Merve Şebnem Oruç’un konuyla ilgili Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde “Kim Bu Haşdi Şaabi?” başlığıyla yayınlanan yazısı şöyle:
Musul Operasyonu'nun başlamasıyla birlikte sıkça duyduğumuz bir ifade Haşdi Şaabi. Ama kökleri daha eskiye dayanıyor. 'Halk Hareketi' olarak Türkçeye çevrilebilecek olan Haşdi Şaabi en az 40 tane milis grubun altında toplandığı bir çatı organizasyon. Bu milis grupların bir kısmının geçmişi Saddam Hüseyin'in devrilmesinden de önceye giderken, önemli bir kısmı Irak'ın ABD tarafından işgali sürecinde kuruldu. Örneğin, Irak'ta bilinen milis güçlerin en tanıdık ve en güçlülerinden Mehdi Ordusu'nun Şii lider Mukteda el Sadr tarafından kuruluşunun 2003 yılına dayandığı söylenebilirken, bir diğer güçlü ve bilindik milis grubu Bedir Tugayları'nın kuruluşu 1982'ye, İran-Irak Savaşı'na kadar gidiyor. İran'ın eline düşen Iraklı Şii esirlerden ya da İran'a sığınan kaçaklardan oluşan, İran tarafından eğitilerek İran askerinin yanında savaşan bu grup, o günden bugüne doğrudan İran tarafından silahlandırılıyor ve emirlerini İran'dan alıyor. Bedir Tugayları'nın lideri Hadi el Amiri, Irak Parlamentosu'nun bir üyesi, hatta 2010-2014 yılları arasında Ulaştırma Bakanı olarak görev yaptı; bugün Haşdi Şaabi komuta kademesinde içinde başkomutan pozisyonda olduğu biliniyor. Ancak öte yandan İran'ın Kudüs Ordusu lideri Kasım Süleymani'ye 'ağabeyim, komutanım, liderim' diyor.
Amiri'nin lideri olduğu Bedir Tugaylarının, şu an liderliğini Ammar el Hakim'in yürüttüğü Irak İslam Devrim Konseyi adlı Şii partisiyle bağlantısı var. Ancak Irak'ta Amiri ile Hakim arasında bir güç kavgası olduğu, Ammar el Hakim'in 2003'te Necef'te öldürülen babası Ayetullah Muhammed Bekir el Hakim'in hem partinin hem de Bedir Tugayları'nın kurucusu olması nedeniyle esas lider olduğunu zikretmesi ve Amiri'nin Şiiler arasındaki popülaritesini öne çıkarması nedeniyle bir iç kavga içinde oldukları söyleniyor.
Şöyle söylemek mümkün: Irak'ta milis güçlerin hepsinin bir siyasi partiyle bağlantısı var. Her siyasi partinin de bir milis gücü var. Aslında sadece Şiilerin değil, Irak'taki tüm siyasi grupların durumu böyle. Ancak en güçlü olanlar, en çok silaha, en çok maddi desteğe ve en çok devlet bağlantısına sahip oldukları için Şiiler. Sünnilerin de kendi milis güçleri varken, sadece Daiş'le değil topyekun intikamcılıkla Sünnilere yönelen Bağdat yönetiminin öfkesi, bu güçleri zayıf kılmış. Kürtlerin zaten Peşmergesi var; fakat diğer milis güçlerin aksine, Peşmerge güçleri yasadışı değil. Irak Türkmenlerinin, “Herkesin silahlı gücü var bizim yok” demesinin nedeni bu, çünkü Irak'ta düzen bu. Irak özetle bir milis güçler devleti.
Haşdi Şaabi adıyla bildiğimiz organizasyon çatısı altında birleşen ve gitgide daha da organize hale gelen Şii milis gruplar, aslında geçmiş dönemde birbirleriyle çok da iyi anlaşmıyordu. Kendi kazançlarına, menfaat ve pozisyonlarına, kendi siyasi partilerinin ajandasına göre, birbirleriyle yer yer rekabet, yer yer kavga halindeydiler. Ha keza Irak Merkez yönetimi ile ilişkileri ve gördükleri destek de birbirlerinden farklıydı. Örneğin Mehdi Ordusu'nun lideri Sadr'ın, dönemin Başbakanı Nuri el Maliki'nin İslami Davet Partisi'ne muhalefet etmesi sonucu, Maliki'nin 2008'de Basra'da Mehdi Ordusu'na saldırı emri vermesi gibi vakalardan yakın Irak geçmişinde bolca var.
