Birbirimizi nasıl sevebiliriz!

Ali Bulaç

Ramazan boyunca Ermenistan maçı hariç, aktüel konuları yazmadım. Mübarek ayın ruhuna uygun olarak sekülarizasyon ve sevgi konusunu ele aldım. Bugün bu konunun son yazısını yayınlıyorum.

Gerçek şu ki birbirimizi sevmiyoruz. Ülkemizde ve dünyada bunca yoksul ve aç var, gelir eşitsizliği uçurumlarla ifade ediliyor. Tarihler, Ömer bin Abdülaziz zamanında, infak edecek kimseyi bulamayan zenginlerin Şam'dan Mısır'a yoksul aramaya çıktıklarını yazar. O insanlar hakikaten birbirlerini Allah için seviyormuş.

Sahih tasavvufa ihtiyacımız var. Divan ve tarihi tasavvuf edebiyatı Neoplatonculuğa fazlasıyla bulaşmış; bize telkin ettiği sevgi bu dünyadan ve gerçek/somut insanlardan, toplumsal olandan kopuk, pürmetafizik ve malihülyalıdır. Felsefeye bulaştıktan sonra tasavvufta şahıs sayısınca kavramsal modeller oluştu; ne İbn Arabi'ninki Suhreverdi'nin, ne Mevlânâ'nın Molla Sadra'nınkinin aynısı. Bu büyük zatlar elbette küçümsenemez, ama hiçbiri İslam'ın hakikatinin yegane anlatıcıları değildirler. Bugün de tasavvuf gerçek işlevini görmüyor. Geldiği nokta, "tasavvuf tasarruftur; tasarruf da tasavvuf"tur ki, bundan "kapitalizmin ruhu Protestanlık" veya Japon kalkınmasının motivasyonu "İslami Şhintoizm" çıkar. Tasavvuf züht ve takva geleneğini korusaydı; tarikat lideri şeyhler, bu geleneği -toplumsal olarak- günümüze taşıyabilseydi bu durumda olmazdık. Ama elbette bundan sadece tasavvuf değil, fıkıhçılar, kelamcılar ve bir ölçüde tefsirciler de sorumlu. Tasavvufu ve tarikatları da aşan bir durum söz konusu. Sevginin tanımını ve muhtevasını Kur'an ve sünnet ışığında yeniden araştırıp bulmak lazım.

Allah'ın bir ismi de "Mutahhir"dir; "Allah temizlenenleri sever". Bu hem maddi hem de manevi temizliğe işaret eder. Soralım: Maddi ve manevi olarak temiz miyiz? Kirli bir dünyada yaşıyoruz; ama bu dünya sadece bizi kirletmiyor, biz de onu kirletiyoruz. Allah, sevgi ile temizlik arasında bir bağ kuruyor. Allah'ın sevgisini ve rızasını kazanmak yegane maksat ise bunun yolu yoksula infak etmekten, zulme ve sömürüye karşı durmaktan geçer. "Allah, faizcileri, çokça günah işleyenleri sevmez". Peki, Allah'ı seven bir Müslüman, faizle iştigal eder mi, yolsuzluğa, usulsüzlüğe bulaşır, kamu kaynaklarını yağmalar mı?

Allah inkarcıları, nankörleri, zalimleri, böbürlenenleri, kötülük yapanları, fuhşu yayanları, müsrifleri, hainleri, kibirlenenleri sevmez. Allah muttakileri, sabredenleri, tevekkül edenleri, adaletle hükmedenleri, kendi yolunda savaşanları sever. O halde biz, Allah'ın sevdiğini sevmeli, sevmediğini de sevmemeliyiz. Allah'ı sevmenin toplumsal, ahlaki, iktisadi, uluslararası, politik boyutu vardır. Bu ümmet, "tekrardan" ve "sahiden" Allah'ı sevmek, Allah'ın da sevgisini kazanmak istiyorsa, öncelikle ahlaki olarak kendini yeniden inşa etmelidir.

Peygamber Efendimiz: "Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz" buyurur. Demek ki birbirimizi sevmedikçe cennete giremeyeceğiz. Peki, ümmetin üyeleri Müslümanlar; yani Türkler, Araplar, Kürtler, Farisiler; Şiiler, Sünniler; beyazlar, siyahiler; kuzeydekiler, güneydekiler, doğudakiler, batıdakiler; yoksullar, zenginler, orta halliler birbirlerini sahiden seviyor mu? Kavga edip çekişiyorlarsa, herkes kendi milli çıkarı adına başkasının aleyhinde çalışıyorsa, birbirlerini sevmiyorlar demektir. Bir Müslüman Türk, Kürt, Arap kendisi için ne istiyorsa, Müslüman kardeşi için de onu istemek zorundadır; onu rahatsız eden bir şey kendisini de rahatsız etmelidir. Özetle:

1) Geleneksel divan ve tasavvuf edebiyatında ele alınan sevgi ve aşk temalarına eleştirel bakan -tümüyle reddeden değil- bir sevgi yaklaşımına ihtiyacımız var.

2) Derin bir nihilizme sürüklenmekte olan insana, hayat verici bir ruh olarak üfürecek yeni bir sevgi telakkisi (Hakikat ve Hikmet sevgisi) geliştirmeli, söz konusu tanımı ve muhteva arayışını irfan çerçevesinde yapmalıyız. Burada Kur'an ve sünnet ile sahih geleneğimizdeki "kodlar" yeterli referans çerçevesidir.

ZAMAN