Birey

Ali Bulaç

Müslüman birey olabilir mi? Bu soruyu araştıracağız. Birey fikri, Aydınlanmayla ilgilidir ve aslında bir projedir. Aydınlanma, Hüday-ı nabit, yani birden toprakta biten bir düşünce değildir; dayandığı kadim referans çerçevesi vardır: Grek Felsefesi. Rönesans ve Aydınlanmayla Batılılar, Hıristiyan bakış açısını bir kenara bıraktıklarında, kendilerine yeni bir referans çerçevesi aradılar, bunu da Greklerde buldular.

Grekler, hikmeti kaybedince, insanı salt akla ve idrake indirgediler. Bu akıl, aşkın ilkeden koparılmış bir akıl ve idraktir, Nefha-i ruh'un sonucu değildir. Müslümanlar, insanı akli bir varlık olarak kabul ederler: İnsan akıl sahibidir. Ama akla indirgenmiş değildir, çünkü salt akıldan ibaret değildir. Bunun yanı sıra aklın aşkın/müteal bir kökeni söz konusudur. Mesela en yaygın tanıma göre, "Akıl, kalbin nurudur." Burada "Nur" kelimesi ile "ziya" kelimesi arasındaki ontolojik farka dikkat etmeli. İki kelime de ışık, aydınlık, aydınlatıcı nesneler veya aydınlanmayı ifade ediyorsa da, Arapçada her ikisinin kök manaları farklıdır. Güneşe ziya, aya nur denir. Çünkü ay ışığını güneşten alır; güneşin ışığı ise kendindendir. Allah güneşte bu potansiyeli halk etmiştir; Allah'ın dilemesiyle kendi kendine ışık vermektedir, bundan dolayı ziyadır. Buna kıyasla, akıl kalbin nuru ise, demek ki bağlandığı bir kök vardır, bu Nefha-i ruh'tur. Grekler onu bu aşkın kökeninden kopardılar; insanı, salt bir akıl ve idrake indirgediler. Birey aklı, ilahi öze dayanmayan, kendi kendinden olandır.

İslam bakış açısından birey, "müstağni", hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, istiğna içindeki insan demektir. Allah, insana: "müstağni" olmadığını hatırlatır, hakiki müstağni Allah'tır. Birey tam da bu iddiadadır. Öte yandan, bireyin tam karşıtı olan kavram "kulluk"tur. İnsan kul olmayı kabul ettiği andan itibaren birey olmaktan çıkar.

İnsan kendi başına var olamaz; onun eklemlenmeye ihtiyacı vardır; çünkü biliyoruz ki insan, bu şekilde yaratılmamıştır. Kendi başına özerk, kendi başına müstağni, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, herkes karşısında bağımsız, özgür ve özerk bir varlık yoktur. Bu soyut bir insan tasavvurudur. "İnsan" kelimesinin kökeninde ünsiyet kesp eden varlık anlamı yatmaktadır. "Dağ dağa muhtaç olmaz, insan insana muhtaç olur"; insan bir başkasına muhtaç ise, kendi başına bağımsız değildir. Kelamcılara ve filozoflara göre, insan tab'an medenidir; tabiatı gereği bir arada yaşamak zorundadır. Dolayısıyla yalnızlık Allah'a mahsustur; insan tek başına yalnız yaşayamaz. Yalnız başına yapabilen, kendine yetebilen kişi, bireyin temel niteliğidir. Kişinin birey olabilmesi için, hakikatte öyle değilse bile, bu evsafta bir iddiasının olması gerekir. Birey projesi bu iddiadan ibarettir. Dahası bireyin, ahlaki hayatı hakkında sadece kendisi karar verebilen bir varlık olması beklenir, dışarıdan herhangi bir yardıma, bir yol göstericiye (Nübuvvet) ihtiyacı yoktur. Aydınlanmanın bireyi şu sloganla tarih sahnesine çıkmıştır: "Ne Tanrı, ne efendi." Birey olabilmiş insanın, ne Tanrıya ihtiyacı vardır ne de efendiye, yani krala. İkisini de reddeder.

Batı'nın kolektif hafızasında "Tanrı" dendiğinde Kilise, "efendi" dendiğinde mutlakiyetçi idare akla gelir. Sonraları Tanrı'nın kendisi ve inayeti reddedilecek, Nietzsche tarafından öldüğü iddia edilecektir. Başlangıçta birey teokrasiye, kilisenin hâkimiyetine ve ruhban sınıfına karşı bir başkaldırı olarak ortaya çıkar; arkasından monarka veya krala karşı kendini kanıtlar. Ancak insan varlık olarak bir başka şeye eklemlenir. Kökten koparılmış, özerkleştirilmiş soyut akıl ve idrakten ibaret olamaz. Akıl, Nefha-i ruh'un ürünü olmaktan çıkarılmışsa, yani sahih kökünden koparılmışsa, insanın eklemleneceği şey nefsinin heva ve hevesi olur. Böylece akıl nefsin kontrolüne girmeye başlar. Devlet, bu zeminde ve yeni tanımlanmış bireyin temel hak ve özgürlüklerini koruyan bir aygıt olması hasebiyle bunu besler. Modern devlet aklın örgütlendiği aygıttır. Pekiyi bu akıl bireyin aklı mı, bürokratik gücün mü? Liberaller bu konuda suskundur.

ZAMAN