Onları bugün bir araya getirenin Sünnilere karşı savaş fikri olduğunu söylememek imkansız. 2014'te Daiş'in Musul'u ele geçirmesi ve Irak Ordusu'nun bozguna uğraması sonrası Ayetullah Ali Sistani'nin 'cihad' fetvası ile bir araya gelmeye başladıkları edilse de, bilinen şu ki, Haşdi Şaabi çatı organizasyonunu kurma fikri, Sistani'nin fetvasının öncesine dayanıyor. Bu olaydan aylar önce, Nisan 2014'te, Şii blokun toplantısında Şii milisleri tek çatı altında toplama kararının alındığı 'bilinen gerçeği', Maliki ve Amiri'nin bu yaz gerçekleştirdikleri bir toplantıda açıkça ortaya çıktı.
Öte yandan, İran'la dini ve siyasi ilişkiler bakımından da bugüne kadar farklı tavırları olan gruplardan bahsettiğimizi söylemek gerekiyor. Örneğin, Bedr'in kurucusu el Hakim ailesi ve Maliki'nin İslami Davet Partisi'nin liderleri Körfez Savaşı'nda İran'a kaçmış ve Amerikan İşgali'ne kadar orada kalmış olsa da, Sadr ve ailesi Saddam'ın hüküm sürdüğü ve devrildiği süre boyunca Irak'ta yaşamaya devam etti. Sadr ailesinin Irak'ı terk etmemesi Şiiler arasında büyük destek görme nedenleriydi. Mukteda el Sadr'ın, Saddam'ın devrilmesinden sonra, Amerikan askerlerini Irak'ı terk etmeye çağırması ve işgale karşı durması da ayrı bir popülarite nedeniydi, diğer Şii milis liderlerden farklı bir duruştu.
Ayrıca, Iraklı Şiilerin dini lideri Sistani'nin, bugün İran'daki rejimin temeli olan 'Velayet-i Fakih' kavramını eleştirdiği, dini bakımdan ve siyaset işlerinin yürütülmesi açısından farklı görüşlere sahip oldukları biliniyor. Fakat, yine de bugün tüm bu yapılar aynı çatı altında birleşmiş vaziyette ve Sünnilere karşı savaşıyor.
Daiş'ten farksız şekilde pek çok vahşete imza attıkları bilinen Şii milis güçlerin, geçmişteki insan hakları ihlalleri de bugünkünden pek de farklı değildi. Zaten Daiş'i Irak'ta Sünniler tarafından bayraklarla karşılanmaya götüren süreç de, Irak ordusu içinde ve dışında güçlenen bu milis güçlerin, mezhepçi ve intikamcı saldırı ve zulümleriydi. Devletle resmi ilişkilileri 2003'te Amerikalılar tarafından kurulan paramiliter Devlet Koruma Birimleri'ne dayanan bu grupların Bağdat'ta nüfuzu gitgide artınca 2006 yılında dönemin İçişleri Bakanı Maliki, ABD tarafından gördüğü baskılar sonucu, siyasi partilerden milis gruplarını dağıtmalarını istemişti. Ancak tabi bu cümle sadece sözde kaldı ve bakanlık bu yönde hiçbir adım atmadı. Aksine birkaç ay içinde, Maliki bu sözlerinin tam aksini dile getirerek Şii milis gruplara sahip çıkmayı sürdürdü. Bugün Bağdat televizyonlarını açıp izlediğinizde, Irak'ın Şii milis gruplarının Maliki tarafından nasıl savunulduğunu görebiliyorsunuz. Ve bir tarafında İran öte tarafında Bağdat, Irak'ın geleceğinin nasıl kanlı çeteler tarafından rehin alındığını anlayabiliyorsunuz.