Hamza Türkmen, “Bir İfsad Hareketi Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” konulu konuşmasına Batılı paradigmanın ümmetten bir ulus yaratma düşüncesini yaydığını ve bunun neticesinde de pozitivist ve seküler bir hayatın oluştuğunu dile getirerek başladı.
Türkmen pozitivist felsefenin maddi kültürü etkilediği kadar toplumun değerlerini de bir o kadar etkilediğini haliyle toplumda zihni bir deforme yaşandığını belirtti. Türkmen, konuşmasına şöyle devam etti:
“Son birkaç yüzyılda Müslüman toplumun ‘sabit değerleri’ seküler anlayışla bozulmak istenmekte. 21. yy’da toplum bireycileştirmeye hatta fiziki ve biyolojik kimliklerini sorgulatmaya yönlendiriliyordu. Batı modernitesine göre çağdaş yaşam tarzını üstlenmek ilerlemecilikti; ilerleme anlayışından uzak kalan her birey gerici veya yobaz olarak tanımlanırdı. Batı için ahlaki değerlerin evrensel olduğunun kabulü, hakim paradigmanın ilerlemeci mantığı ile kurulan ve sürekli değişen yaşam biçimine inanmak demektir. Bir önceki neslin yaşam şartları ve ahlaki boyutunu büyük aileye göre, bugünkü şartları ve ahlaki boyutu ise çekirdek aileye göre, bugün ve sonrası içinse çok cinslilik (LGBT) ve tek cinslilik yapısına göre algılamak ilerlemeci tarih ve ahlak anlayışları ile ilişkilidir.
Bugünkü resmi muhtelif kurumlar kadın ile, aile mefhumu ile, çocuk ile, cinsel yönelimde bulunanlar ile ilgili tepkisini ve uygulamalarını Batılı kuruluşların protokol ve sözleşmelerine göre düzenlemeye başlamışlardır. Buna set çekilmediği için de çocuklarımız ve ailelerimiz menfi manada ciddi bir değişim yaşamaktadır. Yaşanan bu değişim kapitalizmin ihtiyaçlarına göre belirlenmektedir.
ABD’li iş adamı olan Rockfeller Dünya İmparatorluğu ve Yeni Dünya Düzeni söylemlerinin sahibi olarak dünya nüfusunu üç yüz-dört yüz milyona sabitleme fikrini dile getirmiştir. Ayrıca 1857’de Amerika’da fabrikada çalışan kadınların erkeklerle eşit şartlarda çalışma hakkı talep etmesi üzerine gelişen grevde 129 kadın ölmüştür. Bunun neticesinde Alman Sosyalist Demokratların talebiyle Emekçi Kadınlar günü ilan edilmiştir. Bu serencamın devamında kadın erkek eşitliğini dile getiren Alfred Kinsey Cinsellik Araştırma Enstitüsü kurup Rockfeller Vakfı ve ABD Barolar Birliği tarafından finanse edilerek desteklenmiştir. Kadına şiddet ve hukuksuzluğa karşı çıkan Kinsey’in nihai amacının cinsel yönelimlerin önündeki engelleri kaldırmak olmuştur. 1955’ten sonra ABD ceza sisteminde suç olarak kabul edilen zina, evlilik öncesi ilişki kürtaj, çocuk erotizmi, karıkocanın birbirini aldatması ve eşcinsellik suç olmaktan çıkarılmıştır.
BM (Birleşmiş Milletler) 1970’li yıllardan itibaren feministlerin sorunlarını ele alan birkaç konferans düzenlemiştir. Bunun neticesinde ‘Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ CEDAW kabul edilmiştir. Türkiye de 1986’da bu sözleşmeyi kabul etmiştir. 2011’de görüşülen İstanbul Sözleşmesi kadına şiddetin ve kadın istismarının önlenmesi beklentisi içinde 2014 yılında kabul edilmiştir. Sözleşmeye göre kız ve erkek çocukları biyolojik cinsiyetlerini hatırlatan yüksek sesli uyarılar çocuğa şiddet kapsamına sokulmaya çalışılmış. Kadın hakkı, kız çocuğu hakkı ile ilgili kitaplar yayımlanmış ve bu çalışmalardan olan kitapları da YKY basmıştır. Sözleşmede yer alan maddelerin bazıları şunlardır: Anne hakkı, çok mutsuz olduğunda eşini değiştirme hakkı vardır. Baba hakkı, bebeklerle oynama ve erkek çocuklarıyla evcilik oynama hakkı vardır. Kız çocuk hakkı, istedikleri kişiyi sevme hakkı vardır, erkek ya da kız fark etmez. Erkek çocuk hakkı, oyuncak bebekle oynama, evcilik oynama, yani cinsiyetini belirten bir oyun oynamama hakkına da sahiptir. İstediği kişiyi sevme hakkı vardır. Kız ya da erkek fark etmez. İstanbul Sözleşmesinde çocuğun yetişmesinde gelenek ve göreneğin ‘kökünü kazımak’ ifadesi geçmekte olup, ayrıca karı-kocadan oluşan aile dışında bir partnerin olmasını da meşrulaştırmıştır.
Adem (as)’dan bugüne kadar kadın ve erkek hep aynı fıtrat üzere yaşamışlardır. Ancak kulluğunu unutanlar sınırsız haz düşüncesiyle vahyi ölçüleri de aşarak LGBT türünden sapmalar yaşamışlardır.”
Hamza Türkmen son olarak, mezkûr ifsada yönelik çözüm noktasında şu ifadeleri kullanarak sözünü nihayete erdirdi: “Fedakarlık ve öncülük yapması gereken İslami çevre, grup ve kuruluşlar, kanaat önderleri mahallemizi saran ifsada karşı tutarlı tavırlar geliştirip, tepkiye öncülük yapmadıkça, kitlelerin hamasi ve kaderci beklentilerine mahkum olmak kaçınılmaz olur. Geleceğimiz ve çocuklarımızın muhtemel kimlikleriyle ilgili gelişmeleri basiretle takip etmeli ve ifsad konusunda rol üstlenen cinsel aykırı ekoller kadar, tezlerimize ahlaki temelde sahip çıkmalıyız. Çözülme sürecindeki aile yapılarımızı tekrar büyük aile sıcaklığına ve işlevine kavuşturulabilecek yollar aramalıyız.”
Program soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.