Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı yazısı (15 Ağustos 2018) şöyle:
Adalet Yerinde Duruyor mu?
Yemen’in kuzeyindeki Dahyan bölgesinde, ilkokul çağındaki çocukları taşıyan bir otobüse düzenlenen hava saldırısında en az 50 kişi hayatını kaybetti. Sadece otobüstekilerin değil, çevredeki yayaların da hedef olduğu bombardımanın ardından, 100’e yakın kişi hastanelerde tedavi altına alındı. Yetkililerin yaptığı açıklamaya göre, olaydan etkilenenlerin çoğunluğunu 10 yaşından küçük çocuklar oluşturdu.
Bombardımanın faili, Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyondu.
***
Suriye’nin İdlib, Halep ve Hama bölgelerinde arka arkaya düzenlenen hava saldırılarında, 11’i kadın ve çocuk olmak üzere, en az 66 kişi hayatını kaybetti. Saldırılar sırasında bir okulun ve sivillerin yaşadığı alanların da hedef seçildiği belirtilirken, bölgedeki tıbbî altyapının yetersiz oluşu nedeniyle, ölü sayısının artabileceği açıklandı. Bombardımanlar yüzünden oluşan enkaz altında ceset arama çalışmaları geceleri de sürdürülüyor.
Bombardımanların failleri, İran’ın sınırsız şekilde desteklediği Beşşar Esed rejimi ve Rusya’ydı.
***
Gazze’nin Deyr el Beleh bölgesine gece yarısından sonra düşen çok sayıda bombadan biri, 23 yaşındaki İnâs Ebû Hmeş adlı bir anneyle 18 aylık bebeği Beyân’ın hayatını kaybetmesine yol açtı. Saldırıya evinde bebeğiyle uyuduğu sırada yakalanan genç annenin, ayrıca hamile olduğu da kaydedildi. Deyr el Beleh’le birlikte 140 ayrı noktaya daha bombalı saldırıların düzenlendiği açıklandı.
Bombardımanın faili, ABD’nin sınırsız şekilde desteklediği İsrail’di.
***
Tamamen masumların ve sivillerin hedef alındığı yukarıdaki insanlık dışı saldırılar, geçtiğimiz hafta, 2-3 günlük bir zaman aralığı içinde, aynı coğrafyanın farklı köşelerinde meydana geldi. Hepsi de kendine göre farklı çizgilerde duran, farklı siyasetler üreten, farklı amaçlar gözeten, farklı ideolojiler (hatta dinî inançlar) çerçevesinde hareket eden tüm bu devletlerin ürettiği sonuç aynıydı: Katliam.
ABD, İsrail ve Rusya’ya bakarsanız, katliamların gerekçesi “terörle mücadele”. İran’a sorarsanız, “Kudüs’ü savunmak ve direniş hattını korumak”. Suudilere göre “meşru yönetimin tekrar tesisi”. Ortaya çıkan şey ise üst üste yığılmış çocuk ve kadın cesetleri, viraneye dönmüş İslâm şehirleri, kaybolan zamanlar, talan edilen ülkeler…
***
Savaşlar sadece insan kaynağımızı ve somut varlıklarımızı yok etmiyor. Savaşların belki de en büyük tahribatı, geride kalanların ve dışarıdan izleyenlerin duyguları ve zihin dünyaları üzerinde gerçekleşiyor. Kalp rikkatini, adaleti ve istikameti korumak, belki de en çok savaşlar sırasında zor.
Mesela, yukarıda sıraladığım (ve bunlara benzer) saldırılardan sonra, söz konusu ülkelerin destekçilerine ve sempatizanlarına bakın. Genelinin, desteklediği kampın azgınlığına gözlerini kapattığını, muhalif kampın suçlarını öne çıkarmakta ise yarıştığını göreceksiniz. Hem Yemen’i, hem Suriye’yi, hem Gazze’yi, hem Afganistan’ı, hem Doğu Türkistan’ı… saldırganların ve zalimlerin kimliğine hiç bakmadan, saf bir adalet duygusuyla gündemine alabilenler ve zulme karşı sesini yükseltebilenler, artık kelaynak kuşları gibi kaldı aramızda. “Yemen’de katliam var” diye bağıranların çoğu Suriye’ye kör. “Suriye yok oluyor” diye haykıranların çok azı, “Yemen de yok oluyor” deme gücüne ve tutarlılığına sahip. Örnekler çoğaltılabilir. Maalesef bu konuda örnek kıtlığı çekmiyoruz.
Coğrafyamızın dört bir yanında insanlar canlarını, hayatlarını ve istikballerini kaybederken, bizler de oturduğumuz yerde vicdanımızı, yüreklerimizi, adalet hassasiyetlerimizi kaybediyoruz. Hangi tarafın kaybı daha ağır ve telafi edilemez durumda, düşünmeye değer.
***
Devletlerin, hükümetlerin ve siyasi görüşlerin hepsinin üzerinde ve uzağında, günlük gelişmelerden ve kavgalardan tamamen azade, üzerinde titrememiz gereken bir prensip: Adalet. Sadece Hz. Ömer’le ilgili dokunaklı menkıbeler anlatırken, birilerine boyumuzdan büyük vaazlar verirken veya ayet-hadislerle muarızlarımıza laf sokuştururken değil; ilk önce kendi içimizde ve kalbimizde adil olabilmek. Varmamız gereken ilk hedef burası.
Suriye’de, Yemen’de, Irak’ta, Mısır’da, Filistin’de, Afganistan’da, Doğu Türkistan’da… Velhasıl coğrafyamızın neresinde bir acı varsa, ilk yoklayacağımız yer kalbimiz olmalı: “Adalet, yerinde duruyor mu? Yorumlarım, hakkı ayakta tutmak için mi, yoksa tuttuğum takıma amigoluk mu yapıyorum? Yanlışa, kim olursa olsun, karşı çıkabilecek dirayetim hâlâ var mı?”
Acıları önlemede zaten elimizden bir şey gelmiyor, bari masumların başına düşen o bombalar kalbimizi de paramparça etmesin. Başka zamanlarda ve zeminlerde, -her şeyden de önemlisi- bu dünya hayatının hesabını dakika dakika verirken, o kalp bize çok lâzım olacak çünkü.