Siyasetçiler ne zaman daha gerçekçi olur?
Seçimlere biraz kala mı, yoksa seçimlerden hemen sonra mı?
Yaygın kanı, politikacıların seçim sonuçlarının ardından daha gerçekçi olduğu yönünde.
Oy hesaplarının liderlerin gerçeklik algısını değiştirmesi, hatta köreltmesi seçmenlerce de hoş görülür.
Gerçekleri biraz eğip bükmek politikanın şânından sayılır.
Dünyada da böyledir.
Ama bizde daha fazlası var; politikacılar yerçekiminden kurtulmuş gibi, gerçeklerle bağlarını kaybedebiliyorlar.
Zaman zaman sarıldıkları gerçeklerin ise yaşamsal değeri de yoktur. Çoğu, eski dünyanın doğruları ya da gerçekleridir.
Zamanımızın ruhunu yansıtmaz, çağın ihtiyaçlarını gözardı eder...
Başbakan Erdoğan’ın “iki dil” ve “özerklik” konularına ilişkin görüşlerini televizyondan izlerken, iki tarafın savunduğu tez veya taleplerin, birbirinin karşıtı gibi görünse de, aslında birbirleriyle hayatın dışında birleştiklerini fark ettim.
Başbakan Erdoğan, “iki dil” ve “özerklik” tartışmasına “Kürt sorununu savunuyorum” diyerek giriş yapıyor. Ne var ki devamında “tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet” sözleriyle, bugün de Kürt sorununa kaynaklık eden, Cumhuriyet’in anti-demokratik değerlerine, statükoya sığınmak zorunda kalıyor. Bu bir dizi halinde sıraladığı “tek”lerin içinden “tek dil”i çıkarmış olması bile kuşkusuz bir gelişme; ama bu, küresel dünyanın gerçekleri içinde küçücük bir ayrıntı olmaktan başka bir anlam taşımıyor. Başbakan Erdoğan’ın veya hükümetin bu “tek”lik vurgusu batıda karşılık bulabilir; hadi varsayalım ki doğuda da etkili olsun; peki ya sınırların aşıldığı kozmopolit dünyamızda –ama sahiden- bir karşılığı olabilir mi? Gerçekçi olalım; bunun bir karşılığı yok. Dünyada politik paradigma değişti ama politikacılar henüz bunun farkında değil.
Bu dünyadan kopukluk durumu, bu içe kapanma hali “iki dilli hayat” ve “özerklik” çıkışını yapan Kürt politikacıları da etkisine almış durumda. Tersinden muadillerinin kopyası gibi, her an çıngar çıkarmaya hazır bekliyorlar o koltuklarda.
Nedir bu özerklik fetişizmi?
Kürtlerin demokrasi, özgürlük ve adalet ihtiyaçlarını karşılamak için mi “özerklik” ilan edilecek?
Sınırların kalktığı bir dünyayı bırakıp kimlik milliyetçiliğini yüceltmenin ve dolayısıyla bir bölgeye kapanmanın savunulabilir bir yanı olabilir mi?
Bunun için mi ölünecek, öldürülecek...
Bu uğurda hatta, belki binlerce insan yaşamını yitirecek.
Eski dünyada güç her şeydi, bugünün dünyasında ise değil.
Yani aba altından silah göstererek de olmaz artık; bu sadece ölümleri ve acıları çoğaltır.
Sağduyu sahibi herkes Kürtlerin özgürlüğünden yana. Hatta pek çok demokrat, aydın Kürtlerin özerkliğini destekliyor. Bu çok güzel bir tablo.
Ancak bu kimlik milliyetçiliğini büyük coşkuyla alkışlamaya da pek anlam veremiyorum.
Silahsız milliyetçiliği desteklemenin silahlı güçleri desteklemekten geri kalır bir yanı yoktur.
Kürt sorununun bugün kanlı bir Gordion düğümüne dönüşmesinin altında Kürtlerin yok sayılması yatıyor.
Bu katı inkârcı rejimi aşmak için bedeller ödediler.
Pek çok insan demokrasi, adalet ve özgürlük istediği için hayatını kaybetti.
Bugün daha fazla özgürlük istemeleri doğal.
Bu taleplerini bence “özerklik”e sığdırmaları yanlış.
Çünkü orada inşa edilen ve edilmeye başlanan “özerklik”, en kötüsünden devletin bugünkü egemenlerinin bile bir seksen yıl gerisinde.
Devlet bile hemen tanısa ya da hazırdan verse bu özerkliği, Türkiye’yi, Avrupa’yı ve dünyayı bırakmaya değer mi?
Bir devlet vardı ve Kürtler bunun zulmünden kurtulmak için yeterince acı çekti.
Buna bir de ikinci devleti eklemenin özgürlükle alakası nerede?
Adına özerklik denen, özünde PKK’nın otorite ve iktidarının kurulmasından başka anlama gelmeyen bu milliyetçiliği yüceltmemek sanırım en doğrusu...
kurtulustayiz@gmail.com
TARAF