Birinci Cumhuriyet’in ruhbanları

AKP iktidarıyla birlikte iyice su yüzüne çıkan “ayrı kuvvetler”in çatışması, Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal ve arkadaşlarının HSYK tarafından azledilmesiyle önemli bir aşamayı daha geride bıraktı.

“Ayrı kuvvetler”den kasıt, şüphesiz demokratik düzenin sigortası olan Yasama-Yürütme-Yargı kuvvetlerinin ayrılığını ima etmiyor. Burada söz konusu olan, seçilmişler ve sivil-askerî vesayet bürokrasisi arasındaki iktidar kavgası...

Öznelerin adını halk ve vesayet yanlıları olarak da değiştirebilirsiniz, sakıncası yok...

***

Daha evvelki yazılarımda kullandığım bir klişe var: Bu süreci bir “yeniden kuruluş” olarak adlandırıyorum ben...

Bu bir kuruluş hali; o yüzden de kaotik. Ama bir o kadar da heyecan verici; tamam, vesayet bürokrasisinin içine düştüğü hazin çelişkilerle de bir o kadar hüzünlü...

Kullandığım bir diğer klişe ise, söz konusu kuruluş halinin, post-Bush dönemine uygun olarak aslında post-modern bir “savaş” durumunu yansıtması.

O nedenle vesayet güçleri, bu savaşta kendi elindeki imkânları kullanıyor; yani hukuku...

Adalet dağıtması, gerçeği araması gereken hukuk, vesayet güçlerinin elinde tıpkı Anayasa Mahkemesi’nin 367 ve Danıştay’ın katsayı kararı gibi, rakibinin –sivil-siyasi iradenin- böğrünü deşecek bir kargıya dönüşüyor, ne gam!

Oysa aklı başında hiç kimsenin karşı çıkamayacağı bir reforma ivedilikle ihtiyaç var yargı cephesinde. Bugün Her taraf sayfasında Anayasa hukukçusu Serap Yazıcı bakın nasıl tesbit ediyor bu durumu:

“Gerçekten HSYK, çağdaş dünyadaki emsalleri gibi demokratik hukuk devletinin güvencesi olarak değil, devlet seçkinlerinin, yargı sistemi üzerinde kurmayı arzu ettikleri bir vesayet organı olarak fonksiyon icra etmektedir.

“Türkiye’de bu tür bir siyasal düzenin kurulmasını engelleyen asıl faktör, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, devlet elitlerinin, seçilmiş organlara duydukları güvensizliktir.

“Cumhurbaşkanlarının asker kökenli kişiler arasından seçilmesi de bir rastlantı olmayıp, TSK’nın hükümet ve parlamentoyu sürekli olarak denetleme arzusunun eseridir.

“Cumhuriyet Başsavcısı’nın kapatma davası açılmasında tek yetkili olması, Türkiye’de demokrasinin önündeki önemli engellerden biridir.”

***

Bu tesbitlerin öznesini ise Ayşe Hür’ün Tarih Defteri sayfasında Şerif Mardin üzerinden yaptığı mükemmel makalesi deşifre ediyor. Mardin’e göre Osmanlı-Türk aydınının tek sorusu “Devlet nasıl kurtulur”du. Batılı aydın sınıf mücadelesi ile devlete karşı çıkarken, Osmanlı aydını, herhangi bir sınıfın ürünü olmayıp, halka karşı dahi devleti koruyordu.

Bunun, aydının içini kaynatması gereken daemon’a (iç fırtınaya) sahip olmamaları kadar, neredeyse hepsinin de devletten geçinmeli oluşu ciddi bir faktör.

***

Bugünün sivil ve askerî vesayet yanlısı azınlık, işte bu sınıfın kalıntılarıdır. AKP’nin iradesini halktan alması yanında, devletin en büyük işveren olma özelliğini kaybettirecek liberal politikalarına vesayet erbabının bu kadar karşı çıkması, emin olunuz sosyal adalet veya Tekel işçilerinin haklarını önemsediklerinden değil.

En büyük işveren devlet küçüldükçe, faizler düştükçe, çember daralıyor, vesayet ve onun payandası darbelerin finansmanı tükeniyor.

Eh, bir de yüzlerce milyar dolarlık bir pazarı ima eden Türk-Kürt savaşı, Kıbrıs ve Ermeni sorunlarını çözdüğünüzde, geriye ne kalıyor?

Son ve harakiri benzeri çılgın hamleler...

***

Şimdi sırada Şanal’ın giderayak Ergenekon Savcılarına gönderdiği Cihaner dosyası krizi var. Şanal’ın “Özel”liğini hukuksuzca kaldıran HSYK, emin olun şimdi de Ergenekon Savcılarının “Özel”liğine göz dikebilir, davaya Yargıtay el koyabilir.

Hem de bir taşla iki kuş vurur. Hem Cihaner dosyasını alır, hem de Güz kararnamesinde yapamadığını, bu vesileyle yapmış olur; ilgili Ergenekon Savcılarını tasfiye eder.

***

Serap Yazıcı’nın da son sözleri o yüzden de hükümete.

“Bu vahim tablonun, kısmi anayasa değişiklikleriyle ortadan kalkması mümkün görünmemektedir.”

Savaş sürüyor...

TARAF