu, bizim terminolojimize göre, bir ‘modernite’dir, bu yeni modernite, İslam üzerine temellendirilmelidir. İşte, bizim, İslam Modernizmi ibaresi ile tanımlamış olduğumuz kavram, kısaca budur.”
Hocaoğlu burada, hiçbir örneği olmayan, insanlığa yepyeni şeyler söyleyecek ve insanlığın reddedemeyeceği kadar da makul bir sistem vücuda getirilmesinden bahsediyordu.
Batı dünyası, yüzyıllarca içinde çırpındığı krizi, kültürü ile yaşadığı büyük bir hesaplaşmanın ardından, kendi modernitesini üreterek aştı. Yeni bir düşünce sistemi, yeni bir yaşam biçimi üretti. Bunun artılarını, eksilerini konuşabiliriz ve konuşuyoruz da... Bu ayrı. Fakat tamamen kendine özgü bir sistem üretti. Biz bugün, ne kadar eleştirirsek eleştirelim, bu sistemin içinde yaşıyoruz. Evlerimiz, giyim kuşamımız, eğlence biçimimiz, hayata bakışımız bize özgü değil. Batıya özgü. Bir şey Batılılığa yaklaştıkça değer buluyor nezdimizde.
Bunun nedeni, Batı’nın ekonomik ve siyasal alanda başlayıp sonra bütün değerler alanına yayılan dünya görüşünün müthiş bir çekim kuvveti oluşturarak, bizimkisi gibi daha zayıf kültürleri derinden etkilemesidir. Biçimlendirmesi demek daha doğru olur. Karşınızdaki yapı karşı koyamayacağınız kuvvette bir kültür, bir hayat ve düşünüş şekli vücuda getirdiğinde buna karşı yüzeysel ideolojik tavırlarla direnmeniz mümkün değildir. Bunu yok farz ederek, daha fazla içinize kapanarak da devam edemezsiniz.
Bunu ancak Ayhan Çitil’in söylediği gibi birinci sınıf düşünce üreterek, bu düşünceleri eyleme, eylemi kültüre, yaşam biçimine dönüştürerek aşabilirsiniz. Hilmi Ziya Ülken’in ifadesini hatırlayalım: “O seviyeye erişmek için sanatta da, hukukta da, ahlakta da, felsefede de, ilimde de, yaratıcı olmak gerekir. Bu değerlerde yaratıcı olmayan bir milletin milletlerarası piyasadan sanat örneklerini, hukuk şekillerini, felsefe eserlerini almasından bir sonuç çıkamaz. Hele bunların son yemişleri olan tekniği ve teknik ürünlerini almasından hiçbir sonuç çıkamaz. Çünkü onları yapan, o üstün kültürün yaratıcılığını ve üreticiliğini sağlayan, dünya görüşü ve zihniyettir. Toptan bir dünya görüşü seviyesine varmadıkça, bu zihniyeti almadıkça, çağdaş kültüre girmek mümkün değildir.”
Ayhan Çitil’i, aldığı ödül ve kuşkusuz ondan daha değerli olan konuşması dolayısıyla tebrik ediyorum.
“Düşüncenin kuduz bir köpek gibi kovalanmadığı”, düşünce insanlarının hak ettiği değeri görerek ön plana çıktığı bir muhiti tesis etmek gerekiyor.