Birey temellük eder

Ali Bulaç

Bireyin eşya ile ilişkisi temellük ilişkisidir. Birey eşya dünyası üzerinde hâkimiyet kurmak ister. Bilimsel bilgi, politik kurumlar ve teknolojinin yöneldiği yegane amaç budur.

Bireyin Tanrı'yı hayatından çıkarmak veya izafileştirip bir kenarda tutmak istemesinin sebebi, Tanrı'nın müdahalesine karşı özerkleştirdiği tabiat üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma arzusudur. Tanrı'nın kural veya normları onu sınırlandırır. İlahi hükümler hudutlar çizer, insan dilediği gibi hayat ve tabiat üzerinde tasarrufta bulunamaz. Dostoyevski'nin dediği gibi: "Tanrı yoksa her şey mübahtır."

Birey, Tanrı'nın üzerinde hüküm sürmediği bir dünyada özgürlüğünü koruyabilir ancak. Bu insan, hudutların dışına çıkmış bir bireydir ve bu bireyin eşya ile ilişkisi temellük ilişkisidir. Birey bu mülkün bir Yaratıcısı, bir Sahibi yokmuş gibi hareket eder. O sadece tabiatı değil, bedenini de temellük eder, bedenini her türlü kayıttan ve kuraldan azade olarak kullanmak ister. "Bu benim hayatım, bu beden de bana aittir" der. Hayatı ve bedeni bu tarz temellükü, ona her şeyi kişisel tercih ve bireysel özgürlükler seviyesine indirme hakkını verir. Sorun sadece özgür iradeyle din tercihinde bulunmanın ötesinde, tercih edilen dinin kurallarından bir kısmını beğenip bir kısmını iptal etmeye kadar gider: Erkekliği beğenmiyorsan kadın olursun, kadınlıktan hoşlanmıyorsan erkekliği seçersin; bunlar senin cinsel tercihlerindir. Çünkü bedeni temellük etmişsin.

Modern insanın tabiatla ilişkisi de bir temellük ilişkisidir. O tabiat, üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma yetkisini kendinde gördüğü için, ahlaki niteliklerine bakmaksızın çeşitli yöntemler kullanarak –ki en acımasız olanı işkenceyi de içeren bilimsel yöntemdir- tabiatın bilgisini elde eder, sömürür, ahlaki ve manevi derinlikten yoksun basit bir nesneler yığınıymış gibi kullanır, böylelikle ona karşı sadece suç işlemekle yetinmez, hassas dengesini bozarak kendisinin de dahil olduğu canlı hayatı tehlikeye sokar.

Bireyin çabalarının yöneldiği nihai amaç, mutlak bilgiye, servete ve iktidara sahip olmaktır. "Tanrı'ya ve efendi"ye başkaldırdı, ama kendi arzularını ve projelerini mutlaklaştırdı. Bu yüzden yukarıdan, harici ve sınırlayıcı denetim istemez. Din, onu sınırlandırdığı oranda can sıkıcıdır. Dine, bireyin hayatında ancak özel, izafi ve marjinal kalmayı kabullendiği sürece müsaade edilir. Bilginin hikmet amaçlı olmaktan çıkıp güç amaçlı hale gelmesiyle, birey Karun'un zihni tutumunu benimsemiş olur. Bilgisi teyit edildiği oranda serveti kendisine ait olur; çünkü servet üzerindeki temellükünü kendi bilgisine refere eder. Bu, bireyin bilgisinin servet bağlamında iktidarla ilişkisini belirler. Din siyasete müdahil olursa, modern siyasetin mutlaklaştırdığı "başarı"nın ahlaki değeri sorgulanır. Geleneksel siyaset "iyi yönetim sanatı"ydı, büyük ölçüde şahıslara ve hanedanlara endeksliydi; modern siyaset "iktidar ilişkisi"ni düzenler. Dinin sorusu şudur: Neyin bedeli olarak başarı, hangi kriterlere göre iktidar?

Bireyin yöneldiği bir başka temellük alanı tarihtir. Modernite, tabiat gibi hayatı da Tanrı'nın müdahalesinden tecrit edip özerkleştirmek istedi ve ancak bu sayede var oldu. Burada kastettiğimiz Hıristiyanlığın "kutsal tarih"i değildir; tarihin salt beşeri bir çaba olarak Allah'a doğru gurbette süren bir yolculuk olmasıdır. Hareket lineer değil, ahlaki olarak aşağıdan yukarıya (kemal) doğru veya süfli düşüştür. Zaman, Allah'ın yed-i kudretinde değilse, her şeye biçilmiş bir "ecel" yoksa insana aittir ve insan dilediğini yapabilir.

Liberal felsefe, bireyin özgür çabaları sonucunda iktidarın kendi tabii kurallarını işler kılarak düzenleneceğini ve bundan herkesin kazançlı çıkacağını söyler; bu sadece bir iddia olarak ortada kaldı; olan bir kısım bireylerin devasa oligarşiler kurarak yerküresini derin eşitsizliklere sürükledikleri hakikatidir. Kapitalizmin ruhu olan sınırsız sermaye biriktirme tutkusu, tarihin, tabiatın, bedenin ve bize bağışlanmış olan hayatın bu temellükü olmaksızın gerçekleşemezdi.

ZAMAN